in

Nietzsche’yi Ağlatan Kadın: Lou Andreas Salomé

Irvin David Yalom’un Nietzsche Ağladığında adlı, tarihten isimlerin de yer aldığı kurmaca romanında karşımıza çıkar Lou Andreas-Salomé.

Döneminin “özgür kız”ı olarak nitelendirebileceğimiz Salomé, 12 Şubat 1861 tarihinde Rusya’da doğdu. Rus bir generalin kızı olan Salomé, henüz 1800’lerin ikinci yarısında bir kadın olarak, kural tanımadı, yasaklara uymadı! Lou Andreas Salomé, döneminin ilerisinde bir özgürlük anlayışına sahipti. O dönemler kadınların felsefe okuması alışılmışın dışında bir şeydi hatta izin dahi verilmiyordu. Fakat o verdiği savaşlardan galip çıktı ve kendi özgürlüğünü elde eden bir kadın filozof oldu.

Salomé’un “Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum; ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.” cümlesi de onun kendi özgürlüğüne duyduğu tutkusunu ifade etmektedir.

Zürih’te teoloji, felsefe ve sanat tarihi okudu. Entelektüel ve akıllı olmasının yanı sıra, narsist ve feminist karakteriyle de bilinen güzel kadın hemen hemen tüm ünlü düşünürleri kendine hayran bıraktı. Hatta Nietzsche, Freud ve Rilke gibi isimler ona, karşı konulamaz bir aşk besledi.

21 yaşında yaşadığı ciddi sağlık problemleri nedeniyle bir aile dostu olan  Malwida von Meysenbug’un yanına Roma’ya gitti. Orada Meysenbug’un arkadaşı nihilist bir filozof olan Paul Ree ile tanıştı ve Paul Ree, bu güçlü karakterden etkilenerek ona aşık oldu ve Salomé’ye evlenmee teklif etti ancak Salomé bu teklifi geri çevirdi.

1882 yılında Friedrich Nietzsche ile tanıştı. Birlikte toplumu, kültürü, dinleri tartışıyorlardı. Salome’un özgür ruhu, güzelliği ve fikirleri Nietzsche’’yi ona aşık etmiş fakat Nietzsche’nin  aşkı platonik düzeyde kalmıştı. O dönemde 37 yaşında olan tarihin en karamsar filozofu, insanlığı büyük acılara sürükleyen zevklerden uzak durması gerektiğini savunan öğretilerden kurtulmaya çalışıyor, geç de olsa hayatında ilk defa mutluluğa yakın hissediyordu kendini; ancak Salomé Nietzsche’nin evlilik teklifini de reddetmişti. Belki de Nietzsche’yi, Nietzsche Ağladığında adlı romanda bir kadın düşmanı olarak okumamıza neden olan en önemli etkenlerden biri de Lou Andreas Salomé idi.

Salomé evliliği aşkın ve sevginin katili olarak görüyordu ve ona göre aşk bedenlerin değil zihinlerin birlikteliğiydi. Zihinsel bir birlik söz konusu değilken bir şeyler yaşamayı anlamsız buluyordu. Salomé 1887’de, evlilik teklifinin reddedilmesi durumunda intihar edeceğini söyleyen, Göttingen Üniversitesi’nde profesör olan Oryantalist Friedrich C. Andreas’la evlendi. Andreas’la olan ilişkisinde de bir cinsellik söz konusu değildi ve sadakate de inanmayan Salomé  -ona göre sadakat ve evlilik, sevginin ancak azılı bir katili olabilirdi- eşinin de bilgisi dahilinde başkaları ile flört etmeye devam ediyordu.

1897’de kendisinden 14 yaş daha genç olan şair  Rainer Maria Rilke ile tanıştı. O zamanlar Rilke yirmili yaşlarının başında Salomé ise otuzlu yaşlarının sonundaydı. Salomé, tek gerçekliğim dediği Rilke’yi ve onun ”büyük bir sessizlik ve doğallık”la gelen aşkını kabul eder ve rivayete göre  Salomé ilk kez Rilke ile bir cinsel birliktelik yaşar. Salomé’un  özgüveni ve kişiliği Rilke’yi de büyülemiştir ve Rilke daha erkeksi ve daha güçlü görünmek için Lou’nun önerisini kabul ederek Rene olan adını Rainer olarak değiştirir.

