Masallarda varoluşun köklerine uzanan karanlık boşluk vardır. Bizden öncesi ve bizden sonrası gibi bilinmezdir. Bu yüzden bir oluş potansiyeli barındırır. Canlanacak tomurcuktur, hayaldir, bugünden yarına bize kılavuzluk edecek özdür. Yeraltı kaynakları ve gökyüzü gibi sonsuzdur.
Artık burada olmayanla kurulan bağdır masal. Eski çağların kalıntıları arasında gezerken bizi etkileyen bir izin, resmin gücündedir çünkü aynı zamanda kendi gelip geçiciliğimize kalıcı bir selamdır.
Şaman törenlerindeki sözler gibidir etkisi. Ruhumuzun karanlık mağarasında bir şeyleri harekete geçirir.
Aynı masalların, anlatan kişiye göre değişmesi, bu etkiyi gözler önüne serer. Masal anlatıcısını da her seferinde anlatırken dinleyici konumuna geçirir. Çünkü ruh gibi canlıdır. Etki eder. Dolayısı ile anlatan da her seferinde yeni bir yolculuğa çıkmış olur. Ruhun arınması, yıkanması, başkalaşması, özü ile kavuşması gibi etkileri vardır masalların… Tam da artık ruhumuzun arkeolojik kalıntıları diyebileceğimiz çocukluk katmanımızı canlandırır. Hayal kuran çocuğun gözleri kulakları açılır. Uzun süredir girmediğimiz bir odasına gireriz ruh evimizin. Aslında bizim olan ama bir o kadar da artık orada olmadığımız için başkalarının olan bir çocukluk bahçesi belki de… Anıların ışıltılı sandığını da açar masal aynı zamanda o masalı kim anlatmıştı? Ne zaman, ne yaparken anlatmıştı? Hepsini hatırlarız, çünkü devler, canavarlar tepegözler tarafından yutulmamak için “o şimdiki zaman”a daha sıkı tutunmuşuzdur.
Kendini tıpkı bir çocuk gibi hayal gücünün etkisine dolaysız bırakan için masallar gerçek bir yolculuktur. Anlatıcılar arasından da bu yolculuğu yoğun hissedenler vardır. Anlatırken şimdiki zamandan kopan, kendini kaptıran ve masalın o görünmez diyarında yaşamaya başlayan yaşatıyor da…
İşte hayal gücü ateşi ile cesurca gidebilenin, geri dönebilenin gücü, anlatıda bizi etkileyen. Masallar birer yüzleşme. Benliğimizin karanlık duvarında bir kandil ışığı ile duvara yansıyan gölgeleri, bize seyrettirmeyi başarır. Şairler hep önden gidenlerdir. Kılavuzlardır. Güvenliyse birlikte oldukları kalabalığa “haydi gelin” diyenlerdir. Masal anlatıcıları da öyledir. Meşaleleri ile karanlığa doğru önden giderler. Koyu karanlığa, balta girmemiş ormana dalarlar…
Limon Kız masalında ve başka birçok masalda örneğini gördüğümüz “bir şey kötü de olsa onu üzmemek için iyi, güzel demek” yıllarca özü dışında yaşamış canlı ya da nesneleri özüne döndürmek (aslanın önündeki otu koyuna, koyunun önündeki eti aslana vermek, açılmamış kapıyı açmak…) vardır ve bu dinleyen çocuklar için bir yaşam öğretisi olur.
Masalların bilinmez karanlığı çocukların bilinmez geleceklerine benzer…
Masallarda kız çocuklarına söylenen de ilginçtir. Örneğin her gün üç erkek kardeşi evde yokken inip evi temizleyip yeniden iğne olup iğneliğe saplanan bir kız vardır, İğne Kız Masalı’nda. Bu masal tam da toplumun kız çocuklarından, kadınlardan beklentisini özetler niteliktedir; hizmet etmek ve görünmez olmak.
Peynir Tulum’unda ağzını tutamayan küçük kız cezalandırılır.
Çıkrıkçı Kız’da bir oda dolusu yün ile bir odaya hapsedilen Çıkrıkçı Kız, zorluklara dayanmaya, kanaat etmeye vurgu yapar ancak bu kanaat, bilinçaltında hırsa da dönüşür. Her sabah “bakın bitirdim,” diyen kızın başarısı içten içe benliklerimizi sarar. Bir yandan da ne olursa olsun neredeyse bir eziyete dönüşen iş yükü altında sesini çıkarmamayı da öğütler.
Kül Kedisi’nde yarıştırılma vardır. Güzellikler dış görünüşler yarıştırılır. Ve de bir hatalı kodlama vardır: Güzel iyi, çirkin kötüdür.
Genel olarak tüm masalların sonunda da mutlu sonu beklemeye alıştırma var. Bir yandan etkinleştirici değil, edilgenleştirici… Bir yandan da iyi olanın kazanacağı inancının sağladığı iyi olmaya devam etme kazanımı…
İnsan en çok birilerinin ne olup bittiğini açıklamasına ihtiyaç duyar. Çünkü bizler bir akışın içindeyiz. Çocuklar heyecanla masal dinlerken sanki bir ağaç büyür. Yetişkinler heyecanla masal dinlerken sanki yollarını bulurlar… Masallar döngüseldir. Gündüzü ile gecesi ile dönen dünyanın üzerinde yaşadığını duyumsatır insana. Mevsimler gibi büklümler yaşatır. Görünmez eşikler vardır ve masal dinleyen biri, üzerine ışık yansıdığı için kırıkmış gibi görünen çay kaşığı gibi içsel bir değişiklik. İçgörüsel bir derinlik yaşar. Masal-gerçek eşiği, yenidünyaların kapısını açar ve kişi yaşamını masalların kılavuzluğunda yorumlamaya başlar. Çünkü herkese birden eşit güçte ve bir topluluk olarak seslendiği için bize nasıl yaşamamız gerektiğini söyleyen her şeyden daha güçlüdür. Niçin Yedi Küçük Keçi Yavrusu’nu dinlerken titreriz ya da Kara Ana ile birlikte Tilki’ye kızarız? Çünkü masallarda da tıpkı sahnede bir oyun seyrediyormuş gibi bir özdeşim kurarız. Belki daha da çok. Çünkü orada Kara Ana’nın, Tiliki’nin kostümünü dilediğimizce seçebiliriz. Ya da küçük yavru keçilerin… Hatta tanıdıklarımızdan bazılarına bile giydirebiliriz bu kostümleri… Kendimiz de giyeriz…