1994 çıkışlı Division Bell albümünde yer alan ”Keep Talking” isimli şarkıda Pink Floyd, günümüz insanının birbirini gerçek manada anlamadaki derin eksikliğine vurgu yaparken, kalan tek yanak kasıyla konuşabilen Stephen Hawking’in sesi duyulur: ”Milyonlarca yıl boyunca, insanlık hayvanlar gibi yaşadı. Sonra bizim hayal gücümüzün gücünü ortaya çıkaran bir şey oldu, konuşmayı öğrendik….Bu böyle olmak zorunda değil. Tek yapmamız gereken, konuşmaya mutlaka devam etmemizi sağlamaktır.”
Soru- cevap bölümlerinin etkileyiciliği ile hafızalara kazınan şarkıda can alıcı kesitlerin kullanıldığı Hawking’e ait konuşmanın tamamı ise şöyledir:
“Milyonlarca yıl boyunca, insanlık hayvanlar gibi yaşadı. Sonra bizim hayal gücümüzün gücünü ortaya çıkaran bir şey oldu, konuşmayı öğrendik. Ve dinlemeyi öğrendik. Konuşmak, fikirlerin iletişimini sağlayarak insanların birlikte çalışmasının yolunu açtı; imkansızı başarmak için. İnsanlığın en büyük başarıları konuşmak sayesinde oldu. Ve en büyük başarısızlıkları da konuşmamak nedeniyle. Bu böyle olmak zorunda değil. En büyük umutlarımız gelecekte gerçeğe dönüşebilir. Teknolojinin bize sunduklarıyla imkanlar sınırsızdır. Tek yapmamız gereken, konuşmaya mutlaka devam etmemizi sağlamaktır.”
“Yeryüzündeki yaşamın, aniden çıkabilecek bir nükleer savaş, genetiği değiştirilmiş bir virüs gibi felaketler ve giderek artan başka tehlikelerle yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğuna inanıyorum. İnsanlığın uzaya gitmediği sürece bir geleceği olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden, insanların uzaya ilgi duymasını teşvik etmek istiyorum.”
Dünyaya yaptıklarımızdan sonra evrene yayılma düşüncesinin hala iyi bir fikir olup olmadığı başka bir tartışmanın konusu elbette. Ancak bu noktada, bilimsel iyimserliği ile tanıdığımız Stephen Hawking’in karamsar ve haklı olmaktansa, iyimser ve ”aptal” kalmayı tercih ettiği oldukça aşikar.
Bilimi, göklerdeki akademi tanrılarından yeryüzündeki biz sıradan insanlara taşıma gayesiyle bol illüstrasyonlu az formüllü popüler bilim kitapları yazan, komedi dizileri ve filmlerde oynayan Stephen Hawking’in ölmeden önce üzerinde çalıştığı son makalesi geçtiğimiz günlerde dijital ortama aktarıldı. Cambridge ve Harvard Üniversiteleri’nde beraber çalıştığı bilim insanları tarafından düzenlenip internete yüklenen son çalışmasında Hawking, ‘’Bilgi Paradoksu’’nu ele alırken sadece ‘’Kara deliğe düşen cisimlerin fiziksel bilgisine ne olur?’’ sorusunu yanıtlamakla kalmıyor, aynı zamanda gittiği yerden evrenle konuşmaya devam ettiğini bizlere muzipçe gösteriyor.
2008 yılına ait TED-Ed’in ”Big Questions” serisinde kainat hakkında büyük sorular soran ve böylelikle gerçek bir bilim iletişimcisi olduğunu bir kez daha ispatlayan Stephen Hawking’ın evreni anlama rehberi sayılabilecek bu önemli konuşmasının yazılı metnini zamanında ıskalamış olanlar için bir kere daha dolaşıma sokuyoruz.
”Kainattan daha büyük, ya da eski bir şey yoktur. Sizin benden konuşmamı istediğiniz sorular: Bir, biz nereden geldik? Kainat nasıl var oldu? Kainatta yalnız mıyız? Oralarda bir yerlerde uzaylı var mı? İnsan ırkının geleceği ne?
1920’lere kadar, insanlar kainatın durağan olduğunu ve zamanla değişmediğini düşünüyordu. Daha sonra kainatın genişlediği keşfedildi. Uzaktaki galaksiler bizden uzaklaşıyordu. Bu, galaksilerin bir zamanlar bize yakın oldukları anlamına geliyordu. Eğer geriye gidersek, 15 milyar yıl kadar önce, hepimizin birbirimizin üstünde olması lazım. Bu Big Bang idi, kainatın başlangıcı.
Peki Big Bang’den önce bir şey var mıydı? Eğer değilse, kainatı kim yarattı? Neden kainat Büyük Patlama’dan sonra bu şekilde gelişti? Biz kainat teorisinin ikiye ayrılabileceğini düşünüyorduk. Birincisi, kanunlar. Bir zamandaki tüm durumlar verilince, kainatın evrimini belirleyen Maxwell denklemleri ve genel görecelilik. Ve ikinci kısım, kainatın ilk hali ile ilgili soru sorulmuyordu.
