Büyük önderimiz Atatürk’ ün ‘’Köylü milletin efendisidir ’’ derken ne demek istediğini ben bu salgın döneminde çok güzel idrak ettim. Gıda yoksa, köyde üretim yoksa hiçbir şey yok.
Hepimizin zor zamanlar geçirdiği bu salgın günlerinde düşünecek ve anlayacak çok fazla zamanımız oldu. Evlere kapandığımız ilk günlerde marketlerde un, makarna vs. bulamama kaygısına düşüp stoklar yaptık. Virüs korkusundan dolayı fırından ekmek alamadık. Hepimiz evlerimizde ekmek yaptık. Belki de ilk defa ekmek mayaladık, pişirdik. Bu salgında en çok gıdanın değerini anladık galiba…
Gerçek zenginliğin tüketimde değil de, üretimde olduğunu anladık. Şu an yeni akım temiz gıda ve yerli tohum. Tohum tohumdur, yerlisi de neymiş diyorsanız bakalım bu yerli tohum neymiş;
Yerli tohum demek bizim topraklarımızda yüzyıllardır var olan bizim iklimimizi, toprağımızı, suyumuzu, güneşimizi, böceğimizi bilen, kendi savunma mekanizmasını oluşturmuş, genetiği genetiğimizle uyumlu olan tohum demektir.
Başka bir konu da pestisit denilen tarım ilaçları. Yerli tohum bizim zararlılarımızı çok iyi tanıdığı için kendi kendine nasıl mücadele edebileceğini de biliyor. Yani dışarıdan gelen bir tohumdan daha az tarım ilacına ihtiyacı oluyor. Zirai atık miktarını en aza indiriyor.
İnsanlığın yavaş yavaş bilinçlendiği son yıllarda, özellikle sivil toplum kuruluşları bu yerli tohum konusuyla çok ilgileniyor. Yaklaşık bir yıl önce kurulan, benim de aralarında bulunduğum bir vakıf var, adı Tohumluk Vakfı. Adından da anlaşıldığı gibi dünyanın geleceğini tohumda, köyde ve kırsalda gören bir vakıf. Kırsaldaki yaşamın ne denli önemli olduğunu, kırsaldaki hayat biterse üretimin de biteceğini öngören bir vakıf. Ben bu vakıf sayesinde öğrendim yukarıda bahsettiğim şeyleri. Vakfın bünyesinde, alanında uzman olan birçok kişi bulunuyor.Onların yaptığı çok güzel projeleri uyguluyorlar. Hepimiz aynı bütünün parçalarıyız, birlikte topyekün kalkınırsak, kadını erkeği, yaşlısı genci, köylüsü kentlisi bir olur, bütünün hayrına çalışırsak, çağdaş bilimle, eğitimle, sanatla aydınlanırsak geleceğe sağlam adımlarla yürüyebiliriz diyorlar. Tohumluk Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları benim geleceğe olan inancımı arttırıyor. Büyük önderimiz Atatürk’ ün köylü milletin efendisidir derken ne demek istediğini ben bu salgın döneminde çok güzel idrak ettim. Gıda yoksa, köyde üretim yoksa hiçbir şey yok.
Yazın yaptığımız domates sosu, turşu, tarhana yoksa, mis gibi mayalanmış ekmeğimiz yoksa biz de yokuz. Marketten aldığımız ekmek turşu vs. hiç biri artık gerçek gıda değil malesef.
Son dönemde gluten alerjisi diye bir şey çıktı mesela. Kendi kendime biraz araştırdım. Ekmek mayalanırken, eğer uzun süre mayalanırsa, maya dediğimiz bakteriler unun içindeki gluteni yiyerek besleniyormuş. Yani uzun fermantasyonlu ekmek glutensiz ya da az glutenli oluyormuş. Böylece maruziyet azaldıkça alerji riski de azalıyormuş. Bir de genetiğiyle oynanmış buğdaydan yapılmaması gerekiyor tabii. Çünkü genetiği değiştirilmiş buğday, bizim genetiğimize uymuyor.
Okuduğum başka bir araştırmada ise fareler üzerinde deney yapmışlar. Bir grup fareye fırından alınan beyaz ekmek yedirmişler, diğer grup fareye de uzun fermante ev ekmeği yedirmişler. Beyaz ekmek yiyen farelerde bir süre sonra infertilite yani kısırlık gelişmiş. Ev ekmeği yiyen farelerin doğurganlığı ise aynen devam etmiş. Yani genetiği değiştirilmiş buğdaydan yapılan ekmek farelerin de genetiğini değiştirmiş.
Mutlu ve sağlıklı yaşamak için zaman kaybetmeden özümüze dönmemiz gerekiyor. Kendimize ait olan öz değerlerimize, yerli tohumumuza, ev yoğurdumuza, tarhanamıza… Temiz ve sağlıklı gıdamıza geri dönmemiz gerekiyor.