Kuklaların efendisi, gösterisini tamamlamasının ardından odasına doğru adım attı. İçeriye girdiğinde gözleri sandığı aradı. Kuklaları yavaşça yerleştirdikten sonra kapıyı örterek oradan ayrıldı. Raflarda önceki oyunlarından kalma daha birçok kukla vardı. Bir müddet sonra o sessizlikte kuklalar, kendi kendilerine harekete geçtiler. Canlanıp konuşmaya başladılar.
Sandıktakilerden Spartaküs, “Şu başkaları tarafından kolayca yönetilen insanların biz kuklalara benzetilmesi ağrıma gidiyor,” dedi. “O şunun kuklasıymış, şu bunun kuklasıymış. O kişiliksiz, kimliksiz insanlar yüzünden bizi aşağılıyorlar,” diye dert yandı.
“Biz niye gocunuyoruz? Asıl o benzetilenler gocunsun,” dedi köle olan.
“O meymenetsizlerden bunu bekliyor musun?”
“Hayır, arsızlarda alınma olur mu hiç? Acaba kullanıldıklarının farkında değiller mi diyeceğim ama?”
Spartaküs, “Deme! Çoğu farkında. Çıkarları için göz yumuyorlar. Hem farkında olmamak gaflet ve delalettir. Bu da insana yakışmaz. Mesela biz biliyoruz kukla olduğumuzu. Ama biz, özgün ve özgür kuklalarız,” diye lafı değiştirdi.
“Özgür mü?” dedi diğer köle.
“Özgür tabii ki; kuklalar özgürdür. Mesela sence biz mi özgürüz yoksa efendimiz mi?”
“Tabii ki efendimiz özgür, biz onun emrindeyiz. İpler onda nasılsa istediği gibi oynatır bizi.”
“Ama bir ucu bize bağlı değil mi, biz de onu yönetmiyor muyuz biraz da?” dedi Spartaküs.
“Ama o, ipleri kendi özgür iradesiyle oynatıyor, biz de iplerin ucunda onun iradesine göre oynuyoruz,” dedi köle olanı.
“Madem öyle, o da başkalarının iradesine göre oynatıyor bizi. Efendimiz özgür değil. Bence asıl kukla o,” dedi Spartaküs.
“Nasıl yani?”
“O da görünmeyen iplerle başka iradelere bağlı.”
“Mesela?”
“Mesela Tanrı’nın iradesine bağlı değil mi? onun buyruklarına göre hareket ediyor, eylemlerini kendisi belirlemiyor. Örneğin doğanın koşullarına göre ve de dünyayı yönetenlerin düşüncelerine göre hareket ediyor. İnançları, alışkanlıkları, korkuları, kaygıları, ihtiyaçları, çıkarları yönetiyor onu. Bence efendimiz ya da insanlar özgür değil. Tek özgür Tanrı’dır.
Fakat bilinç özgürlüğe açıktır. Hayatı anlamlandırma ve olup bitenlere yön vermek insanın elindedir. Aynı zamanda sorumluluğundadır.”
“Bence Tanrı kader diyerek son noktayı koymuştur,” dedi köle.
“Hayır, kader diyerek razı olamayız. Yapmamız gereken kendimizi aşmak, kendimizin ötesine geçerek bu sorumluluğu omuzlamaktır.”
“Fakat özgürlük insanlar üzerinde ağır bir yüktür,” dedi köle. Bazı insanlar özgürlüğün yüküne katlanmayı sürdüremez.
“İnsanlar bunu yine özgürlük bilinciyle aşmalıdır. Bilinçle her şeyin ötesine geçilebilir.”
“İyi de, bilince hükmetmek mümkün mü? Bilinç ancak evrimle birlikte gelişiyor.”
“Tam olarak öyle değil. Bilinci geliştirmek mümkündür.”
“Nasıl?”
“Bilimle, felsefeyle. Düşünceyi geliştirerek. Özgürlüğün en kayda değer olanı düşünce özgürlüğüdür.
Unutmamak lazım. Düşünmek özgürlüktür. Engellenemez.”
“İyi ama çoğu insan özgürlük kavramını aramaz.
“Doğru. Bunlar sisteme teslim olmuştur.”
“Çoğu insanın ruhu köleleştirilmiş.”
“Bunlara çağdaş köle deniyor.”
“İnsanın en değerli varlığı özgürlüğü olmalı,” dedi köle.
Tam diğer kuklalar da söze karışıp bu felsefi şölene katılacaklardı ki biri, “Sesler geliyor susalım,” dedi.
Kuklacı içeri girip kuklaların konuşmalarından habersiz sandığı sıvazladı.
“Kuklalarım benim, canlarım! Ne yapıyorsunuz bakalım? Biliyorsunuz değil mi? Sizi ben yarattım. Ağacı yontup ağız, burun, kaş göz yaptım. Saç koydum, kol bacak taktım, elbise giydirdim, size hayat verdim. Sizi konuşturarak ve oynatarak da can veriyorum,” diyerek övündü, böbürlendi.
Öyle ya! Bu da bir ihtiyaçtı. Devam etti kuklacı, “Biliyor musunuz? Bazen size gıpta ediyorum. Hiçbir şey istemiyorsunuz, hiçbir şeye ihtiyacınız yok, gurur, kibir, kapris yapmıyorsunuz, bir ömürle sınırlı değilsiniz.
Ben ve insanlar bu gezegene bağlıyız. Solumak, yemek, içmek zorundayız. Başka bir yerde yaşayamayız,” diyerek yine çıktı odadan.
Yalnız kalıp sessizlikten emin olan kuklalar kendi aralarında konuşmaya devam ettiler: “Önce, sizi ben yarattım, dedi, arkasından şikâyet etti. Yarattım demek biraz büyüklük ifade etmiyor mu?” dedi köle olan.
“Aslında yaratmak insanın tanrısal özelliğidir,” dedi Spartaküs.
“İnsanın tanrısal yanı mı var?”
“Var elbet! İnsanın yaratıcılığı var. İnsan emekle değer yaratır, insan sanat yaratır, uygarlıklar yaratır.”
“Tersinden bakanlar da var. Tanrı’nın da insani özellikleri var diyorlar.”
“Evet, Tanrı kişileştiriliyor. İnsan gibi konuşuyor, cezalandırıyor, ödüllendiriyor, merhamet ediyor.”
Raflardaki kuklalardan biri katıldı söze: “Nietzsche ne demiş? İnsanı yaratmak mı Tanrı’nın büyük hatasıydı, Tanrı’yı yaratmak mı insanın büyük hatasıydı?”
“Konuyu saptırmayalım,” dedi öteki.
“Niye saptırayım? İnsanlar özgür değil; tabular var, baskılar var. Madem biz özgürüz, istediğimizi konuşuruz.”
“Efendimiz ya yakarsa bizi!” dedi köle.
“Korku özgürlüğün en büyük engelidir,” dedi raftakilerden biri.
Spartaküs, “Doğru soru şu belki de arkadaşlar! Özgürlük daha çok şeyi tercih hakkına sahip olmak demek mi yoksa özgürlük bizim için tercih yapma yükünden kurtulmamız demek mi?”
Bu soru üzerine kuklalar düşünceye daldılar.
Yan oda kuklaların efendisinin odasıydı. Geç olmuştu. Gelip yatağına uzandı ve uyudu. Kuklalar da derin bir uykuya daldı.