Ayağım taşa takılsa kaldırıma çöküp hunharca ona ağlıyordum. Buradaki özne bir sevgili değil, buranın öznesi şeffaflığından görülemeyecek kadar gizli bir özne. Gözündeki gözlüğü, ağzındaki sigarayı, saçındaki tokayı aramak gibi biraz. Onu sevmekten vazgeçince tutunacak dal bulamayıp bu kez de onun acısına sarmıştım sanırım. Oysa benim nice yaram vardı tutunacağım hatta öyle çoklardı ki bazı anlar en hafifini seçip onda avuturdum kendimi. Fakat bilmiyorum o gittiği zaman bana sanki hayatım güllük gülistanlık gibiydi de ojesi bozuldu, tırnağı kırıldı diye oturup ağlayan şımarık bir kız çocuğu gibi öyle büyük gelmişti acısı. Bu arada hiçbir kız çocuğunun ağladığı şey bunlar olmaz, bu yalnızca insanın tüm dağlara direnişinin ardından en ufak şeyde yıkılışının sebep olduğu çığlığı, çığıdır. İşte öyle bir acıydı ki, bu acının üzerini ancak elimde kalan tek zaafım örtebilirdi, ölüm. O gece çok yalvarmıştım Tanrıya. Birinin canını alsa da bu acıya dönüp bakamayacak kadar başka bir acının içine gömülebileyim istedim. Bunun için benim ölmem gerekiyordu. Tanrının gerekeni yapmasını bekleyemedim, oldukça sabırsızlanıyordum bu an için. Daha doğrusu eziliyordum bu dünyanın altında, ben çelimsiz ve hasta biriyim. Bu yüzden kalkıp kendim yapmaya karar verdim. Bunca yalan arasında gerçeklik algımı yitirmek çıldırtacaktı neredeyse beni. Buna bir dur deme vaktim gelmişti. Kendimi astım evin karşısındaki parkın salıncağına. Evet burası ölmek için en güzel yer benim için. Çünkü ben salıncakta bugünkü ömrüme kadar bir kez sallandım. Hep sallayan olurdum fakat yine de öyle havalanırdım ki sanki o salıncağın üzerinde ben varım ve salıncaklar bulutlara asılı… Gökyüzünü pek sevmem ruh halime yön veren hiçbir unsurdan haz etmem ben. Gökyüzünün en güzel hali bence siyahtır. Çünkü mavisi eskiden güzeldi fakat eskiler hiçte güzel değildi, geçmiş bir süre sonra anca kabih kalır hafızalarda, çünkü güzel olan şeyler hiç geçmez. Benden tıpkı bir gölge gibi geçti halbuki. Mağlup bir çöplüğüm orası. Hem siyah olunca gökyüzü, gök oluyordu yalnızca ve yüzünü ben istediğim gibi şekillendirebiliyordum. Böylesi bana her zaman daha iyi hissettirmiştir. Ki parklar buruk çocukluğun ilk yapılan vedasıdır bir ömre doğru. Çocukken ölmek istedim ben, belki böyle ölürsem aklımda daha az buhran kalır diye düşündüm aynı zamanda daha mutlu. Masum olmak istedim, bir ailenin içinde yeniden dünyaya gelmek, saf olarak doğmak istedim. Ölmek istediğim yer beni günahsız doğurabilirdi. Ve sahiden de öldüm, öyle inanmıştım ki öldüğüme uzun bir süre ağıt yaktım kendim için parkın en tenha bankının birinde. Yine bulmuştum kendime şiir dizelerime ögeler olacak kadar derin bir acı. Zaten hepimiz bir yaranın üzerini başka bir yarayla örtmeye çalışmaz mıyız? Bir yaz günü üzerini örtmeden uyuyamayan ama sıcak oldu diye de bulduğu her camı açan tuhaf biri gibi. Ya da bir tek ben mi böyleyim? İnsanoğlu işte içten içe her güzelliğin sadece devasa çirkinliklerin ardından geleceğine öyle inandırmış ki kendini yalnızlıklarını örtbas etmek için kalplerini bağlamışlar o kalın halatlarla acılara. Sığınacak limanı olmayan genelde bunu yapar. Kendine bir liman oluşturur ve o limanda mutlaka bir gemi gelgitli dalgalardan güç alır, en nihayetinde de liman yanar ve içindekilerle birlikte kül olur. Liman dediğin İsmail Abininki gibi olmalıydı, umuda kalkmalıydı her geminin seferi. Beklediklerini getirmeliydi onlara ya da gidenlere el sallatmalıydı. Belki de dinlenmekti liman. Denize fısıldamaktı o ruhun senfonisini.. Lütfen bana bir şey sormayın karar ver nedir demeyin, bilmiyorum inanın ne doğru olmalı hiç bilmiyorum bu yüzden liman her şey olabilir ben boğulana kadar, dalgalar boyumu aşana kadar… Evrenin tüm acıları akıp gitmeliydi ordan. Bacası tüten her geminin içi dünyanın ağırlığı ile yüklenmeli karşı kıtayı kirletmeden boşaltılmalıydı. Atlası bilirsiniz, ceza olarak taşıdı sırtında dünyayı. Dünyanın yükü sırtında geçirdi bir ömrünü. Ne başkasına verebildi ne omuzlarından aşağı.. Yaşasaydım ben o zamanlar limana götürürdüm Atlası, dünyayla birlikte atardım onu denize. Liman çünkü bu, bazen yüklerimizle birlikte atlamayı gerektiriyor bizlere tıpkı benim yaptığım gibi, batardı Atlas ve ben teşekkür ederdim kendisine, tüm insanlığı dünyadan kurtardığı için, en çokta kendini feda etmek zorunda kaldığı için. Ardından binlerce kez özür dilerdim ondan bunu yaptığım için. Bilseydi içimi anlardı ama beni eminim. Çünkü ben dünyanın yükünü sırtında taşımak nedir iyi bilirim. Belki teşekkür dahi ederdi kim bilir..
Dünyasız bir dünya hepimize iyi gelebilirdi.