Marmaris’te ormanın içine yapılmış bir evde oturuyorum. Evimin de içinde bulunduğu siteyi yapmak için muhtemelen onlarca ağaç kesildi. Marmaris ve çevresi beş gündür alevler içinde. Şehri zaman zaman kaplayan duman tabakası dağılsa da umutsuzluk ve çaresizlik tabakası her geçen gün kalınlaşıyor. Doğanın bir parçası olduğuna inanan birisi sayılırım, bütün insanlar gibi etrafımdaki diğer tüm canlılara saygı gösteririm. Mahalleye ait çöplüğe inen domuzları beslerim, evime giren karıncaları ikna yöntemiyle uzaklaştırmayı tercih ederim, sineklerin ayaklarında pislik olmadığını düşünürüm. Uzun süredir de doğayı paylaştığım hayvanları yememeyi tercih ediyorum. Devam eden ekolojik yıkım, beni de herkesi etkilediği gibi derinden etkiliyor.
İnsanlık, tarih boyunca bir sürü trajedi yaşamış. Yangınlar da bu trajik hikâyelerin içinde çoğu kez başrol oynamış. 2003 yılında Sibirya’da tayga ormanlarında çıkan yangın, 47 milyon hektar orman varlığının yok olmasına sebep olmuş. Bu yangının küresel etkilerinin devam ettiği biliniyor. (Karşılaştırma yapmak için paylaşayım: Manavgat ve Marmaris’te yazı yazıldığı ana kadar yaklaşık 150 bin hektar alan yandı.)
Doğal afetlerle oluşan trajediler, politik argüman olarak kullanılmaya ve daha büyük trajediler yaratmaya gebedir. Yangınların yarattığı çaresizlik ve öfke, birileri tarafından sürekli tehlikeli bir yönde besleniyor. İnsanlar ellerinde fenerlerle geceleri “terörist” avına çıkıyorlar. Sosyal medya aracılığıyla yayılan fotoğraflar, eşkâller, araç plakaları inanılmaz hızla yayılıyor ve av malzemesine dönüşüyor. Birisinin işaret parmağının ucunda olmak, linç edilmek için yeterli durumda.
Marmaris’te nem %8 civarında, hava sıcaklığı 40 derecenin üzerinde, kuru rüzgârlar hızla esiyor ve bu durum orman altında kolay tutuşabilen yanıcı maddeleri birer bombaya dönüştürüyor. 20-25 cm’lik bir tabakadan bahsediliyor ki tonlarca tehlike demek. Bu durum yangın uzmanları için “çok tehlikeli” sınıfında değerlendirilen bir durum. Ülkemizin güneyinin neredeyse tamamı bu meteorolojik koşullar altında bulunuyor.
Ülkenin iktidarı her ağzını açtığında cansiperane çalıştığından dem vuruyor. Yanan bölgelerdeki yerel iktidar da aynı şeyi söylüyor ve merkezi iktidarı vuruyor. Bu sidik yarışı devam ededursun, yangın hızla büyüyor. Her ikisinin de görmezden geldiği asıl yangın ise halk arasında yayılıyor. Yukarıda da bahsettiğim nefret söylemi halk arasında hızla yayılıyor. Havadaki nispi nem oranı azalıp yangın hız kazandıkça halklar arasındaki rutubet artarak yapış yapış bir ırkçılığa dönüşüyor. Yangın söndürme çalışmalarına katılan bir gencin ailesi tarafından az önce bir paylaşım yapıldı. Çocuklarını linçten zor kurtardığını ifade eden anne çok korkmuştu. Kimin hedef olacağı hiç belli değil.
“Doğa koşullarıyla oluşan yangınların başlama nedenleri yıldırımlar, ormandaki ölü yakıtların yüksek sıcaklık nedeniyle tutuşması, hafif rüzgârda kuru dalların birbirleriyle devamlı teması sonucunda ısınmaları ve yanmaları ile bitki üzerinde bulunan su damlacıklarının optik özellik göstermesi şeklinde sıralanabilir.” Bu paragrafı OGM’nin yangınlar ve meteoroloji ilişkisini anlattığı broşürden aldım. Nemin düşüklüğü ve rüzgârın etkisi bir yangının arayıp da bulamayacağı durumda.
Orman Genel Müdürlüğünün yıllardır yaptığı yayınlara bakarak bu meteorolojik koşullarda, aynı zaman dilimi içinde yüzlerce yangın çıkmasının işten bile olmadığını kestirmek zor değil. Bu koşullar sürdüğü sürece yeni yangın haberleri alabiliriz.
Teorik olarak bu bilgilere sahip yönetimlerin basiretsizliği ve amatörlüğü bundan sonraki süreçte sertçe eleştirilmeli ve bundan sonraki süreçler için daha planlı olmaları sağlanmalıdır. Ama eleştirilerin bilimsel ve gerçekçi bir zemine oturmayışının, sorunun toplumsal barışı da tehdit eden yerlerde aranmasının aymaz yönetici tabakasının işine geldiği de unutulmamalıdır. Bunun için şu örneği vererek bitireyim: Twitter’da sözde bir gazeteci ana muhalefeti açıkça ormanları yakmakla itham etti. Bu benim açımdan bir tarafgirlik değil ama odağın nasıl dağıldığına çok iyi bir örnek. Kimsenin bir yeri yaktığı yok kardeşim. Sorun bundan çok daha büyük. Herhangi bir yetkilinin ağzından “iklim krizi” diye bir şey duymuyorsanız asıl tehlikeyle ve ders çıkarmama hastalığıyla karşı karşıyasınız demektir.
Sadece bir soru:
“Bu mevsimde bu bölgelerde bu kadar düşük nem oranı normal mi?” Bu soru geniş kesimlerce tartışılırsa bir sürü gerçek faile ulaşabiliriz.
Yangından doğal ortam hayvanları da çok olumsuz etkileniyor. Çoğu kaçarak kurtulurken aralarından bir tanesinin hızı kurtulmak için yeterli olmuyor maalesef. Evet, kaplumbağalar…
Rüyamda bir kaplumbağa gördüm. Alevler içinde bana bir şeyler söylüyordu, dediği hiçbir şeyi anlamadım ama bence bana beni sevdiğini söyledi. Ben de seni seviyorum dostum, seni de karıncaları da ağaçları da hiçbir ayrım yapmadan tüm insanları da seviyorum. Kimin hangi dönem nereyi yönettiğinden bağımsız bir politik görüşüm var. Dünyadaki tüm canlıların kardeşçe yaşadığı bir dünya hayal ediyorum.
Sana söz kaplumbağa kardeşim; daha çok akıl, daha çok bilim, daha çok sorgulama becerisi, daha çok cesaret ve daha çok sevgiyle dünyadaki bütün yangınları söndüreceğiz.