Yeni yayınlanan ve dikkatimizi çeken kitapları müessesemizin değerli okurları için derledik.
#1 Nietzsche Bu İşe Ne Derdi?
Sizce Schopenhauer kırık kalbinizi onarabilir miydi? Veya Aristoteles çağdaş sanatın işe yaramaz olmadığına sizi ikna edebilir miydi? Hiç, John Stuart Mill’e, Simpsons’ın Shakespeare’den daha iyi olup olmadığını sormak aklınızdan geçmiş miydi?
Platon, Simone de Beauvoir, Marx ve daha niceleri… Felsefenin gelmiş geçmiş en büyük zekâlarından hızlandırılmış felsefe dersleri ve tavsiyeler almak isterseniz, elinizdeki bu rehber, sizi en iyi filozoflarla ve teorileriyle tanıştıracak.
#2 Yeni Osmanlıcılık-Hınç Nostalji Narsisizm
Osmanlı’nın “esas” kimlik olarak inşasına dönük çok yönlü bir seferberlik süregidiyor: Kamusal mekânların düzenlenmesinde Osmanlı’yı ihyâ gayreti; “tarih” deyince sadece Osmanlı’nın konuşulması; araba camlarında, yüzüklerde Osmanlı tuğraları; dükkânlarda “Osmanlı”lı isimlendirmeler…
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, Yeni Osmanlıcılığı, yeni bir millî kimliğin ve halet-i ruhiyenin inşasına harç yapı. Gerçek bir Osmanlı geçmişiyle bağ kurmaktan öte, bugünün dertlerine ve arzularına hitap eden bir duygular harekâtı bu: Hem Batı’ya, Cumhuriyet elitlerine yönelen hem de her türden aşağılanmanın biriktirdiği hınç; güç fantezileri ve bunların güdümünde bir nostalji… Recep Tayyip Erdoğan’ın liderlik karizması, Yeni Osmanlıcı hissiyattan ve onun güçlü imgesi olarak II. Abdülhamid’den “enerji” alıyor. Kitap, 15 Temmuz’un “işlenme” biçimini de Yeni Osmanlıcı anlatıyı ve milli narsisizmi takviye eden bir tecrübe olarak inceliyor.
Nagehan Tokdoğan’ın çalışması, sahici bir anlama tutkusunu okuruna da aktaran çok yönlü sosyal bilimsel bakışın heyecan verici bir örneği.
(Tanıtım Bülteninden)
#3 Solun Melankolisi-Marksizm Tarih ve Bellek
Devrimler yüzyılından geriye kalan tek şey sanki bir enkaz yığını… Dünyayı yeniden inşa etmeye nasıl başlayacağımızı kestiremediğimiz gibi, buna değip değmeyeceğini de artık bilmiyoruz. Fakat Enzo Traverso’ya göre devrimci deneyim bir nesilden diğerine tam da yenilgiler aracılığıyla aktarılıyor. Büyük hayal kırıklıklarından doğan ve tüm bir nesli etkileyen melankoli, hem yas tutmanın hem de yeni bir başlangıç için hazırlanmanın zorunlu bir öncülü adeta. Bu yenilgilerin hatırası, devrimci mücadelenin tarihini ve Auguste Blanqui’den Gustave Courbet’ye, Rosa Luxemburg’dan Walter Benjamin’e, birbirinden çok farklı suretlerde ortaya çıkan sol kültürü bir yeraltı akıntısı gibi besliyor.
Traverso, atalete kapılmış ve teslimiyet içinde boyun eğmiş bir geçmiş okuması değil, tarihi bir “kurbanlar” silsilesi olarak görmeyi reddeden isyancı bir melankoli tarifi yapıyor. Bu yeni tanımda melankoli; matemi dağıtan ve radikal eylem için geçmişi bugünde seferber eden, güçlü ve besleyici bir damar olarak karşımıza çıkıyor. Devrimci yasın özgürleştirici potansiyellerini soruşturan Solun Melankolisi, iki asırdır dünyayı değiştirmeye kendini adamış insanların anısını bugünün mücadelesine kazanmaya çağrı yapan, sol kültür üzerine yeniden düşünmek için tekrar tekrar okunması gereken bir kitap: “Hatırlamak, kurtarmak demektir; geçmişi kurtarmak ise şimdiyi değiştirmek anlamına gelir.”
