Eğer dürüst bir yaşam sürmek konusunda ısrarcıysanız en başta hiç dost edinemezsiniz. Çünkü örneğin bir iş yerinde çalışıyorsanız, izne çıkmak istiyorsanız, bir değişikliğe ihtiyacım var, izne çıkabilir miyim dediğinizde hiç kimse sizi yeterince önemsemez ama “eşim hasta, çocuğum, annem, ablam…” İşte o zaman kazanmışsınızdır. Söylediğinizin yalan olduğundan herkes emindir. Ama geçerli bir sebep belirttiğiniz için herkes rahatlamıştır. “Oh be hastası varmış…” Neredeyse böylesine makul bir insan olduğunuz için sizi alnınızdan öperler, izninizi verirken… Ama “değişikliğe ihtiyacım var” dediğinizde olan nedir ki kaşlar çatılır? Tek başına mutlu olmak… Kafayı dinlemek, sevdiğin şeyleri araştırmak, yürüyüş yapmak, dilediğin şeyleri giymek, yemek içmek… Yine birilerine hizmet sektörüne gidiyorsan tamam öyleyse… Ama tek başına aylak aylak dolaşmak, resim yapmak şiir yazmak, film izlemek, yerlerin ve göklerin tadını tek başına çıkarmak… Kısacası özgürlük, her zerresinin tadına varacağın zamanı bildiklerinde hiç kimsenin işine gelmez… Bu yüzden herkes birbirinin sözleşmeli bir gizliliğe mahkûm eder… Ayakları yerden kesen bir mutluluk yakalayıp da bunun çevresindekilerce gözlendiği hiç kimse iflah olmamıştır… Mutlu insan hiçbir yere sığmaz… Özgürlüğü ancak emekli olduğunda, ileri yaştan dolayı artık bir bebek gibi yeniden emeklemeye başladığında hak edebilirsin, sana layık görürler, çünkü artık tadını çıkaracak mecalin kalmamıştır…
Dürüstlük özgürlük demektir, hiçbir yük almazsınız. Her an uçmaya hazır olmanın şeffaf hafifliğiylesinizdir. Eğer dürüst bir yaşam sürmek konusunda ısrarcıysanız en başta hiç dost edinemezsiniz. Dürüstseniz oyun dışındasınızdır… Hiç kimse sizi yeterince önemsemez çünkü onlara alışık oldukları şeylerden söz ediyor, şaşırtıyorsunuzdur… Her gün, günler demir raylardanmış gibi, aynı istikamette aynı raylar üstünde giden bir tren düşünün… Gittiği yol yanlış diyebilir misiniz bir anda, bu hız, bu kurulu düzen? Yalanın zemin olduğu bir yaşayış biçimi, alışkanlığın masumiyeti ile raylaşmış yüreklere, büyük bir huzursuzluk salacaktır. Bu yüzden yalanın raylarında dürüstlük taşı olmaya, iş çıkarmaya yolcuların işlerine geç kalmalarına neden olmaya hiç gerek yoktur. Bir yalan söylediğinizde bu ray düzenine hiç zarar vermez. Doğru düzgün bir yalan bulabilmek önemli olan… Söylediğinizin yalan olduğundan herkes emindir ama en önemli olan şey geçerli bir yalan söylemektir… Geçerli bir yalan söylediğinizde herkes rahatlamıştır… Neredeyse böylesine makul bir insan olduğunuz için sizi alnınızdan öperler… Dürüst olduğunuzda olan nedir ki kaşlar çatılır? Topluluğun dışına çıkmışsınızdır. Ray düzeninin. Plastik bardak, tek kullanımlık tabak, plastik kaşık, çatal düzeninin… Hepsinin dışına…
