Üç tane sigaram kaldı. Hayatım tehlikede. Olabildiğince uzatsam aralıkları. Yarına çıkabileceğim. Ama sanırım ben bir an önce sonu görmek istiyorum. Ölmek istiyorum. Yok yok ölmekten korkuyorum. Ölümün sigarasızlık yüzünden gelmesinden korkuyorum. On yedi yaşındayken kendimi odama kilitlemiştim. Sigaram kalmamıştı. Ve annem para yok diyordu. Sigaranın zararları yüzünden verdiği nutuklardan dolayı bu konudaki dürüstlüğüne hiç güvenmiyordum ve ağlamaya başladım. Yok diyordu. Yoktan anlamıyor musun kız eşşek sıpası. Yoktan anlamıyordum. Tanrı vardı ve yardımıma koşmasını istiyordum. Ağladıkça kızardım. Utanıyordum bu duruma düştüğüm için. Annem beni bir hastaneye götürmeye karar verdi. Sigara alabileceğimiz paranın hastane yol masrafına gideceğini düşündükçe iyice delirdim. Demek ki para var, yalan söylüyorsun dedim. Ve üstüne gittikçe utancım büyüdü. Kendimi odama kilitledim. Pencereden atlamayı düşünmüyordum. Hayatım boyunca bedensel bütünlüğümü bozacak bir intihar planı yapmamıştım. En fazla zehirli gazlar ve ilaçlar, o kadar. Bunu o da biliyordu. Ama tuhaf bir şekilde pencereyi aklıma getirdi. Bak kendini aşağı atarsan hakkımı helal etmem dedi. Pencereden baktım. Leylaklar açmış, mayıs tüm cıvıltısı ile küçük evlerin bahçelerini doldurmuştu; İnsan hiç ölmek için kendini bir güzelliğin içine fırlatır mıydı, saçmalıyordu işte, benim sigarasızlığımdan onun da kafası bulanmış olmalıydı, ne de olsa pasif içiciydi… Kafamı karıştırma dedim… Bunun da nihai bir seçenek olduğunu yoksunluk belirtileri ile gerilmiş kaslarımda hissederken… Açık pencereden giren temiz hava yüzüme yüzüme çarpıyor, bir ihaneti hatırlatır gibi beni boğuyordu… Bir iki dakika dışarıda bir sessizlik oldu. Bu kez ben korkmaya başladım. Sonuçta kendimi odaya kilitlemekle onu da evin geri kalanına kilitlemiştim… hişt, orda mısın dedim… birden vücudumu bir ürperti kapladı. İnsanın en kökten intiharının annesini öldürmesi olduğunu düşünmüştüm bir kez ve bu şu an başıma geliyor olabilir miydi? Anne, anne dedim, ses yoktu. Anahtarı çevirdim. Kapıyı açtım. Evde çıt yoktu. Ne yapacağımı bilemedim. Mutfağa gittim ve fırının önüne oturdum. Önüne oturunca beni tamamen gösteren fırının aynalı kapağına baktım. Bütün bunlar sana yakışıyor mu dedim bu pişkin aynaya… Ne zaman bu aynaya baksam biraz daha olgunlaşırdım. Fırın kapağı aynası olması ile bir ilgisi var mı bilmiyorum… Ağladım. Ağlarken aynaya bakınca insan teselli edecek birini aramıyor. Sonra merdivenlerde ayak sesleri duydum ve hızla yeniden odama girdim, kendimi kilitledim. Az sonra kapım çaldı. Annem al, getirdim, mıttik iç dedi, iç de geber. Kapıya çarpan paketin ardından, gölgesinin buzlu camda uzaklaştığını gördüm. Kapıyı araladım, yeni harman paketi yerde bana bakıyordu. Paketi açtım, bu kez tamamen açtım. Yirmi sarı baş, yirmi farklı seçenek gibi bana bakıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Al, içmiyorum, blöf yaptım diyebilirdim, bu kadar güçlü müydüm, bu kadar güçsüz müydüm, hepsini kırıp artık bir önemi yok, yirmi sigara içimiş kadar oldum diyebilirdim, kapıyı geri kapatıp, pakete hiç dokunmamış gibi yapıp, canımı o kadar çok acıttın ki hiçbir şey geçiremez diyebilirdim,
Hiç birini diyemedim. Çıplak ayaklarımla merdivenlerden delirmiş gibi indim. Şelaleli parka kadar sigaraları döke döke yürümeye başladım… Annem de arkamdan sigaraları toplaya toplaya koşuyordu… Sakın onları içme anne, demek istedim, izimi bulamazsın sonra… Annem sigara içmezdi ki zaten… Niye böyle bir şey düşündüğümü anlamadım. Sanırım Hansel ve Gratel masalındaki ekmek kırıntılarıydı bu sigaralar ve bulunmak istiyordum… Kaybolmuştum sanki ve bu kendini bilmezlik içinde, anneme bu kadar kızmışken, anneme bu kadar eziyet etmişken, işte, onunla en güzel vakitlerimizi geçirdiğimiz şelaleli parka götürüyordu ayaklarım beni… Pakette kalan son sigarayı çıkarıp yaktım… Yürürken sigara içmeyi sevmezdim aslında… Günlerce aç kalmış birinin ilk lokması gibi acıtıcıydı… Hiç ilk sigara tadı yoktu bu son sigarada… Genzimi yaktı. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Komşu kadının bahçesinden bir dal leylak çaldım. Annem şelalenin kenarında yanında ayakkabılarım ve avuçlarında arkamdan topladığı sigaralarımla oturuyordu. Boynuna sarıldım. Beni affedebilecek misin anne? Dedim. Yüzüme, tek damla yaşlı gözüme baktı. Ağlıyor musun sen dedi. Yok dedim. İnsan hiç tek gözüyle ağlar mı, şelaleye bakarken gözlerimle karışarak… Şelaleden su sıçradı… Hı, onu diyordum, dedi annem, bana da, bana da sıçradı… Ağlarken gülmeyi başaran o şahane insanların yüzüyle… Bakarak…
Üç sigaram bitti. Ortalık leylak kokuyor. Annem şimdilerde Laleli Şelale’ye gidiyor mudur acep?
Oniki yaşında bir çocuk ve sokakta yoksul satıcıya yardım için alınmış bir kitap, bu yardım adına sinema parası gözden çıkarılmış. Eve dönüş sonunda kitap incelenir (Tıpkı Satranç hikayesi kitabında olduğu gibi). kitap varlık yayınlarından, o yıllar sokakta birbirini vuruyor insanlar, bir çocuğun ergenliğe adım attığı günler. Ve soluksuz okunur kitap, kitabın adı Amok, yazar Stefan Zweig. Okumayı sevdiren adam.