Kürtaj son yarım yüzyılın en tartışmalı ahlaki konularından biridir. Kürtaj konusu ahlaki, bilimsel ve siyasal zeminde tartışılmakta ve bu üç alan birbiri ile iç içe geçmektedir. Kürtaj yanlıları, bir kadının bebeğini aldırmaya ya da aldırmamaya karar vermesinin, annenin haklarının ceninin haklarından önce geldiğine ve bunun kişisel bir ahlaki konu olduğuna sadece anneyi bağladığına inanırlar. Kürtaj karşıtlarıysa konuyu, ceninin haklarının annenin haklarına baskın geldiği ve bu nedenle bir kadının kendi bedeni ve ceniniyle ne yapıp yapamayacağını toplumun belirleyeceği siyasi bir ahlak sorunu olarak görürler.
Kürtaj tartışmasındaki güçlüğün nedeni, kürtajı eleştirenlerle savunanların çoğunlukla aşırı uçlarda olmasıdır. Bir uçta, kürtajın mutlak şekilde tamamen yasaklanmasını savunan, kürtajı masum bir insanın öldürülmesi yani cinayet olarak adlandıran kürtaj karşıtları vardır. Diğer uçta ise, bir kadının hamileliğinin herhangi bir döneminde kürtaj talep etme hakkına kesin olarak sahip olduğunu savunanlar bulunmaktadır.
Kürtaj karşıtları masum ceninlerin katledilmesinden, sanki kürtaj yanlıları öldürmenin ahlaka uygun olduğunu kabul ediyorlarmış gibi söz ederler. Kürtajı doğal hak olarak görenlere cinayetin yanlış olduğu gerekçesiyle saldırırlar. Oysa cinayetin ahlaka aykırı olduğu konusunda kürtaj karşıtları da, kürtaj yanlıları da fikir birliği içindedir. Anlaşamadıkları konu, cenini aldırmanın cinayet olup olmadığıdır.
Kürtaj hakkında bir fikir birliğine varmadaki zorluklardan bir diğeri de; karşıtlıkların dini inançlara dayandırılmasıdır. İnançlar hakkında rasyonel bir biçimde tartışmak olanaksız olduğu gibi, bu inançlarla temellenen bir etik duruş hakkında tartışmak da aynı derecede güçtür. Kürtaj ancak bir insan canının alınması anlamına geliyorsa cinayet olarak görülebilir ve ceninin ne zaman insan olduğu tartışmalı bir konudur. Ceninin ahlaki statüsü oldukça tartışmalı bir konudur ve insan davranışı ile ilgili diğer alanlara uygulanabilen genel ahlaki ilkeler kürtaj sorununda işe yaramamaktadır. Ceninin statüsü tartışmalı olduğu için kürtaj etik olduğu kadar aynı zamanda metafizik bir konudur.
Kürtaj tartışmasında ceninin ‘kişi olma’ durumu ile ahlaki haklara sahip olma durumu genelde bir arada ele alınır. Bununla beraber, ‘kişi’ teriminin anlamı net değildir, bu terim hukuki, tanımsal ve normatif olarak farklı anlamlara gelir. Hukuki olarak bir kişi olmak, basitçe yasal haklara sahip olmak demektir. Bir varlığın tanımsal olarak kişi olduğunu söylemek ise, o varlığın kişi olmanın belli ölçütlerini (örneğin bir türün üyesi olmak gibi) karşıladığını söylemektir. Ceninin bu anlamda bir kişi olduğunu söylemek, bir cenini öldürmenin ahlaken yanlış olduğunu kanıtlamaya yetmez çünkü bu, onun normatif olarak da kişi olma vasıflarını taşımasını gerektirir. Normatif anlamda bir kişi olmak ise, yaşam hakkı dahil tüm ahlaki haklara sahip olmak anlamına gelir.
Kişi olma durumu hakkındaki tartışmanın bir ucunda, kişi olmanın döllenmeyle başladığını, dolayısıyla birkaç hücreden oluşan çok erken dönem embriyoların bile kişi olduğunu savunan görüş vardır. Diğer uçta ise kişi olma durumunun doğuma kadar hatta daha sonra bile başlamadığını ve dolayısıyla hiçbir fetüsün ve muhtemelen hiçbir yenidoğanın kişi olmadığını savunan görüş vardır. Bu iki uç arasında birçok farklı olasılık da yer almaktadır.
