in

Modernliğin Sıkıntılarına Bir Bakış

Bugün Kanadalı filozof Charles Taylor’un Modernliğin Sıkıntıları adlı kitabından bahsedeceğiz. Charles Taylor, İngiliz dilinde yazan yaşayan en önemli düşünürlerden biri olarak görülmektedir.

Taylor, modernliğin sıkıntılarına şu açıdan yaklaşmaya çalışmaktadır. İnsanlık olarak medeniyetimizin seviyesini yükselttikçe ortaya çıkan sıkıntılarımız. Buradan şunu anlıyorum ki modernliğin gelişimiyle beraber insanlar olarak biz, kendimizi yabancılaşmaya götürmekteyiz. Taylor, bu sıkıntıları üç aşamada dile getirmektedir.

(1) Bireycilik. Modernliğin kazançlarından biri mi? Yoksa kaybedişlerinden biri mi? Kazanç olarak görenler olduğu gibi kaybediş olarak algılayanlarda vardır. Modern anlayış, geleneksel tavırların yitirilmesiyle kendini göstermektedir. Bireyin tamamen kendini düşünerek adımlar atmaya çalıştığı, seçimlerinde özgür davranmaya çalıştığı bir dönemde yaşıyoruz. Önceden bir bütünlük anlayışı içinde hareket eden insanlar, kendilerini büyük bir yapının parçası olarak görüp hayatlarına anlam katmaktaydılar. İşte tam da bu açıdan, insanların toplumsal hayata etkileri olmaktaydı.

İnsanların modernliğin getirileriyle birlikte, insanlıktan bir kopuş içerisinde olduğu aşikar bir durumdur. İnsan modernlikle beraber hayata karşı bir anlam yükleyemeyen durumdadır. Hayatın içinde yönlendirilen insan, yönlendirildiği şeylerin kölesi haline gelmiştir. Aynı zamanda bu durum bakış açılarını sınırlandırmaktadır.

(2) Araçsal Akıl. Belirlenmiş bir amaca ulaşmak için araçların en ekonomik olarak nasıl kullanılacağını hesaplarken başvurulan akıl yöntemidir. Az önce bahsettiğim hayatın içinde yönlendirilen insan tanımıyla bu durumu anlayabiliriz. Örneğin, eşit olmayan gelir dağılımını ekonomik büyüme ile haklı göstermeye çalışmak ya da aynı nedenden dolayı doğal çevrenin ihtiyaçlarına duyarsızlaşma gibi durumlardan bahsedebiliriz.

Taylor’un kitabında yer verdiği Albert Borgma’nın sözüyle bu durumu pekiştirebiliriz. ‘’Aygıt paradigması’’ ile çevremizle kurduğumuz ‘’çok yönlü ilişkiden’’ uzaklaşarak onun yerine belirli bir yarar sağlamaya yönelik ürünler isteriz ve elde ederiz. (Taylor, 2017:14)

Charles Taylor, Marx gibi bazı kuramcılardan yola çıkarak kurumsal yapıların -yani piyasa ve devletin- ortadan kaldırılmadığı sürece çaresiz kalınacağını belirtmektedir. Taylor ise bu görüşü soyut ve yanlış buluyor. İnsanların özgürlüğünün halen devam ettiğini yani tamamen ortadan kalkmadığını ve odaklanılması gereken yer olarak da araçsal aklın hayatlarımızdaki rolünün daha az olup olmamasını görmektedir.

(3) Siyasal Düzleme. Araçsal aklın varlığıyla bireylerde ve toplumlarda daralmalar meydana gelmektedir. Alexis de Tocqueville’in deyimiyle ‘’kendi içine kapalı’’ bireylere dönüşüm sonucunda yönetimler tarafından özel yaşam gerekliliği üretildikçe hiç kimsenin yönetim için harekete geçmeyeceği ve yönetimde siyasal katılımda bulunmayacağı belirtilmektedir.

Bu konudaki tartışmalar devam etmektedir. Taylor ise modernliği, ne savunmayı seçiyor ne de savunmamayı. O, her iki tarafın da haklılık payı olduğunu söylemektedir.

Taylor’un özellikle değindiği nokta, bireyciliğe dönüşen, insanı bu hale getiren etkeni tanımlamaya çalışmaktır. Bu etken ‘’Sahicilik’’ dediği bir idealdir. Sahiciliğin gelişmesini şu fikirle açıklamaktadır. Doğruyu yanlışı bilmek kuru kuruya bir hesap işi değildir, ucu bizim duygularımızdadır. Ahlak bir bakıma içsel bir sese sahiptir.

Sahicilik, kişinin kendisine dürüst olmasını, başkalarına göre yaşamamasını, yaşam şeklini kendi içinde bulabileceği düşüncesini barındırmaktadır.

Taylor’un yer verdiği şekliyle Jean Jacques Rousseau, ahlakın içimizdeki doğal ses olduğunu söylemektedir. Ayrıca ahlaki kurtuluşumuzun kendimize karşı, sahici ahlaki ilişkiyi ele almamızla olacağını vurgulamaktadır. Dışsal etmenler olmaksızın bu kararı kendim verebildim diyebilmektir. Yaşamımı dışsal uyaranlara göre şekillendirmediğim gibi, yaşam modelimi de kendim dışında bulamam. Onu içimde aramalıyım anlayışı hakimdir.

Hayatın içerisinde bir anlam arayışı içerisinde olan insanın, yaşama dair soruların, düşüncelerin içerisinde olup adımlar atması gerektiğini düşünüyorum. Örneğin iş sahibi olmak, mal mülk satın almak, birilerini yönetmek vs. Bunlar yaşam değil yaşamın parçalarıdır. Elbette yaşamın parçalarını bir yere kadar önemsemeliyiz lakin yaşamın parçalarını yaşamın önüne koydukça anlamsız, değersiz bir hayatımız olacağını düşünmekteyim.

Taylor’un değimiyle bireycilik, doyumun merkezine bireyi koymayı yeğler. Yani, kendi isteklerimizin ya da kendi özlemlerimizin dışındaki istemleri ister tarihten ister geleneklerden, toplumdan, doğadan ya da Tanrı’dan kaynaklanmasını görmezden gelirler. Modern endüstriyel ile bunu kolaylıkla anlayabiliyoruz. Köylülerin kentlere hareketi, köylüleri topraklarından koparıp kentsel yapılara bağlamaları bu durumun göstergelerindendir. Zamanla kent yaşayış tarzının ortaya çıkması, metropollere dönüşüm insanlarda kalıcı bir kültür anlayışının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

Son olarak Taylor’a göre yaşamı tek tek bireylere bırakan liberalizm doğru yolda değildir. Kolektif ‘’iyi yaşamı’’ hep birlikte tanımlamanın mümkün olduğunu savunmaktadır.

Yazan Rıdvan Kadir

22 yaşında, Sosyoloji 2.sınıf öğrencisiyim. Düşüncelerimi aktarmayı seviyorum. Sevgilerle :)

Bir Yorum

Cevap Yazın
  1. Değindiğiniz konuları gerek analiz ederek gerek yorumlayarak çok güzel ve didaktik bir biçimde okuyucuya aktarmışsınız. Modernlik anlayışına farklı bir açıdan yaklaşmışsınız. Kaleminize sağlık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Kapitalist Tarım ve Covid-19: Ölümcül Bir Kombinasyon

Pis Okurun Notları – Korona Nüshası 3