 
Salome ve Rilke

Salomé belki de ilk kez aşık olmuştur ve Rilke’ye şu şiiri yazmıştır:

Sen git

Ben bir gecenin siyahında saklayacağım saçlarını

Yüreğim, titrek ellerinin arasında atacak

Biraz ıslak biraz da kırmızı

Küçük bir umut türküsü dolayacağım dilime eskiden kalma

Bıraktığın yanını yüzdüreceğim derin denizlerimde

Gözlerimde son bakışın kalacak çaresiz ve üzgün

Sen git

Ben bir isyanın eteğinde saklayacağım gözyaşlarını

Devrilmiş cümleler anlatacak sana hasretimi mektuplarımda

Kırık dökük hatıralarla süsleyeceğim yatağımı

Damla damla akarken gün geceye

Bir yudum suda eritip saflığını ilaç yapacağım yaralarıma

Kanayan yanlarımın üzerine sıcaklığını örteceğim

Sen git

Biliyorsun

Gelmesen de

Bekleyeceğim…

Rilke ise Salomé’a duyduğu büyük aşkı şu sözlerle ifade eder:

“(…) senin sınırlarına tozlu basit halde gelen güneş ışını, ruhunun parlak dalgasında bin kat berrak ve parlak oluyor. Benim berrak kaynağım, dünyayı senden görmek istiyorum, çünkü o zaman yalnızca seni, seni, seni görüyorum.”

Dört yıl süren ilişkileri sonucunda, özgür ruhlu Lou için Rilke yük olmaya başlamıştı. İlişkilerinin geldiği kaçınılmaz durumu yazdığı bir mektupta şöyle özetlemişti:

“Çevremdeki her şey ışıltılı ve huzurlu olduğuna ve yaşam meyvesi olgunlaşıp tatlandığına göre, her ikimizin de kesinlikle sevdiği bir anı bana son bir görev veriyor. Bu anı, Wolfrathausen’de senin annen gibi olmamdır. (…) yaşlarımız arasındaki farka karşın, Wolfrathausen’den beri büyümeye devam etmek zorundayım…”

Lou büyümeye devam ederken Rilke ile olan dostluğu hiçbir zaman zarar görmez. Ne Rilke son nefesini verirken Lou’yu anmadan edecek, ne de Lou onu düşünmekten vazgeçecektir.

Lou Andreas Salome 50 yaşına geldiğinde psikolojiye ilgi duymaya başladı. Felsefe penceresinden çözmeye çalıştığı sorunlara, psikoloji bilimini de dahil ederek yeni çözümler geliştirmeyi hedefledi. 1911 yılının sonbaharında Weimar Psiko-Analitik Kongresi’ne katıldı ve Viyana’daki psikanalist çevresi ile tanışarak  Sigmund Freud’un bir arkadaşı ve öğrencisi oldu.

Lou, Freud’a, tanışmak istediğine dair mektuplar yazar. İlk mektupla başlayan süreç 25 yıl boyunca devam eder ve birbirlerinin zekasına ve görüşlerine aşk duyarlar. Doğallığı ve birikimiyle büyülediği Freud ile çalışmaya başladığında Salomé, özellikle narsisizm konusunda, ustasına bile karşı koyduğu cesur betimlemeleriyle hayranlık uyandırır. Freud onun birikimine olan şaşkınlığını gizleyemez ve; “Korkunç bir zeka… Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi.” sözleriyle tarif eder Lou Andreas-Salome’u.


Sigmund Freud ve Lou Andreas-Salome

Felsefe, teoloji ve  sanat eğitimlerine Freud tabanlı bir psikoloji temeli de atan Salome’un dünyadaki “İlk kadın psikanalist” olması pek de şaşılası değildir. Kendine ve yaşama dair inancını da Freud’a yazdığı şu sözlerle ifade etmiştir; “Önemli olan yaşama inancının aslen ve hayati olarak var olmasıdır ki, bu hayatta kalmamız anlamına gelir.”

Ree ve Nietzsche’nin evlilik teklifini geri çeviren, büyük Alman şairi Rilke’nin ömür boyu unutamadığı aşkı ve Freud’nun açıkça hayranlık duyduğu Salomé 76 yaşında öldüğünde ise, Freud arkasından; “Ona duyduğum aşkı ve hayranlığı açıkça söylemiş olmayı isterdim” diyerek büyük pişmanlığını dile getirir. Louise Andreas Salome, kendini “ben” olarak tanımlayan ve hayatını kendi idealleri doğrultusunda yaşamayı başarmış bir entelektüel zeka ve adeta bir tanrıça olarak yaşar ve biz ölümlülerin pek çok klişesini yerle bir ederek, Göttingen, Almanya’da 1937’de sonsuz tapınağına çekilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Ahlaki Değerlerimiz Evrimin Bir Oyunu Olabilir mi?

Geçmişten Günümüze Gözetim Toplumunun Dönüşümü