in

Nothing Personal: Ürkek Yalnızlıkların Çarpışması

Aşağıda, Türkçe aramalarda tuhaf bir şekilde “Özel Hayatlar” başlığıyla bulabileceğiniz Nothing Personal  (Kişisel Bir Şey Değil) filmi ile sansasyonel karşılaşmam sonrasında düşündüklerimi bulacaksınız.

Film bir kadının evlilik nişanesi kabul edilen yüzüğünü çıkarıp evden ayrılmasıyla açılıyor. Konaklayabileceği bir çadır ve elzem olan şeyleri doldurduğu sırt çantasıyla çıktığı bu uzun soluklu yolculukta ilk durağı yalnızlık. Film,  tıpkı yaşam içerisinde karşılaştığımız şekliyle başı ve sonu yalnızlığa çıkan beş bölümden oluşuyor.

1. Yalnızlık – Loneliness

Yalnızlık, özgürlük hissini peşi sıra çağırmadan önce, boşluk ve iç bulantısıyla bir güzel sıkar,yoğurur insanı.  Turuncu saçlı yalnız kadın (Lotte Verbeek)da öncelikle bundan nasiplenecek pek tabii. Bakışlarının kendi duvarına çarpmasından az da olsa bıkkınlık duymaya başladığını, bir şelaleden şişesine olmayacak biçimde su doldurmaya çalışırken hissettiği başarısızlık duygusundan anlıyoruz.  Böylesi bir umutsuz ikilem içindeyken başını çevirdiği yönde beliren musluk, kana kana su içtiği bir yaşam pınarına dönüşüyor; umut tazeleniyor, yol soğuk olsa da turuncu saçlı kadının bakışlarındaki manayla aydınlanacak. Biraz sonra bir çöp kutusunun yanında görünüyor, karıştırıyor ve bu çabasıyla yenilebilecek bir şey elde ediyor. Kendisiyle memnuniyeti her halinden belli olan kadının hemen yanında bir aile masası olmasaydı, ona asla acınacak bir halde demezsiniz.  Yan masadaki  iki çocuk ve bir koca sahibi kadın “yardıma ihtiyacın var mı?” dediğinde kendinden emin ve tok bir sesle “hayır, peki senin?” diyecek ve evli kadın bundan hiç hoşlanmayacak. Az önce acınası halde bir şeyler talep etmesini umduğu ve aslında hiç de umrunda olmayan kadına bu cevaptan sonra bir lokma dahi vermeyecek.  Gizil düşmanlık, hınç ve öç duygusu.  Masadaki kadın “evet tabi ki, zaman zaman ve çok zaman benim de yardıma ihtiyacım oluyor diyebilseydi kral bir hareket yapmış olacaktı benim gözümde. Oysa bir düşmanlık peydah oldu, orada gizli bir sızıya dokunuldu belliki.

2. Bir ilişkinin Bitişi – The End Of A Relationship

Gelmişini geçmişini, önceki yaşantısını, ismini dahi bilmediğimiz turuncu saçlı kadın, bir yere varmak ve tanınmak için değil sadece gitmek ve olmak için çıktığı yolculuğunda, arkası dönük ve minnetsiz otostop denemelerinin sonucu olarak bir aracın yan koltuğunda beliriyor. Şoförün elini tüm dikkatimizle, tetikte ve tıpkı onun yaptığı gibi gizlice izliyoruz. Kadın, adamın eli pantolon fermuarına uzanır uzanmaz aracın kapısını açıyor ve atlıyor. Bu noktada ağlama ve mağduriyet yok. Kadın olmasından dolayı karşılaşabileceği durumlardan haberdar ve gardını almış, aynı zamanda yalnızlıkla hiçbir sorunu olmayan, tek başına ve dik başlı bir kadın olarak yoluna devam edecek.  Mahkum edilmiş değil aksine seçilmiş bir tek başınalık, sessizlik ve yol.

