in

Müslüm Baba Filmi Üzerinden Bir Varmış Bir Yokmuşsal Okumalar

Adını anmadan bizi yazacağım, Muhterem. Bu yazının ömrü kadar bir süreliğine Muhterem diyeceğim sana, belki ileriki satırlarda bir de birinci tekil şahıs iyelik eki [i] ekleyeceğim takma adına… Tıpkı, onca ay adına eklediğim gibi. Muhterem adının senin adına bu kadar yakın bir anlama gelmesi de ne kadar ironik ve bunca ironi içinde bu ironi de hiç şaşırtıcı değil, biliyorsun, değil mi? Sen gidince değil de, sen gittikten aylar sonra, senin adını düşününce üçüncü tekil şahıs iyelik eki aklıma gelmeye başladığı an adının sonundaki iyelik ekinin de gitmesi ama nereye gidersen git aslında o ekin hep ardından gelecek olması kadar ironik. Hayatın bana bağlaç olan eklerin ayrı yazıldığını yıllar önce öğretip bazen iyelik ekinin de ayrı yazılabileceğini 40 yaşımda öğretmesi kadar…

Kasımda aşk başkaymış gerçekten, Muhterem Hanım. Bu soğuk Kasım gününde, en sevdiğim kafede en sevdiğim kahveden içip, geçenlerde izlediğim bir filmin ve söylememden hiç hoşlanmadığın yaşıma eşit yılın bana hissettirdikleri üzerinden bizi yazıyorum. Bize dair yapılabileceklerden geriye kalan iki üç şeyden biri. Bir de müzik dinliyorum bunları yazarken. Olur da bu yazıyı okursan, okurken sen de dinle diye dinlediğim şarkıların linklerini de ekleyeceğim, Muhterem’ciğim.

Bu şarkıyı Journeyman albümündeki orijinal haliyle dinleyemez oldum. Sen ve senin neslin bunu anlamaz belki ama ben bu şarkıyı kasetten dinlerdim eskiden. Kasetin bir yüzünde “Old Love” diğer yüzünde “Bad Love” vardı çünkü, (eski) sevgilim. “Old Love” bittiğinde kasetin arka tarafını çevirdiğinde “Bad Love” başlardı, Pettie Boyd[ii]’cuğum. İçim el vermiyor, sadece bir rastlantıya dayalı olduğuna inanmak istediğim bu çıkarımı bize kondurmaya. Belki de en iyisi, sizin gibi CD ile büyümekmiş. Hatta Spotify’a geçmek. Emeksizce, bedel ödemeden, müzik değil de, “şarkı” dinleyebilmek. Sana nasıl kızabilirim ki tüketicisin diye, Muhterem.

Müslüm Baba filmini izlerken o kadar çok yerde beraber ve solo olarak bizi düşündüm ki, Muhteremim… Gerçi film mi hatırlattı yoksa ben mi Rumeli Caddesi’nde, Teşvikiye’de ya da Maçka’da yanımdan geçen her belediye otobüsüne bakıp da seni görmeye çalıştığım gibi seni ve beni mi aradım ondan da emin değilim… Her neyse!

M.N.: Biz Belgrat’tan gelmişiz biliyor musun? Teyzemle. Olga’ymış benim adım. Olga.

M.G.: Muhterem?

M.N.: Kendim seçtim. Tabii. Saygıdeğer anlamına geliyor ya. Hayat… …o kadar saygısız davrandı ki bu ismi alırsam belki şansım değişir dedim.

Sana tam da bu yüzden Muhterem adını verdim. İnsanın kaderi karakteridir, karakteri de kaderi. Belki kaderin değişir ve hayatta insanın başına çok sık gelmeyecek şansları sırf örselendiler diye öldürmek yerine, belki herkes “Ölür bu” derken yanında taşıyıp da iyileştirmeyi öğrenirsin diye.