Kişi olma konusundaki yaklaşımlardan biri ‘’gelişimsel görüştür‘ ’ki, ceninin doğal gelişimi içinde ne zaman ahlaki bir konum kazandığının belirlenebileceğini reddeder. Gelişimsel görüş, ceninin gelişiminin sürekliliği ile hangi evredeki ceninin diğerlerinden farklı olarak kişi olma niteliği taşıdığını saptamanın güçlüğünü bir arada ele alır. Ceninin süreklilik içeren gelişiminde kişi olma durumunun tam olarak nerede başladığını gösteren bir çizgi yoktur. Kürtaj tartışmasında iki tarafın da paylaştığı ortak bir sezgi vardır ki bu; hamilelik ilerledikçe ceninin yaşamının daha önemli hale gelmesidir. Ancak yine de bir ceninin tam olarak ne zaman kişi olduğunu söylemek imkansızdır. Gelişimsel görüşteki belirsizlik, bu görüşü pratik ahlak kurallarına veya halk politikalarına dönüştürme önünde bir engel teşkil eder.
Potansiyellik görüşü ise döllenmeyi kişi olma durumunun başlangıcı olarak kabul eder; çünkü döllenmiş bir yumurta, onu meydana getiren eşey hücreleri olmasa bile, tam ahlaki statüye sahip bir insana dönüşme potansiyeline sahiptir. Bu görüş iki şekilde eleştirilebilir. İlk olarak, döllenmemiş eşey hücrelerinin bile insan olma potansiyeline sahip olduğu iddia edilebilir. Bu durumda sperm katili olmak da pekala söz konusu olur. Boşa giden her spermin bir insanın potansiyel yaşam hakkını elinden almak olarak düşünebiliriz. İkinci olarak, potansiyellik koşulunu eleştirenlerden bazılarının da gözlemlediği gibi, kişi olma potansiyeline sahip olmakla bilfiil bir kişi olmak aynı şey değildir ve ancak bilfiil kişi olmakla ahlaki statü ve haklara sahip olunabilir.
Amerika’daki ünlü Roe v. Wade davası kürtajın hukuksal zeminde tartışılması meselesinde çok önemli bir dönüm noktası olmuştur. Norma McCorvey adlı Texaslı bir kadın 1969 yılında hamile olduğunu öğrenir. Bir arkadaşı, McCorvey’e ‘gidip tecavüze uğradığını ve bu nedenle çocuğu aldırmak istediğini’ söylemesini tavsiye eder. Çünkü o günlerde Teksas’ta sadece tecavüz ve ensest mağdurları için kürtaja izin vardır. Ancak tecavüze uğradığına dair polis delili olmadığı gerekçesiyle başarılı olamaz. Bunun üzerine 3 yıl sürecek dava süreci başlar. McCorvey bu sırada çocuğunu doğurur ve bu çocuk evlatlık verilir. Dava ABD Yüksek Mahkemesi’ne gidince medyadan büyük ilgi görür. Medyada yer almak istemeyen McCorvey dava boyunca Jane Roe mahlas ismini kullanmıştır. Davalı ise Teksas eyaletini temsilen Dallas Bölge Savcısı Henry Wade‘dir. Bu nedenle dava Roe v. Wade (Roe, Wade’e karşı) davası olarak anılmaktadır. Bu davanın kahramanı Norma ile ilgili en ilginç yön ise, sonraki kürtaj karşıtı mücadelenin en aktif isimlerinden biri olmasıdır. Yüksek mahkeme ise 2’ye karşı 7 oyla Yüksek Mahkeme kürtajın anne adayı ile doktor arasında mahrem bir konu olduğuna karar verir ve ilk defa kürtaja federal bir yasal zırh oluşmuş olur.
Anayasa Mahkemesi Yargıcı Harry A. Blackmun’ın 1973’te Roe v. Wade davasında alınan kararda belirttiği gibi ceninin ne zaman insan olduğu konusu çözülmesi zor bir sorundur: “Tıp, felsefe ve ilahiyat alanlarında eğitim görmüş kişiler fikir birliğine varamıyorlarsa, insan bilgisinin gelişimindeki bu noktada yargı, yanıt konusunda spekülasyonda bulunacak konumda değildir.’’
