Milan Kundera’nın 1982 yılında yazmış olduğu en çok bilinen ve ses getiren romanı, yayınlandığı günden itibaren çağdaş klasikler arasında yerini bulmuştur.
Felsefi roman türünün en başarılı örneklerinden biri olan eserin ilk baskısı 1984 yılında Fransa’da yayınlanmıştır. Çekçe orijinali 1985 yılında, ilk Türkçe çevirisi 1986 yılında olup Mart 2014 de 41. baskısını yapmıştır. 1987 yılında aynı isimle sinemaya uyarlanmıştır.
Tabii ki şahsım adına önce kitapları okuyorum sonra filmleri izliyorum.
Yıllar önce Milan Kundera’nın kalemiyle tanışmış olmanın haklı gururunu yaşıyorum. Birkaç kez sıkılmadan ve hatta bazen bitmesini istemediğim için ağır ağır okumuşluğum bile olmuştur.
Konusu, kurgusu ve erotik anlatımları (Buradaki amacın kesinlikle ilişkiler üzerindeki ihanet, cinsellik ve bu durumlardan doğan rahatsızlıkları anlatmak adına yazılmış olduğunu vurgulamalıyım.) ile kesinlikle insan ilişkilerinin muhteşem bir biçimde betimlendiği çok sıra dışı, efsane ve farklı bir roman.
Birbirinden farklı ama aynı zamanda birbirleri ile bağlantılı olan Tomas, Tereza, Sabina ve Franz, roman bu dört karakter üzerinden işlenmiştir.
Prag Baharı ve ardından yaşananların kitabın ana karakterlerinin aslında yaşamlarını nasıl değiştirdiğini gözler önüne sermektedir. Varoluş sancısını ve aşka dair derin bir bakış sunan romanımız yaşamın ağırlığı ve hafifliğini irdeleyerek başlıyor. Yaşam tekrar eden bir döngü mü, yoksa dümdüz devam eden ve tek seferlik yaşanan olaylardan mı oluşmaktadır?
Deneme ve kurgu ile harmanlanmış romanımızı okurken ikilem içine düşmemek mümkün değil. Ağırlık mı, hafiflik mi? Her şeyin zıttı ile var olduğu mümkün mü?
Doktor olan Tomas’a göre insanın yaşamını devam ettirebilmesi için tüm bağlılıklarından ve evhamlarından kurtulması gereklidir. Bu sebeptendir ki annesinden, ailesinden ve hatta oğlundan bile kaçmayı tercih etmiştir. Gittiği bir barda garson Tereza ile karşılaşır. Gelin görün ki Tomas’ın tam tersi bir karakter olan garson Tereza geleneklerine bağlı, bir erkeğe bağlanıp, evlenip bir aile birliği kurmak istemektedir.
Tereza annesi tarafından aşağılanmaktan sürekli eleştirilmekten yorulur ve bavulunu topladığı gibi Tomas’ın kapısına dayanır. Tomas herhangi birine ve herhangi bir şeye bağlanmaktan korktuğu için tek gecelik birliktelikler tercih etmektedir. Bu yüzdendir ki bir kadınla birlikte yaşamayı geçin, birlikte olduktan sonra bile uyumayı tercih etmemektedir. Elinde valizi ile kapısına dayanan Tereza’yı görünce büyük bir korkuya kapılır. Tomas’ın aklından geçen Tereza ile güzel bir gece geçirdikten sonra sabah kibarca kadını geriye göndermektir. Ama sabah uyandığında Tereza çok hastadır ve maalesef Tomas onu gönderemez.
Tomas’ın tüm planlarını suya düşüren Tereza bu süre zarfında genç doktora kendini o kadar kaptırır ki bir çırpıda bağlanır. Evlenmeyi aklının ucundan geçirmeyen Tomas ise bu sürede kendini evlenmiş ve ait olmuş hisseder. Tomas gün içinde arzu ettiği gibi yaşayıp geceleri ise Tereza’nın koynunda uyumaktadır. Genç kadın bu durumu kabullenmiş gibi görünse de kaybetme korkusu tüm benliğine işleyip geceleri kâbuslar görerek ve sıçrayarak uyanmasına sebep olmaktadır. Tomas’a ise onu sakinleştirmek düşer.
İlişkileri bir dargın bir barışık devam eden Tomas ve Tereza’nın SSCB, Çekoslavakya’yı işgal etmesiyle Zürih’e taşınırlar. Tomas iyi bir ücret karşılığı hastanede cerrahlık yapmaya başlar. Tereza’nın düşüncesi ise Zürih’e taşınmalarıyla Tomas’ın etrafında bulunan kadınlarından sıyrılacağını ve sadece kendisine ait olacağını düşünür ama yanıldığını anlaması çok da uzun sürmez ve her şey daha kötü gitmeye başlar.
Romanımızın diğer karakteri Sabina tıpkı Tomas gibi bağlanmayı asla kabul etmeyen ve ihaneti yaşam tarzı olarak benimseyen bir kadın. Hiç kimseye ait olmayı kabullenmeyen ve ait olmayan Sabina ve onun uğruna karısını ve kızını terk eden Franz. Bu ikilinin ilişki ise bize tam tersi olarak gösterilmektedir.
Nasıl da unuttum Kareni. Tomas ve Tereza’nın dişi köpeği. Oysaki sık sık ismi geçiyordu. Okuyucuya hayvan sevgisini aşılamayı çalıştığı satırları okumak keyifliydi.
Hayat boyu karşılaştığımız veya karşılaşacağımız rastlantılara da değinen romanımız hayatta her şeyi bir kez yaşayabiliriz gibi bir düşünceye de değiniyor.
Doktor Tomas siyasi görüşünü ortaya koyan bir yazı yüzünden mesleğini bırakmak zorunda kalır. Tereza özgürlüğüne kavuşur. Sabina kendisini seven insanların arasında yeni bir yaşama başlar ve en acısı da Franz. Katıldığı bir yolculuk sırasında saldırıya uğrar ve ölür.
Aşkın bin türlü halini Milan Kundera’nın kaleminden okuyup bitirmenin hafifliği diyebilirim. Tomas’ın Tereza’ya olan sevgisi, Tereza’nın Tomas’a olan aşkı. Zıtlıkların dünyasını anlatan hikâye tadında bir roman.
Çıktığımız yolculuğumuz aslında insan olabilme çabamız. Hepimiz okuduğumuz romanlardan farklı sonuçlar çıkarıp bakış açımızı değiştiririz. Hayata bir kere geliyoruz ve seçimlerimizin doğru mu, yoksa yanlış olacağını bilmeden yaşantılarımızı idame ettiriyoruz. Kendi hayatımızı sadece kendimiz için yaşamalıyız.
-“Gündüz okunsun diye yazılmış kitaplar vardır, bir de sadece geceleri okunabilecek olanlar.“
-“Aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur.“
-“Aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırıldıkları düşünceler un ufak olduğunda onlar da silinir gider.“
-“Cevabı olmayan soru, aşılamayacak bir engeldir. Başka bir deyişle insani olasılıkların sınırlarını belirleyen, varoluşun sınırlarını saptayan cevabı olmayan sorulardır.“
-“Yattığı kadınlara şu açıklamadan bulunurdu; her iki tarafı da mutlu edecek tek ilişki duygusallığa yer vermeyen ve sevgililerden ne birinin ne de ötekinin birbirlerinin yaşamı ve özgürlüğü üzerinde hak öne sürmedikleri ilişki biçimidir.“
Ve son olarak da baş ucu kitaplarımdan birinin incelemesini bitirmenin dayanılmaz hafifliği …