M.N.: Bak, sen tanımışsın anneni. Anlamışsın onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunu. Sizi ne kadar çok sevdiğini. Sarılmışsın ona, bakmışsın gözlerine. Bunlar ne kadar kıymetli,
biliyor musun? Ben mesela, hiç tanımadım annemi.
Annem beni doğururken ölmüş,
16 yaşında.

….

Ahmet: Bak, annem gibi kokuyor. (Temiz çarşaf kokusu)

Sakız kokan anne duymuştum da temiz çarşaf kokan anne duymamıştım hiç. Ama nesnelere, telefon numaralarına ve bilumum şeye asla anlam yüklemeyen bir insanın sakız kokusuna anlam yükleyebileceğini, insanın bazen, trajik bir karakter olsa bilse, annesini tanımayı reddedebileceğini, onun ne olursa olsun “anne” olduğunu öğrettin bana, Muhterem. Senin gibi kokan sakız da yok pek. Çilekli sakızın kokusu andırıyor biraz işte. Çok içki ve sigara içtiğim anlarda bile alabiliyorum o kokuyu, biliyor musun? Kokunu alamamışsın benden, ben de iki çantaya doldurduğum eşyalarının yanına koymamışım onu. Çarşaflar zaten hep aynı kokuyor bir süredir.

M.G.: Benim hayatım duymak. Ne yapacağım? “Kendini dinle” derdi ustam. “Kalbinin sesini dinle.” Başıma gelecekleri biliyormuş. Ben de dedim, iyi, bundan sonra kendimi duyayım yeter. Bir de sizi duyayım. Başka da ses gerek yok.

M.N.: Ne yapacaksın ki beni duyup?

M.G.: Ne diyorsanız onu yapacağım.

Eski favori kafeme ikinci gelişini hatırlıyorum, Muhterem. Gelip bana arkamdan sarılmanı. Bunu gören senin yaşıtın kadınlar bir anda ilgi göstermeye başlamıştı bana. İlginin sebebi ben değildim, hayatımda senin varlığındı. Sen hiçbir şey demedin aslında. Ama ben gözlerinde gördüm rahatsızlığını, huzursuzluğunu. Büyüdüğümü hissettim o an, Muhterem. Duymadan anladığım ve sen bir şey demesen de dediğin, demek istediğin şeyi yaptım. Ayağımı yavaş yavaş kestim oradan. Sayende anladım ki anlamak için duymaya da gerek yokmuş. Muhterem, “benzerleri arasında nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen bir kimse veya şey, favori” için insanın o dönem en çok vakit geçirdiği yerden uzaklaşması insanın kendinden ödün vermesi değil, kıymetlisine verdiği değeri gösterebilmesi için bir fırsatmış bilene. Âşık olmanın savunmasız olmak demek olduğunu ya da öyle olması gerektiğini öğrettin bana. Aşkta emniyet kemeri taksan da çarpışma anında hava yastıklarının patlamadığını, aşık olmanın, tıpkı bir trafik kazasında görünürde bir hatan olmasa da salt kamuya tahsis edilmiş bir yolda araç kullandığın için aslında kazada hatan olması gibi bir şey olduğunu öğrendim senden. Benden Müslüm Gürses olmaz, egom izin vermez. Ama sen de “Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer aşka o zaman neden hayret ediyorsun?”, be Muhterem. Etme!

 

 

 

 

 

Limoncu Ali: Söyle bakalım şimdi bana… … Kaçtığın için mi geldin, kovaladığın için mi?

M.N.: Ne hayattan kaçtığım için geri döndüm. Ne de seni kovaladığım için sana geldim…

Şimdi söyle bakalım, Muhterem. Her şeyin en başında, kaçtığın için mi geldin, kovaladığın için mi? Ya da hiç kaçabildin mi? Ya da kaçmak istedin mi? Sen geçmişten hiç kopabildin mi, Muhterem? “Did you ever go clear?”[iii] (Hiç temizlendin mi?)

