in

Müzik Üzerine Dağınık Düşünceler

Bazen bir şarkı takılıyor kulağımıza, açıp cihazımızı yazıyoruz internete, hemen dinliyoruz. Mesela eskilerden bir parça oluyor bu. Onca yorumcu varken biz, mesela Emel Sayın’dan dinlemek istiyoruz. Ya da yine “iyi” diye nitelendirdiğimiz bir başka yorumcudan. Keza Zeki Müren, Müzeyyen Senar… Peki niye? Yeni yetişen, okullarda şan eğitimleri gören, görmese de entonasyon problemi olmayan birçok ses var, üstelik destek de bekliyorlar. Tertemiz söylemelerine, tüm müzik cümlelerini en uygun şekilde yapmalarına rağmen tercihlerimiz onları eliyor.

Cem Adrian mesela. Sesinin biyolojik özelliklerinden haberimiz mi var? Neden dinliyoruz onu? Sarı gelin yorumunu daha önce onlarca kez dinledik. Ondan bir daha dinliyoruz. “Ben seni çok sevdim” var yine.

“Ben seni çok sevdim”…

Şarkıyı açıp bi dinlesenize; “adam hakikaten çok sevmiş be!” dedirtiyor insana. Çok sevmiş ama gitmiş. Gittiğini “çok sevdim” derken anlıyoruz, açıklamaya gerek duymuyor. Gitmiş işte. Makul adam. Sesi kısılıyor (diminuendo) olsa da trompet hüngür hüngür yorumluyor partisini.

Biz ne bekliyoruz peki? Yorum mu? İcradaki bu gizem nedir?

Yorumculuk ağır zanaat! Seçtiğin enstrümanın ya da sesinin virtüözü olman yetmiyor. Yeterli bir dünya görüşü, üstün hissetme kabiliyeti, çelik gibi ruh ve zengin bir duygu bankası gerek. Yaş ise yıllanmaktan daha ciddi, daha ağır çıkman gereken, uzun bir merdiven…

Sonra işte rahat rahat dersin; “kimseye etmem şikayet” diye..

Ağla dur..

”Halime” derken için cız etsin.

Müziğin sözlerle uyumu bir yana dursun; sözlere, müzikle can verirken, anlamlarına ruh verebilenler işte estetik anlamda “güzel icra edenler” oluyor. Bu icra için tabii ki temelde “doğru” söylemek ya da çalmak (işte entonasyon dediğimiz, biz temiz çalmak da deriz) gerek. Sonra basit müzikal yorumlar iyi çaldı dedirtir, bestecinin istediği müzik cümleleri, nüanslar, vurgular, süslemeler… Ve en son olarak; o, bir sonraki boyuta geçme meselesi. İdealar dünyası, nurlar altında insanoğlunun yaşarken boyut değiştirdiği o an, uçma hissinin en güvenli hali, varlığının, varoluşunun anlamı.  “Güzel” kelimesinin Türkçede bu kadar güzel tınlamasını, işte bu, estetiğin en tepesine, zirvesine oturmasına bağlıyorum. Mükemmel kadar mükemmel olmasına gerek olmadan, sade zarif  bir “güzel”, doymamıza yeter.

Tanju Okan’ın “Kadınım” derkenki “varlığın yeter, evet seni kaybetmiş buldum birden kendimi ama yaşadım seni benimdin ve varlığın yok olsa da yokluğun olamaz artık” hissini tek bir kelimede anlatması gibi. Cem Karaca’nın kendi sesinden tamirci çırağı: Ben bu kadar net, hem kızgın hem incinmiş hem özümsemiş, hem hemen unutmak isteyen lakin hem de merhametiyle kucaklamaya çekinen bir baba gibi çaresiz bir sınıf farkı betimlemesi ömrümde duymadım. Duymam da herhalde! Bir tokat gibi defalarca, -o lanet- “yoksun umut” yüzümüze çarpılıyor ama yine de sert değil. Lodos gibi sıcak ve kükreyerek.

Daha nice yorumlar var ki bize “öbür taraftan” sesleniyor. Arkasında sonsuz bir derya gibi daha nice enstrüman yorumcuları duyulmayı anlaşılmayı hissedilmeyi bekliyorlar. Sonraki yazılarda görüşmek üzere…

Yazan Windrose

9 Yorum

Cevap Yazın
    • Ne işe yaşadığından ziyade, müziğe ses ile katılındığında dil bilincinin yorumu dolasıyıyla müziği nasıl da güzelleştirdiğini anlatmaya çalıştım. Müziğin ne olduğu henüz kalemim için “baba” bi konu ama süper bi fikir aynı zamanda da.. Nasıl betimlenir, neresinden ele alınır düşüneceğim, teşekkürler …

    • Kusura bakmayın ama bence bir tartışma konusu değildir müzik ( sizin değiminizle) size göre ne olduğunu bi yaZınızda okumak isterim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uyanış Mah.-5. Bölüm (Gecekondu: Hamiyet Hanım Tarafı)

Virginia Woolf 137 Yaşında!