(Tanıtım Bülteninden)
#4 Siyam İkizlerinin Seks Yaşamı
Silahlı bir saldırganı etkisiz hale getirdiği için kısa sürede medya kahramanı haline gelen alımlı fitness eğitmeni Lucy, Olayın tek görgü tanığı olan ve Lucy’nin cesaretinden dolayı ondan çok etkilenen depresif ve aşırı kilolu Lena… Spor salonunda yolları birleşen, hem fiziksel hem ruhsal açıdan birbirinden çok farklı olan iki kadın, Aşk, saplantı ve cinsel arzularla birlikte gelen, tahmin edilmesi güç ve tehlikeli sorunlar…
Yeraltı edebiyatının önde gelen isimlerinden IrvineWelsh, bu romanında en akılda kalıcı kadın karakterleriyle karşımıza çıkıyor. Çağdaş edebiyatın tuhaf, sado-mazoşist, hezeyanlı anlatımlarından birine tanıklık edeceğimiz Siyam İkizlerinin Seks Yaşamı, zamanımızın iki büyük takıntısı haline gelmiş “nasıl göründüğümüz” ve “görünenin ardında neler gizlediğimiz” konularına çarpıcı bir gönderme yaparken, Florida güneşini bile gölgede bırakacak kadar karanlık ve rahatsız edici bir hikâye sunuyor.
(Tanıtım Bülteninden)
#5 Titan’ın Sirenleri
“Kesinkes bildiğim ilk şey şu: Eğer sorular mantıksızsa, cevaplar da mantıksız olacaktır.”
Milyoner kâşif Winston Niles Rumfoord uzaygemisiyle bir krono- sinklastik infundibulumun ortasına dalarak saf enerjiye dönüşür. Yalnız elli dokuz günde bir maddeleşebilir ve bir saatliğine dünyadaki evine dönebilir. Tek tesellisi, artık geçmişi ve geleceği tamamen görebilmesidir: Karısının, dünyanın en zengin ve en ahlaksız adamı Malaki Constant’la birlikte uzay yolcusu olacağını da bilmektedir. Malaki’nin bu beklenmedik destansı yolculuğu onu tanıdık ve tanımadık pek çok gezegene, dünyamızın işgaline, Titan’da yüz binlerce yıldır bekleyen bir uzaylı turiste götürecektir. Acaba bu parçaları bir araya getirebilecek başka biri var mıdır?
Türkçede ilk defa yayımlanan Titan’ın Sirenleri’nde Vonnegut bizi uzayda ve zamanda curcunalı bir yolculuğa çıkararak insanın hayattaki amacına ve evrenin derin anlamsızlığına dair kendi kıvrak kalemine özgü, benzersiz bir hayal sunuyor.
Kara mizahı, sivri dili ve eşsiz hayal gücüyle 20. yüzyılın en önemli yazarları arasında yer alan Vonnegut, Time’ın deyimiyle, “George Orwell, Dr. Caligari ve Flash Gordon’ı tek vücutta birleştiren bir yazar... ahlaklı bir soytarı, deli bir biliminsanı.”
(Tanıtım Bülteninden)
#6 Süleyman’ın Şarkısı
Nobel ve Pulitzer ödüllü Toni Morrison’dan toplumun dışlanmış, horgörülmüş, ötekileştirilmiş kesimlerinin yakın tarihine tanıklık eden modern bir klasik daha: Süleyman’ın Şarkısı. Tahakkümden kurtulmaya, ırkçılığın sosyal dokuya işlemiş tezahürleriyle baş etmeye çalışan siyahilerin mücadelesinden bir kesit sunan, acı gerçekler ve efsanelerle örülü bu hikâye, Afro-Amerikalı kimliği keşfetmenin ve köklere dönmenin dolambaçlı yollarını arşınlıyor. Kadim söylenceler ve kutsal kitaba dair bilgece anıştırmalarla bezeli Süleyman’ın Şarkısı’nın cehalet, adaletsizlik ve ayrımcılığın sonuçlarına dair uyarısı Morrison’ın derinlikli üslubuyla daha da zenginleşiyor.
(Tanıtım Bülteninden)
-
Coook guzel
#7 Sorumluluk ve Yargı
20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Hannah Arendt makale, konuşma ve derslerinden oluşan Sorumluluk ve Yargı’da Yahudi soykırımından atom bombasının kullanım amacına, Vietnam savaşından ırkçılığa yaşadığı yüzyılın bütün politik krizlerini ahlaki çöküş ışığında değerlendirir; bu çöküşü “dişlilerin parçası olduğunu” varsayan insanların cehaletinde ya da doğasına içkin kötülüğünde değil, kendi eylemlerini ahlaki hakikatlere göre yargılamaktaki acizliğinde arar. Düşünme yetersizliği, iyi ya da kötü tercihlerden sakınma eğilimi Arendt’in analizlerinde merkezi bir öneme sahiptir. Herkesin suçlu olduğu yerde hiç kimsenin suçlu olmadığını öne sürerek, ahlaki sorumluluk ve nesnel suç arasındaki ayrımın politik veçheleri üzerine hukuk ve ahlak felsefesi çerçevesinde kalem oynatır. Sorumluluk ve Yargı, “kötülüğün sıradanlığı” üzerine devam eden bir tartışmanın parçası olduğu kadar, ahlak felsefesi, sorumluluk, hakikat ve kolektif suç mefhumları üzerine de sistemli bir düşünme çabasının ürünüdür. “Hem ahlaki hem de politik olarak, kayıtsızlık en büyük tehlikedir. Gerçek skandala, gerçek ayak bağları, kişinin kendi örneklerini ve ona eşlik edecekleri seçme isteğinden ve yeteneğinden mahrum olmasından, kendi yargısı aracılığıyla başkalarıyla ilişki kurma isteğini ya da yeteneğini gösterememesinden doğar. Dehşetle beraber, kötülüğün sıradanlığı da işte orada yatar.”
