Nergisi, Klasik Türk edebiyatımızda nesir biçiminde hamse veren tek şairdir. Hamse içinde sunulan Meşakku’l-Uşşak, onun edebi ve sanatçı benliğini ortaya çıkaran mühim eserlerden biridir.
Mensur ananenin devamlılığını sağlayan 17. yüzyılda “sanatlı nesrin” usta temsilcilerinden Nergisi, içerik, biçem ve dil anlamında kendinden öncel sanatkârlardan ayrılır. Tanzimat’a kadar gelen süre zarfında düzyazı bağlamında usta olarak anılır.
Hamse içinde sunulan Meşakku’l-Uşşak, kadılık görevini sürdürdüğü Arnavutluk-Elbasan’da yazıya geçirilmiştir. Takvimler 1625 yılını gösterirken Nergisi, eserini Şeyhülislam Yahya’ya takdim etmiştir. Yazarın ilk orijinal, özgün nitelikteki nüfuza sahip eseridir. Ağdalı bir dil kullanan Nergisi, Meşakku’l-Uşşak‘da Arap ve İran merkezli tematik unsurlar kullanmaktan ziyade Osmanlı’ya binaen yaşanan olayları, durumları ve devrin siyasal-sosyal fonunu göstermesi hasebiyle orijinallikle vücut bulmuş bir eserdir. Dünya üzerinde bulunan kitabevlerinde yaklaşık yirmiden fazla istinsahı bulunur.
Nergisinin Meşakku’l-Uşşak’ında kendi duruşundan övgüyle söz açtığı manzum bir bölüm olan “fahriye” altı beyitlik kısım olarak başlar ve ayrıntılı bir ön sözden sonra on hikâye olarak arz-ı endam eder. Bu on hikâyeyi açacak olursak:
Birinci hikâye, bezirgân Hoca Himmet’in Osman isimli genç bir karaktere sevdalanması hasebiyle, ortalarda “mecnun” gibi belirmesi, çekilen cefa minvalinde insani aşktan ilahi olan aşka yönelişine erişmesinden bahseder.
İkinci hikâye, aşık olan birinin cananının İstanbul’a gitme kararı alması üzerine, onu yolcu etmek nedeniyle sert soğuklara karşın birlikte hareket etmeleri, onu yalnız bırakmamak ümidiyle İstanbul hudutlarına gelmesine rağmen şehre varmadan geri dönüş almasını anlatır.
Üçüncü hikâye, Merdâne Halife’nin “Âb-ı hayat” adlı mesire yolunda sevdiği kişinin dostları ile sefahat ettiğini görmesi sebebi üzerine Keçi Köprüsü’nden kendini suya atması ve sevdiğinin kalbini kazanması bakımından önemlidir.
Dördüncü hikâye, İran şairi Riyazi’nin, Şah Melik Köprüsü’nden suya atlayıp ölmesini, aşkına ve sevdiğine olan içten bağlılığa düğümler.
Beşinci hikâye, ikiyüzlü bir şeyhin, şehre nümayiş için arz eden cambazların çırağına aşık olması, bir sene onlarla hareket etmesinin ardından cambazların ayrılık haberini öğrendikten sonra hediye vermiş olduğu giysiyi geri istemesini konu alır.
Altıncı hikâye, yaşlı bir şeyhin halk ile kurduğu samimi bağ neticesinde genç bir çırağın okuma-yazma edinimine yardımcı olması ve bir müddet sonra ona aşk gözüyle bakmasının halk içinde dedikodulara sebebiyet vermesidir.
Yedinci hikâye, ciltleme üzerine çalışan bir çırağa gönül veren birinin bir zaman sonra onu göremeyişinin ardından canını feda etmesi, bunun üzerine niyaz etmesi ve durumu sonuca bağlarken çırak sevgilisini güç bela yanına getirtmesi üzerinedir.
Sekizinci hikâye, yaşlı, zengin ve bilgin bir zatın, İbrahim Dilkeş isimli yüzsüz bir genci sevmesi, sevdiğinin şehri terki minvalinde bir nevi ölüme sürüklenişini anlatan ve dilinde “Ah Dilkeş!” sözüyle diğer dünyaya terki anlatılır.