Hollanda’dan İrlanda’ya uzanan yolun ilk soluk noktası bir tepe. Bu tepeden görünense uçsuz bucaksız bir deniz ve yemyeşil bir adanın burnunda, civardaki tek yerleşim yeri olan bir ev; dikkate değer. Turuncu saçlı kadın burada zarar görmeyeceği ve rahatsız edilmeyeceği bir yalnızlıkla kesişececeğini hissetmiş olacak eve yaklaşıyor. İçeri girip etrafa göz gezdiriyor, fincanlara bakıyor, müzik dinilyor ve nihayet pamuk gibi yatağa atlayarak özlem yüklü bir mutluluk dansı sergiliyor. Evle ilgili his ve alışkanlıklarını güncelledikten sonra yatağı toplayacak, bir adet saç telini koparıp beyaz yorgana yerleştirecek ve ateş yakmak için aldığı odunlarla geceyi yakınlarda kurduğu çadırında geçirecek.  Bir menfaat ummuyor, bir iyilik beklemiyor; minimum bilgi, minimum sözcük ve minimum alışveriş ile yaşamak. Kulağa sıkıcı geliyor değil mi? Sorgulamadan ve sorgulanmadan, hakimiyet kurmadan, bilgiyle istila etmeden yaşamak ya da yan yana durmak bu çağın insanı için zor, birçoğumuz içinse ulaşılamayacak bir temenni. Yönetmen Urszula Antoniak’ın gösterdiklerinin zihnimize masalsı bir ışık değdirebilmesi de biraz bundan kaynaklanıyor.

Ertesi gün yeniden eve uğrayan kadın bu kez kapının dışındaki bankın ucuna oturarak içerideki kişiyle öz bir iletişim kurmayı bekliyor. Buna oturmak denemez, ilişmek denir ancak. Her an kalkıp gidecek gibi, bağımsız. Yaşça büyük ev sahibi adam ismini sorduğunda “ Bu sana hiçbir şey kazandırmaz” diyecek ve bankın diğer ucuna öfkeli bir tekme inecek.  Kabalığa karşı kabalık. Bazen net bir şekilde anlaşılmak için hırçın bir dil kullanmak gerekir. Yalnızlığa alışmış yaşlı adam ve haddi zatında yalnızlığı arayan genç kadının karşılaşmaları ancak böyle olabilirdi. Sert ve kabaca. Sınırların, görevlerin baştan konuşulduğu, başka hiçbir beklentiye kapı aralamayan net bir anlaşma: turuncu saçlı kadın, ev sahibi Martin’in (Stephen Rea) bahçesinde çalışma karşılığı yemek yiyebilecek.

3. Evlilik – Marriage

Turuncu saçlı kadın soru sorulmasını ve kendisine özel ihtimam gösterilmesini istemez. Yemeği evin içinde ev sahibiyle aynı masada yemek istemez ve olması gerektiği gibi, geceleri çadırında uyur. Onun bu asi ve minnetsiz tavrını sadece karakterine yormak şüphesiz eksik kalacak. Çoğu kadının tanıdığı üzere sadece kadın olarak doğmuş olmanın getirdiği bir takım zorluklar vardır. Bir hayal kırıklıkları toplamı olarak inşa olmuş karakterinin ana öğelerini sağlam duruş, emekle kazanım, kula minnet eylemeyen sert mizaç oluşturur.  Neyse ki  Martin iyi bir insan, durması gereken noktayı biliyor, beklenenin aksine insanca bir yaklaşım sergiliyor. Turuncu saçlı kadına iş teklif ettiği gibi anahtarı sadece kadında kalacak bir oda da teklif ediyor sonra. Bir noktada art niyeti alıp fısıldayarak bana ulaşamayacağı bir kutuya kapattım ve film bitene kadar orada duracağına dair sözleştik. Çünkü bu başka bir hayat, başka bir iletişim ve sonunda kadının başına kadın olduğu için bir şey gelmeyecek kızım, rahatla. Turuncu saçlı kadın da oda teklifini geri çevirmiyor. Bu yeni ortak yaşam alanı fikri denenecek.  Kuralların halen geçerli olduğu  ve her ikisinin de kişisel sınırlarının korunduğu , zaman zaman ortak ilgi alanlarından konuşmaya müsait, beklentisiz bir iletişim alanı açılacak önlerine. Vallahi görmedik, duymadık, bilmiyoruz Urszula hanımcığım; ellerinize sağlık!