Prosedür, yöntem, usül, bürokrasi, brokoli, liyakat, itikat, sağduyu hepsi yalanın çeşitli kâğıttan kuleleri… Yegâne şey yalan söylemek, kopyayla geçmek… Prosedürlere uymak. Böylece makul insanlar oluruz. Dürüst mutlu tek başına ayakları üzerinde kalabilen birine hiç kimse tahammül edemez. Çünkü en önce bir aile olmanın, giderek bir toplum olmanın tekerine çomak sokmaktır… Niye? Çünkü tek başına biri… Nasıl tanımlasak ki… Nereye koyacağımızı bilemeyiz… Hep bi fazlalık hep bi potluktur. Suratsız kalabalık bir aile fotoğrafında gülümseyen biri varsa o odur. Çünkü erken yaşlarda dürüstlüğü yüzünden dışlanmış bu yüzden de güveneceği kimseyi bulamamıştır. Herkes birbirine yalanlarla tutunur. En içten sevgiler bile bu yalana alışık toplum yüzünden bocalar. Dürüstlüğün, saf dürüstlüğün en büyük yanılsaması herkesi aynı görmesidir. Çünkü elinde bir dürüstlük vardır. Başka türlü bir kâğıt bilmez… Başka türlü bir insan modelini aklı almaz. Bu yüzden kötüyü bilmez. Kötüyü şaşkınlıkla karşılar. Dürüstlüğün sınır taşları ile döşenmiş sonsuzluğun bir örneğini taşır zihninde. Bu yüzden saflığı yüzünden dar kafalılıkla itham edilebilir. Ama tüm yalanın dolambaçlı uzun yol koşucularının dönüp dolaşıp geldikleri yer de bu bir avuç sonsuzluktur…
Kararmış kalpler yönlerini bulabilmek için bu ışığa ihtiyaç duyarlar. Yalanları yüzünden kendi hesapları bile karışanlar yerinde duran bir şeylere ihtiyaç duyarlar.
Dürüstlüğün bayrağı şeffaftır. Bakana kendini gösterir ayna. Dürüstlük bir düzlemdir. Üstünde herkesin eşitçe durduğu. Tepeleri ve tümsekleri yalan yapar.
Dürüst birinin hayali arkadaşları vardır. Gerçek hayatta oynayan insanlar yüzünden içindeki benliğindeki sahneyi ikiye bölmüştür. Böylece kendi güler kendi ağlar, tek izleyicisi kendisi olduğu oyuna. Dürüst birine tüm elleri önceden görmek bahşedilmemiştir. Çok basittir. O hep temiz, şeffaf parlak, huzur olarak kaldığı için böyle olmayanı bünyesi anında fark eder. Böylece tüm elleri sadece kendi varoluşundan dolayı görür. Dürüst kişinin yalnızlığı insan olmanın mayasıdır. Yeniden insan olmayı hatırlatmak için insanlara kendinde bir yalnızlık saklamıştır. İşte bu günler o günler. Bir kurtarıcı aramak değil, içimizdeki o dürüst kişinin yoldaşı, yalnız ama biz olan kişiyi bulmak için. Kodlara gelmemiş, raflara dizilmemiş, öpücüklerle, canımlarla cicimlerle bozulmamış, çamur gibi yağmur gibi, ağaç kabukları insan eleri gibi, insanın elleriyle kavrayabileceği denli somut bir benlik algısı; kendini yeniden ele alabilmesi için. Sahi nerede kalmıştık? Kaldığımız yeri hatırlayabilmemiz için…
Dürüst insanlar bir yalnızlık kolonisidir. Birbirilerini iyi tanırlar. En zor anlarında bir başına bir güvercin gibi gelirler. Dürüst insanlar birbirilerinin pusulalarıdır. Kafalar karışınca birbirlerine bakarlar. Geçmiş, dürüstlük yüzünden pek de birikmeyen, olduğu an, olduğu zaman içinde yaşandığı için dürüstçe, pek de birikmeyen geçmiş, yaşlanmayan geçmiş, o anda olduğu gibi bir ayna gibi bir tanık olarak yine şimdi olarak, bir güven dağı olarak çıkar gelir. Dürüst insanlar birbirlerinin gizli güçleridir. Kuluçkaya bırakılmış sevecen gülüşlerdir birbirlerinin kalplerinde…