Kaçan kovalanır oynamayı seviyorsun, biliyoruz artık bunu, ama benim artık hiç kaçasım da yok kovalayasım da. Benim yerim yurdum belli. Romeoculuk oynuyorum ama Shakespeare’i hiç de mutlu etmeyecek bir anlamda. Seni sevmek için sana ihtiyacım olmadığını, yanımda olmanın da her an seni sevmem demek olmadığını anladığımdan beri duruyorum ben. Nefes nefese değilim artık. Göğsüm biraz hırlıyor- ki o da normal.

 

M.G.: Ben sana bir çay demleyeyim. Muhterem?

M.N.: Hiçbir şey hatırlamıyorsun, değil mi? Benim annem nasıl ölmüş biliyorsun. İşte onun için benim anneme bir borcum var. Ne olursa olsun ben bu hayatta mutsuz olmayacağım. Hissedebiliyor musun? Hissedebiliyor musun seni ne kadar çok sevdiğimi? Buna iyi bak. Bak. (Dayak izlerini gösterir). Ben buna ölene kadar dayanabilirim. Dayanırım. Saçımdan tutup kafamı duvarlara mı vuruyorsun? Ben o zaman keserim bu saçı. Kökünden. Tutacak saç bulamazsın. Sen mi öldürdün anneni, kardeşlerini? Ne annen, ne kardeşlerin, ne sana baba diyen çocuklar, hiçbiri seni suçlamıyor. Çünkü senin hiçbir suçun yok. Bunu kabul et artık. Mutlu olmayı öğreneceksin. Müslüm, zaten ya öğreneceksin ya da beni öldüreceksin. Ama sen baban değilsin. Ben de senin annen değilim.

Senden aylarca iki şey istedim, Muhteremim. Biri adalet, ikincisi empati. Gel bu defalık da ben Muhterem olayım. Benim de saygıdeğer yönlerim kalmıştır elbette. Benim annem ve babam hayatta. Babamın 21 yaşındayken benim doğmamla hayatının sona erdiğini düşünmesi ve bana bunu yıllarca hissettirmesini saymazsak… Buna iyi bak. Ben buna ölene kadar dayanabilirim. Beni tesir alanına alıp sonra da boğuyor musun? Bir yerden sonra boğacak adam da bulamazsın. Mutlu olmayı öğreneceksin, kıymetlim. Ama sen annen değilsin, ben de senin baban değilim. Ben sadece kızımın babasıyım ve hayatımda sadece sevebileceğim bir kadın olsun istedim, anne değil.

“Olur da günün birinde kendini seversen, gel beni bul, (Muhterem).”[iv]

Maksadım seni “kategorize etmek” ya da “sana isim(ler) koymak” değil asla. Sen bir başkasına Eşref Abi dedin belki ama benim için tek Sebahat Abla olarak kalacaksın. Gerekirse başkalarıyla kendim için başka şarkılar bulacak ya da yeni şarkılar yazacağım. Ama sen de haklısın. “Herkes öldürür sevdiğini.” Kimi gecelerce dinlenen şarkılarla yapar bunu kimi klavyesinden dökülen harflerle.

 

 

 

 

[i] isim, dil bilgisi Ad soylu kelimeye eklenerek kime veya neye ait olduğunu bildiren ek
ev-im, ev-in, ev-i, ev-imiz, ev-iniz, ev-leri.

[ii] https://eksisozluk.com/pattie-boyd–661435

[iii] Leonard Cohen’in “Famous Blue Raincoat” şarkısından bir söz. Hukukla ilgili bir ifadeden tutun da narkotik bir ifadeye kadar farklı farklı şekillerde yorumlanabilir. Ama terapi gören bir bağımlı söz konusu olduğunda “Hiç temizlen mi?” anlamına gelebilir. Burada ifade edilen şey “Bağımlılıktan tam olarak kurtulabildin mi? Zehri bedeninden tam olarak atabildin mi?” gibi…

[iv] Bohemian Rhapsody filminden.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Süper Kahraman Bir Öğretmen İçin Sıradan Bir Gün

İlişkilerde Manipülasyon ve Duygu İllüzyonistliği ile Psikolojik Şiddet