(Tanıtım Bülteninden)
#8 Kadınlar ve Cadılar
Cadı Avı Çağı, 1350 ile 1780 yılları arasındaki dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde etkin olan cinnet hali, zamanla değişime uğramıştır. Çok sayıda kadın, cadı olduğu şüphesi ile yakalanmış ve onlara çeşitli işkenceler uygulanmıştır.
Hatta bu şüpheliler yakalandıklarında uygulanan kısık ateş, erimiş kurşun, kaynar yağ, zift, balmumu ve sülfür karışımı işkencesi bile Hristiyanlara göre onların işlediği suçu tam olarak karşılayamıyordu. Hatta Barbara adlı bir kadının yargılandığı mahkemedeki sorgusunda yaklaşık 14-15 yıldır üye olduğu cadılar tarikatında şeytanla işbirliği yaptığını ve annesinden miras kalan süpürgesi üzerinde uçarak sabbat ayinlerine katıldığını itiraf etmesi üzerine genç yaşta yakılarak öldürülmüş olması cadılara duyulan nefretin büyüklüğünü göstermektedir. Ayrıca Toulouse kentinde olduğu gibi sadece bir günde 400 kadının yakılarak öldürüldüğü dönemler dahi olmuştur.
Papa II. Pius’un, “Kadın gördüğünde dur ve düşün; O, bir şeytan olabilir” demesi de o dönemde kadına olan bakış açısına bir örnektir. Peki neden kadın? Acaba var oluşları da bir hata mıydı bilinmez; ama bu dönemlerde çok acı çektikleri kesin. Evet yakıldılar… Sebebi her şey olabilir. Peki küllerinden doğdular mı sizce?
İşte Orta Çağ-Kadın ve Ateş üçgeni…
(Tanıtım Bülteninden)
#9 Kalp Gidince
“Tek kelimeyle, daha doğrusu üç kelimeyle: Anlamlı bir hayat.”
Tektip giysilerin, beton duvarların, şirketlerin kâr ve zarar tablolarının, seks robotlarının, reklam sloganlarının ortasında kalp sevmeyi unutacak mıdır?
ABD’deki ekonomik krizde işsiz ve evsiz kalıp arabalarında yaşamaya çalışan Chairmaine ve Stan kendilerine yeni bir yaşam vaat eden Pozitron Projesi’nin ilanını görürler. Çevresi duvarlarla çevrili bu yeni yaşama katılan herkes, yılın bir ayını dış dünyada, Consilience’te, güzel bir hayat sürerek; bir ayını da Pozitron’da mahkûm olarak geçirmektedirler. İnternetin, dış dünyayla bağlantının olmadığı Pozitron’da ancak yönetimin izin verdiği dergi ve gazeteler okunabilmektedir. George Orwell’in 1984’ünün hüküm sürdüğü Pozitron’da en önemli projelerden biri insan beynindeki sevgi anlayışını yok edip insanlara sevmeyi değil boyun eğmeyi öğretmektir.
#10 Nick Cave
Usta çizgi romancı Reinhard Kleist [Berlin Efsaneleri, Castro, Cash-Her Yer Karanlık, Olimpiyat Rüyası] bu sefer Avustralya asıllı rock müzik efsanesi Nick Cave’in hezeyanlarla dolu hayatını ele alıyor. Avustralya’da başlayıp, Londra’da ve hatta Berlin’de devam eden çalkantılı bir müzikal yaşamın bütün buhranlarını ve iniş çıkışlarını, usta çizgisiyle gözler önüne seriyor. Bunu yaparken Nick Cave’in unutulmaz şarkılarından beslenmeyi de ihmal etmiyor.
“Reinhard Kleist, usta bir grafik romancı. Ve kendisi, yine bir efsane yaratmış grafik roman kavramını, kalıpları yıkarcasına Cave şarkılarıyla harmanlamış. Yarı gerçek biyografik anlatımlar ve tamamen uydurma hikâyelerle, Cave Dünyası’na karmaşık, ürpertici ve kesinlikle sıra dışı bir seyahat tertiplemiş. Ama emin olun, gerçeğe, yazılmış tüm biyografilerden daha yakın! Laf aramızda, Elisa Day’i asla öldürmedim.”
- Nick Cave -