Bahsedilen davada mahkeme ceninin yaşayabilirliğini, devletin ceninin yaşamını koruma altına almasında belirleyici bir nokta olarak kabul ederek karar varmıştır. Yaşayabilirlik, ceninin gelişim sürecinde belirli bir an olmamakla birlikte hamileliğin yaklaşık 24-28. haftalarında ortaya çıkar; ki bu noktada diğer gelişim belirtileri de mevcutsa, yeterli destek sağlandığında cenin potansiyel olarak rahim dışında annesinden bağımsız olarak hayatta kalabilir.
Yaşayabilirlik, fetüsün gelişiminde çok önemli, nispeten tespit edilmesi mümkün ve kanıtlanabilir bir dönüm noktasıdır ki, kişi olma hali makul şekilde bu noktada başlayabilir. Ceninin yaşayabilirliği bir dereceye kadar teknolojiye bağlıdır.
Prematüre bebekler hayatta kalabilmek için genelde çok ciddi tıbbi desteğe ihtiyaç duyarlar. Yenidoğan bakımında tıbbi gelişmeler oldukça, fetüsün yaşayabilirlik dönemi de değişebilir. Yaşayabilirlik standardını eleştirenlerin bazıları kişi olma koşulunun tıp teknolojisiyle ilgili dış faktörlere bağlı olmaması gerektiğini, dolayısıyla yaşayabilirliğin kişi olma durumu için uygun bir ölçüt olamayacağını ileri sürerler. Teknoloji embriyo ve fetüsün gelişimindeki farklı aşamaların daha iyi anlaşılmasını sağladıkça, döllenen yumurtanın rahime tutunması, insan dış görünümünün belirmesi, beyin dalgalarının tespit edilmesi gibi ölçütlerin her biri, kişi olma ve kişilik hakları için ileri düzey ölçütler haline gelmiştir. Ceninin kişi olmasıyla ilgili geleneksel ölçütler, fetüsün ilk hareketlerinin başladığı ‘kıpırdanma’ dönemi ile hamile bir kadının fetüsün hareketlerini hissetmeye başladığı ‘hareketlenme’ dönemini içerir.
Bilimsel bakış açısından yaşam, sperm ve yumurtadan zigota, döllenmiş yumurtaya, embriyoya, cenine ve yeni doğmuş bebeğe uzanan bir sürekliliktir. Yumurta da, sperm de birey değildir; bölünüp ikize dönüşebileceği ya da tek bir birey haline bile gelemeyip doğal yollardan düşebileceği için, zigot ya da döllenmiş yumurta da birey değildir. Sekiz haftalık bir cenin yüz, eller ve ayaklar gibi ayırt edilebilir insan özelliklerine sahiptir, ama sinir hücrelerinin sinaps bağlantıları hala oluşmakta olduğundan, düşünmesi mümkün değildir. Embriyolar ancak sekiz haftadan sonra ilkel tepki hareketleri göstermeye başlarlar, ama sekizinci haftayla altıncı ay arasında ciğerler ve böbrekler gibi çok önemli organlar henüz gelişimini tamamlamadığı için cenin kendi başına var olamaz. Bir örnek vermek gerekirse, gaz alışverişi için yeterli olacak düzeyde hava kesesi gelişimi gebelikten en az yirmi üç hafta sonrasına dek oluşmaz, hatta çoğunlukla daha da geç oluşur.
Cenin yeni doğmuş bebeklerde görülen bazı bilişsel yetenekleri sergileyecek neokorteks karmaşıklığı düzeyine ancak yirmi sekizinci haftada, yani tam gelişiminin % 77’lik bölümünü tamamladıktan sonra ulaşır. Yetişkin insanın EEG özelliklerini sergileyen cenin EEG kayıtları, yaklaşık olarak otuzuncu haftada, yani tam gelişimin % 83’lük bölümünden sonra görülür. Diğer bir deyişle, insan gibi düşünme kapasitesi doğumdan birkaç hafta öncesine dek oluşmaz. İnsan olmayı tanımlayan tüm özellikler arasından düşünme kapasitesi, çoğu bilim adamının koşullu olarak üzerinde anlaşmaya vardığı en önemli özelliktir. Bu kıstasa göre, ikinci üç aylık dönemden sonra hiç kürtaj yapılmadığına ve bunun öncesinde ceninin düşünen bir birey olduğu yönünde hiçbir bilimsel kanıt bulunmadığına göre, kürtajın cinayet olmadığını koşullu olarak kabul etmemiz ve kanıtlar ilk altı ay içerisinde ceninin henüz tüm işlevlerini yerine getiren bir insan olmadığını gösterdiği için de, bu dönem içerisinde yapılan kürtajın ahlaka aykırı olmadığı yönünde koşullu onayımızı vermemiz makuldür. Öyleyse, kişinin bireysel düzeyde kürtaja karşı çıkması mümkün olsa da, kürtaj konusunu kişisel ve ahlaki bir sorun olmaktan çıkarıp toplumsal ve siyasi bir soruna dönüştürmenin bir bilimsel gerekçesi yoktur.