Dokuzuncu hikâye, İstanbul’da namını güzel diye benimseten yeniçeri Ferdi’nin, kendisine aşık olan kişiyi mücbir sebeplerle öldürmesi dil bulur.
Onuncu hikâye, yeniçeri Ferdi’ye aşkı endam eden ağanın, başında bulunduğu çerileri bırakıp başına buyruk hareket etmesi, padişahın onu yanına çağırmasının ardından afyonu üzerinde olduğu için bitiş noktasına varamaması ölümünü ayağına getirmiştir.
Bahsini ettiğimiz on hikâyenin yedisini başta Nergisi kaleme vurmuştur. Bir yazarın kaleminden dökülen her metin bir noktada yazarı da metne dahil eder kanısıyla edebiyat araştırmacıları, yedinci hikâyenin Nergisi’nin yaşadığı bir kurgudur, derler.
Yazarlar, gözlemlediği insanların kim olduklarını, hikâyelerini bilmeyi ister fakat bunu kendi kurgu süzgecinden geçirerek veya gerçekçi bir bakışla hikâyeye, romana vb. dönüştürmeye çalışır. Nergisi ise çevresinde tanık olduğu olayları havsalasında inşa ederek gerçek bir şekilde kaleme almıştır. Gözlem yeteneği güçlü olan şair, kurgunun öyküsünü değil gerçeğin hikâyesini yazar. Meşakku’l-Uşşak’ın girişinde bunu şu şekilde ifa eder:
“hâlât-ı garîbe-i hayret-engîzün bi-tarîki’t-tesâmu’ ev ‘alâ vechi’l-muâ’yene karîn-i rütbe-i tahkîk ve rehîn-i derece-i tasdîk olanların bu tarz-ı yârân-pesend üzre sebt-i sahâyıf-ı tertib idüp (128b-16/18). Hikâyelerin hemen hepsinin başında ve sonunda “uhdûse-i mütehakkıku’l-vukû’dandur ki (129b-12)”, “sıhhat-ı vukû’ı mahkeme-i ittifâkda mukayyed-i sicill-i isbât olan (133b-13)” gibi klasik halk hikâyelerindekine benzer kalıplaşmış ifadelerle yazar, bu “gerçeklik”e işaret eder.”[1]
Nergisi’nin kadılık görevini icra ettiği zamanlardaki hikâyeler, Saraybosna, İstanbul, Edirne vb. yerler de ân bulur. Saraybosna, şairin gözlem gücüne, imgesel zevk dünyasına da ayrıca ışık tutar.
Eserdeki kişilikler ile Divan edebiyatındaki şiirler karşılaştırıldığında belli kalıp tipler arasında -aşık, maşuk vs.- benzerlik gösterir: Seven ile sevilen arasında yaşanan tatlı arbedeler, mâniler gibi. Mamafih Meşakku’l-Uşşak’daki tiplemeler, Divan şiirindeki tipik örnekler sergileyen kişilikler nazarında soyut değildir. Mesleki yetenekleri, giyim tarzları, tutumları içinde bulundukları toplumun yaşantısını somut, dinamik, gözlemsel olarak diri tutar.
Hikâyeler, şehvetten münezzeh bir fikriyatı benimseyen güzellik ve aşk merkezinde yer alır.
Ağdalı, girift bir yapı sunan Nergisi, hikâyelerinde özgün, orijinal unsurlar sunar. Gözlem gücünün zenginliğiyle gerçeğin hikâyesini yazarak eserinin bugünlere kadar taşınması ve döneme ayna tutması hasebiyle önem arz eder.
[1] Bahar Selçuk, “Nergisi’nin Meşakku’l-Uşşak’ında Osmanlı Toplum Hayatından Yansımalar” bilig,Bahar/2009, sayı 49, s.163
Bizi aydınlatan kaleminin mürekkebi hiç solmasın. Edebiyat mutfağının en güzel kelime pişiricisi…
Var ol dostum.
Emeğinize sağlık.
Kalime sağlık, çok hoş bir yazı.
Eline sağlık Mahmut Hocam. Dolu dolu bir çalışma olmuş.