İlk kısımda çok iyi gelişme kat ettik ve evrim kanunları hakkında en uç durumlar hariç her koşul için bilgiye sahibiz. Fakat daha yakın zamana kadar, kainatın ilk hali hakkında çok az bilgiye sahip idik. Fakat, kanunları evrim ve ilk hal şeklinde ikiye ayırmak zamana bağlı ve mekanın ayrık ve farklı olmasını gerektiriyor. En uç koşullarda, genel görecelilik ve kuantum teorisi zamanın, mekanın bir başka boyutu gibi davranmasına izin veriyor. Bu da zaman ile mekan arasındaki farkı ortadan kaldırıyor. Bu da evrimin, kainatın ilk halini de belirleyebileceği anlamına geliyor. Kainat yokluktan kendini yaratabilir.
Daha da fazlası, biz kainatın farklı durumlarda yaratılma ihtimallerini de hesaplayabiliyoruz. Bu tahminler WMAP uydusu ile yapılan gözlemlerle, kainatın ilk hali olan kozmik mikrodalga arka planı ile çok iyi örtüşüyor. Biz yaratılış sırrını çözdüğümüzü düşünüyoruz. Belki de kainatı patentleyip, herkesten var olma ayrıcalığı parası almalıyız.
Ben şimdi ikinci büyük soruya geçiyorum: Yalnız mıyız, kainatta başka yaşam var mı? Biz hayatın Dünya’da kendiliğinden çıktığını, böylece başka uygun gezegenlerde de hayat olabileceğini düşünüyoruz. Bu tip gezegenlerin sayısı galakside bayağı fazla.
Fakat hayatın ilk nasıl oluştuğunu bilmiyoruz. Hayatın oluşma ihtimali ile ilgili elimizde iki çeşit gözlemleyebileceğimiz delil var. İlki, 3.5 milyar yıl öncesinden alg fosilleri. Dünya, 4.6 milyar yıl önce oluştu ve büyük ihtimalle ilk yarım milyar yıl çok sıcak idi. Yani Dünya’da hayat yarım milyar yılda oluştu. Bu süre Dünya gibi bir gezegeninin ömrü olan 10 milyar yıla göre çok kısa. Bu da hayatın oluşma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Eğer düşük olsaydı, 10 milyar yılın çoğunluğu hayatsız geçerdi.
Diğer taraftan, biz uzaylılar tarafından ziyaret edilmiş gibi durmuyoruz. UFO raporlarını saymıyorum. Neden krank ve acayip şeylerle gelsinler ki? Eğer devletin raporları örtbas edip, uzaylıların getirdiği bilimsel bilgiyi kendine saklama gibi bir komplosu var ise bunun çok verimsiz bir politika olduğu görülüyor. SETI projesi kapsamındaki detaylı araştırmaya rağmen, televizyonda hiç uzaylı yarışması görmedik. Bu büyük ihtimalle birkaç yüz ışık yılı uzaklığında bizim kadar gelişmiş bir uzaylı medeniyetinin olmadığını gösteriyor. Uzaylılar tarafından kaçırılma sigortası güzel bir işe benziyor.
Bu da beni son büyük soruya getiriyor: İnsan ırkının geleceği. Galaksideki tek akıllı yaratık biz isek, hayatta kalabileceğimizden emin olmalıyız. Fakat tarihimizde çok tehlikeli bir döneme giriyoruz. Nüfusumuz ve Dünya’nın kısıtlı kaynaklarını kullanmamız ve çevreyi iyileştirme, kötüleştirme yeteneğimizle birlikte üssel olarak artıyor. Fakat genetik kodlarımızda geçmişte hayatta kalmamızı sağlayan kıskanma ve saldırma içgüdülerimize hâlâ sahibiz. Bırakın bin ya da milyon yılı gelecek yüzyılda felaketi önlememiz zor olacak.
Uzun dönemde hayatta kalabilmemiz Dünya’da gizlenmek yerine uzaya yayılmaktır. Bu büyük sorulara cevaplar, son yüz yılda kayda değer bir gelişme kaydettiğimizi gösteriyor. Fakat gelecek yüzyılın da ötesine gitmek istiyorsak, geleceğimiz uzayda. O yüzden ben insanlı uzay uçuşlarından yanayım.
Ben tüm hayatım boyunca kainatı anlamaya ve bu soruları cevaplamak için uğraştım. Engelli olmamın benim için bir handikap olmadığı için çok şanslıydım. Aslında, engelli olmam bana bilgiyi avlamak için diğer insanlardan daha fazla zaman sağladı. En son hedef, tamamlanmış kainat teorisi, ve bu alanda güzel gelişmelere imza atıyoruz. Dinlediğiniz için teşekkürler.”
Kapak Görseli: PRESS ASSOCIATION