4. Bir İlişkinin Başlangıcı – The Beginning Of A Relationship

Günlerden bir gün, ev sahibinin kendisi için hazırladığı tabağı alarak teklifsizce onun masasına oturuyor turuncu saçlı kadın ve kişisel soru kuralını esneterek en sevdiği rengi soruyor. Martin bundan hoşnut görünmese de fazla tepki vermeyecek. Bu, merakın başlangıcı. İkisi de birbirleriyle ilgili hiçbir şey bilmiyorken kadın, bir yürüyüş esnasında” bugün ilaçlarını aldın mı?” diye soruyor. Bir kural ihlali daha, martin öfkesinden elindeki tavşanı kadının suratına fırlatacak. Bu kez araştırma sırası onda. Ceketinin cebini karıştırarak kimliğini bulacak ve isminin Anne olduğunu öğrenecek. Eskiden yaşadığı yere bir ziyaret gerçekleştirecek  ve Anne’nin o evde düşürdüğü bir tokasını getirerek turuncu saçlı kadının avucuna koyacak.  Bir sonraki sahnede Anne’nin çantasını sırtına almış gitmeye hazırlandığını görüyoruz. Anahtarı Martin’e uzatarak “bunu istemiyorum” diyor. Tanınmamak ve bilinmemek isteğinde ısrarcı. Martin’in “ne istiyorsun peki?” sorusuna şu cevabı verecek:

“Senin gibi olmayı istiyorum. Bu evde yaşamayı, bu adada yalnız olmayı. Kimse seni görmüyor, kimse seni tanımıyor.”

Ben de senin gibiyim demenin bir başka biçimiyle Martin’in yanına uzanıyor ancak Martin yüzüne dokunmasına kibarca izin vermeyecek.  Burası iki tarafın da selameti için bir bağlılığın önlenmesi olarak yorumlanabilir. Uzaktan sevmeler başlamıştır. Biz bu iki kişinin kendi tek başınalıkları içerisine artık birbirlerini sevdiklerini görebiliyoruz.

5. Yalnız – Alone

Bir sabah Martin’in odasından müzik sesi yükseldiği halde kapıyı açmayışından kuşkulanan Anne, içeri girdiğinde onun ölü bedeniyle karşılaşıyor. Ev sahibi ve ev arkadaşından küçük bir not var. Kendimi durduramadım işte sözünden bunun bir intihar olduğunu anlıyoruz. “Sevgili sen,  seni yalnız bıraktığım için üzgünüm.  Bu yer artık senin. Benimle ilgili şeyler çekmecede ve parayı çaydanlığın içine bıraktım. Seni seviyorum.”  Turuncu saçlı kadının Martin’den törensi ayrılışı daha önce görmediğimiz türden. Bir ölü ve bir canlıdan oluşan iki kişilik bu törende Anne tüm kıyafetlerinden soyunup çarşafa sardığı Martin’e sımsıkı sarılıyor. Biraz sonra bir otel odasında karşılaşıyoruz onunla.  Pencereyi hafif aralayan ellerini ve yatakta sakin uzanan varlığını izliyoruz. Dışarıdan sesler geliyor. Şimdi yeniden başlamak için biraz sese ihtiyacı var.

Kişisel Bir Şey Değil / Nothing Personal  filmi koşuşturmalardan bıkmış usanmışlar için bir durulup serinleme fırsatı adeta. Kişilerin geçmişini ya da geleceğini gözümüze sokmuyor, hikayelerin altını kalın puntolarla çizmiyor. Seyirciye kocaman geniş bir alan sunuyor.  Bizi yetişemeyeceğimiz bilgi kuyularına sarkıtıp orada unutmuyor, sessiz sakin olanı seyrediyoruz. Yer yer yosunsu otların içinde dolaşan insan elleri gibi, coğrafyanın güzelliği içinde birbirine amaçsız sarılmış tek başınalıklar buluyoruz. Yönetmen Urszula Antoniak’ın bir kaçış mahkumiyetinden ziyade kaçıp kendini bulmanın filmini yapmayı hedeflediğini vurguladığı bu filmi hayatınızın herhangi bir yerinde durup, derin bir nefes alma aralığı olarak izleyebilirsiniz.

Yazan Gülsüm Güller

Müteharrik ve tıraşsız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Dilimizle mi Düşünürüz Yoksa Beynimizle mi?

Mutlu Olmak İçin Sadeleşmek Gerekli Mi?