Bu akıl yürütme tarzına getirilen itirazlardan biri, bilimle teknoloji bir zamanlar ayrı kategoriler olarak görülebilen şeyler arasındaki sınırları fazlasıyla bulanıklaştırdığından, sınırın tam olarak nereye çizileceğini saptamanın zorlaşmasıdır. Doğmamış bebekler artık tedavi ediliyor, spina bifida (omurgada omuriliğin tehlikeli bir şekilde ortaya çıktığı bir açıklık), konjenital diyaframatik hemi (ceninin karın organlarının göğüste birleşmesi) ve konjenital kistik adenomatoid malformasyon (ceninin ciğerlerindeki kistler) gibi hastalıklar için rahim içinde karmaşık ameliyatlar yapılıyor. Eskiden kürtajla alınacak olan ceninler artık kurtarılıyor ve küçük bir insan gibi tıbbi tedavi görüyor. Diğer bir uçtaysa beyinlerindeki hasar nedeniyle bilişsel kapasiteleri hiç düşünemeyecek derecede gerilemiş yetişkinler bulunuyor. Tam bir beyin ölümü halinde komada yatsalar bile, bir insan olarak sahip oldukları tüm haklarını koruyorlar. Bu sava verilen yanıt, çoğu cenin ameliyatının, kürtajın zaten çok ender yapıldığı üçüncü üç aylık dönemin ileri aşamalarında gerçekleştirildiğidir. Beyni hasar görmüş yetişkinler de zaten birer insan olarak haklarını koruduklarından, bu haklar ellerinden alınamaz. Komadan çıkıp düşünme yeteneklerini yeniden kazanacaklarını umduğumuz için, bazen bir ceninin potansiyel bir insan olduğunun savunulmasıyla aynı anlamda, onları potansiyel insanlar olarak düşünebiliriz. Ancak potansiyel bir insan tüm haklara sahip bir kişi midir sorusunun yanıtı, yine kişi olmayı nasıl tanımladığımıza bağlıdır. Kürtaj karşıtları, iki ebeveynden gelen iki yarı genomun birleştiği döllenmeden kısa bir süre sonra genomun tümüyle oluştuğunu savunurlar. İnsan yumurta ve spermleri potansiyel insanlardır ama kimse her ay adet görmeyi ya da erkeklerde mastürbasyonu cinayet olarak görmez. Potansiyellik gerçeklikle aynı şey değildir, ahlak kuralları ve ilkeleri de potansiyel insanlara değil, öncelikle ve en başta gerçek kişilere uygulanmalıdır. Gerçek bir insanın haklarını tanımakla potansiyel bir insanın haklarını tanımak arasında seçim yapmak gerektiğinde, gerçek insanı seçmek daha doğru olacaktır.
İnsan, Homo Sapiens türünün bir üyesidir. Kişi ise bir toplumsal grubun ya da toplumun, yasal hakları, sorumlulukları ve ahlaki değeri olan bir üyesidir. Ceninin yalnızca potansiyel olsa da bir insan olduğu doğrulansa bile, bu onu bir kişi yapmaz. Kişi olması için, o toplumu yöneten kurallar tarafından kendisine yasal haklar, sorumluluklar ve ahlaki bir değer tanımlanması gerekir. Toplumun doğmamış bebeğe kişilik hakları tanıması durumunda, aramızda yakın akrabalık bağı bulunan primat kuzenlerimiz şempanzeler, goriller ve orangutanlar gibi insan olmayan kişiler için de aynısının yapılmasını mantıklı bulmamak için elimizde bilimsel bir neden kalmaz. Ne de olsa sekiz aylık bir ceninden hem de bir şempanzeden daha az insan olacak kadar düşük işlevli yetişkin insanlara hakları tanınmaktadır.
Bu yazıda Michael Shermer ve Syd M. Johnson’ın görüş ve bilgilerinden yararlanılmıştır.