Uzun süredir dikkatimi çeken biri hakkında ne düşünülüyorsa onu belki de bir savunma yöntemi olarak önce kendisinin söylemesi. Belki de eleştiriye açık olmayan insanların korku dağının sivri zirvesi canına batıp acıttıkça önlemler almaya çalışması… Belki de böylece ne düşündüğümüzü her zaman doğru tahmin etmekle yeni bir büyüklük kazanacak ve “işte bu” diyebileceğiz. Ona hak ettiği, alışık olduğumuz değeri yeniden yeniden verebileceğiz… Bilemiyorum… Ama olan tam şöyle: Örneğin birini dinliyorsunuz ve diyorsunuz ki “şu yalancıya bak” tam da iki dakika sonra diyor ki “şimdi siz diyeceksiniz ki şu yalancıya bak” ya da “ne kadar aç gözlü” diye tam da içinizden geçirirken “içinizde aç gözlü olduğumu düşünenler varmış,” diyor… Örneğin bir hırsızın “şimdi bunlar diyecekler ki ben hırsızmışım” … Belki de bir önlem olarak, belki de siz giderken ben dönüyordum mesajı… Belki de ben şeytana pabucunu ters giydiririm, belki de susuz getirir susuz götürürüm, belki de “kiminle dans ettiğinizi sanıyorsunuz” belki de… Bilemiyorum. Bu çift dillilik, çatal dillik iki dillilik, dürüstlüğü zedeliyor. Rahat olsalar hiç avunma kalesine geçmeden, karşısındakinden şu güveni alarak: korkma sana bir şey yapmayacağız…” devam etseler açık yüreklilikle… Belki her şey yalınlaşacak ve çözümler kolay olacak… Ama dürüstlüğe sığmayan bu kapalı konuşma biçimi daha dil açılırken yuvarlayıp kapıları kapatan karşısındaki susturan bu konuşma biçimi hayatımızın her yanına feci biçimde yayılmış durumda… Her şeyden bir şey çıkarır olmaya ne zaman alıştık. Bir şeyin direkt kendisi yahut da kastettiği olmadığına… Hayatımıza mesaj kavramı girdiğinden beri doğrudanlığı yitirdik belki de… Zor yerleri aşarak ulaşıyoruz artık birbirimize, kolay gibi görünse de… Birçok seçeneğin içinde pestile dönmüş istencimizle ulaştığımız hiçbir iletişim yöntemi hiçbirimizi yeterince birbirimize ulaştırmıyor. Hep başka yerlerde kalıyoruz sanki biraz… Yöntemin gittikçe içerik olduğunu fark edemedik… İçeriği ele geçirdiğini…
Dürüst insanlar birbirlerini olduğu gibi kendilerini de kendilerinin dışına çıkarak bir dış gözle kolayca görebilirler. Kalpleri bir saattir çünkü. Ne zaman neyin olacağını bilirler çünkü doğayı gözlemeyi unutmamışlardır… Hayatın en yüksek ağacına tünemiş de her şeyi herkesi görür gibi bilirler… Aslında böyle bir şey yoktur ama basit olan bilgedir. Sadece oldukları yerde kirlenmemiş kalp sularıyla görürler… Denktir işleri bir eylemin bitiş zamanı bir başkasının başlangıç zamanıdır. El yürek yordamıdır. El ayası bahtiyarlığında tertemiz bir harman yeri gibi alın aklığı ferahlığında gülüşler kelebekler gibi gökyüzüne uçuşur…
“…Okuyacak bir kitap yoksa yanımda,
Okuyacak bir şeyler olsun diye yazarım.
Dürüstlük alınyazım…”
Suda kendini görüp bilinicini yitiren Narkissos’un bakışı değil bu bakış. Gerçek anlamda, orağını bir kenara bırakıp, kendi derdiği buğdaylara yaslanmış bir işçinin kendi buğdayından elde ettiği bulgur pilavını kaşıklaması gibi doğrudan, yabancılaşmamış bir alın terinin, bir emek döngüsünün güzelliği ile… “Bir şey çok ya da büyük olduğunda değil, kendisine ait olduğunda çoğalarak var olur,” diyor Zellini, Sonsuzluğun Kısa Tarihi’nde. Belki yeniden dürüst bir yaşam emeğin bu yabancılaşmayı ortadan kaldıracağı günlerde var olur.
-Niçin deniz kıyısında yaşıyorsun?
-Bilmem bana daha dürüstçe geliyor… O deniz biz insanız… Bir arada yaşadığımızı, bir toplum olduğumuzu, eşit olduğumuzu daha çok hatırlatıyor… Hepimiz büyük bir dalga ile kıyıya sürüklenmişiz gibi. Bir çift pabuç, pet şişeler, tek kullanımlık kâğıt tabak, plastik çatal kaşık, kadın, erkek… O deniz biz insanız.