Sıcağı sıcağına yazmak var. Parmakların yana yana haşlana haşlana yazarsın.
Soğudu düşüncem. Bazen soğuk düşünce oluyor sözcükler.
Dünyadaki bütün savaşların nedeni iki kişi arasındaki öfke. Anne baba arasında bitmek bilmez kavga, şiddet, çocuğa bir öfke görgüsü olarak yansır. Öfkede hiçbir kişilik özelliği yoktur. Öfkelenen herkes aynıdır. Silahlar gibi ruhsuzdur.
Amerikan senatosu, Orlando saldırısından sonra gelişen silahsızlanma önerisini, “vatandaşlarımızın silahlanma hakkını ellerinden alamayız” gibi bir gerekçe ile reddetti. Dünyaya demokrasi tribi atan bir ülkenin böylesi ayyuka çıkmış ikiyüzlülüğü için kanıt bir andı, o görüşmelerin yapıldığı, o cümlelerin sarf edildiği an. Tiyatroda sahnede bir silah varsa patlar. Tiyatronun büyük ölçekli sanatı olan yaşam sanatında da durum aynı. Silahlar korkular yaratır. Araçlardır insanı eyleme eviren. Varlığımız nesnelerle tümlenir; onlara ruh katar, anısallaştırırız. Ancak silahlar, yaşam deneyimi sağlamayan tek araçlar. Öldürmekten başka bir işe yaramayan aletler yaşamda ne işe yarayabilir ki… Silahların, hiçbir yaşam emaresi taşımayan aletlerin insan yaşamında yeri olamaz.
Birini öldürmek üzere bir alet tasarlayan o ilk beyne lanet olsun. Korkusundan korkarak körlük püskürten yaşam içgüdüsüne lanet olsun. Hayatta kalmanın böylesine lanet olsun… “Düşmanım” dediğin, artık hayatta değilse bu nasıl bir yenmektir ki yenilenin haberi olmayacak… Ne büyük acizlik, yenenin başarısı ile yapayalnız kalması!
Öfkeden silahlara yürüyüp katılaşan düşünce. Dikkat etmemiz gereken yer burası. Katılaşmadan öfkeyle baş edebilmek. Kimisi makûs talihine küserek ağlar, kimisi yakarır gözyaşları içinde dua eder, kimisi yazar, kimisi resmeder, kimisi müzik yapar. Bir şekilde öfkeleri çiçeklere dönüştürmek zorundayız. Ay hep hilal değil, yaşamın her döngüsüne bedenli- benli sahip çıkmalıyız, bedelli değil. Öfkemizin hıncını silahlarla başkalarından çıkararak değil… Öfkeli ruh kirlenmiş bir ruhtur, gözenekleri tıkanmış… Bedenimiz gibi ruhumuzun da yıkanması gerekiyor ara ara… Kimseye reçete vermeyerek, kimseden reçete almayarak yolu kendimiz bularak… Düşünerek, şiir okuyarak, geçmiş ve gelecek içindeki varlığımızı hissederek, güzel bir şarkı dinleyerek, geçip gidenin içinde şimdinin cesareti ile pürü-pak durarak. Sonsuzluk o zaman gökte bulut gibi katman katman ve silahlar sevgi evinde, hamur açmak için önce oklava sanılacaklar, sonra sevginin evriminde işe yaramaz oldukları anlaşılınca yok olup gidecekler.
Gerçekte günlük yaşamda öfke duyulan nedir? Sınırların kaybolmasına duyulan tepki; kimliksizleşme tehdidi. Kişi iki şekilde kimliğini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalır; ya aşırı sevginin yarattığı ötekinin beni içinde kaybolma, ya da nefretin yok sayması. Birincisinde süreç uzundur. Gönüllü bir kaybolma dileği ise kişi çoğu kez kendini yeniden var edecek yolu da bilir. Ancak ikincisi, asıl üzücü sonuçlar yaratan. O zaman işte, yoksanan kişi silah olur. İnsan yerine konmayan, insan yerine konmayan, insan yerine konmayan… “İNSAN DEĞİLSEM NEYİM YA: PATTTTT!”
“Bir insan bunu yapamaz,” “Akıl sağlığı yerinde değildir kesin.” “Git kendini öldür, diğer insanlardan ne istiyorsun,”
Diğer insanlarla arasında bir ayrım olduğunun farkında değil ki cansımıyor onları, ölümsüyor. Yoksanmışlığını yayıyor, bir kağıdın üstünde yanarak giden bir ateş gibi…
İnsan canlı doğumdur. Canlı ölüm değil. Başladığımız yerden kimseye zarar vermeden yaşamanın yolunu bulmak boynumuzun borcu. En iyisi öfkemizi turuncu güneşte, hardal güneşte kurutmak. Canımızın süzgecine bırakarak güneşin balını… Güneşlenmek… Hiç kimsenin ve kendimizin plastikten olmadığı, yaşamın yaşam olan derisine yeniden kavuşmak için…