Dayanıklı iş elbisesi üretmek isteyen Cenovalılar kot üretiminin öncüleri oldular. Fransız dokumacılarsa şehrin adından kaynaklı olarak buna “Genes” adını verdiler. Jean’in adı buradan geliyor.
Amerika’nın “Altına Hücum” döneminde -1850’ler- San Fransisco’ya gelen terzi Levi Strauss çadır ve araba örtüsü işine girmişti. Madencilerin dayanıklı giysi ihtiyacını ticari bir kurnazlıkla sezinleyen Strauss, çadır bezinden tulumlar dikmeye ve bunları satmaya başladı. Bundan on yıl sonra ise Fransa Nimes’den görece daha yumuşak bir bez getirtti. Serge de Nimes olarak bininen bu kumaş, Amerika’da üretilen kumaşın da adı olacaktı. Boyar madde Hindistan’daki tarlalardan geldi ve Almanya sanayisi tarafından sentezlendi.
Kotun kovboyların ve madencilerin kullanımınıyla sınırlı kalmaması için 1935’e kadar beklemek gerekecekti. Vogue dergisinin “Batı Şıklığı” adı altında kotun reklamını yapmasıyla birlikte kot modası da başlayacaktı. 1950’lerde James Dean’in “Rebel Without a Cause” filminde kot giymesiyle birlikte o artık basit bir kıyafet olmaktan çıktı ve ebeveynlerine ya da sisteme başkaldıran gençliğin sembollerinden birine dönüştü. 60’lar ve 70’ler boyunca greaser ve hippiler gibi çeşitli alt kültürlerin de neredeyse resmi giysisi oldu. Kot pantolon giymenin toplumsal bir çılgınlığa dönüşmesi ise 1980’lerde gerçekleşecekti. Seksenlerden sonra kot sadece işçi sınıfının, isyankar gençliğin ya da farklı alt kültürlerin değil toplumun her kesiminin severek giydiği bir kıyafete dönüştü.
Kotun Türkiye’deki macerasıysa 1940 yılında Fransa’ya yaptığı bir yolculukta “jean”le karşılaşan Muhteşem Kot sayesinde başladı. Sağlamlığı ve şekli yüzünden bu giysiden etkilenen Kot, onu Türkiye’de üretmeye karar verdi. 1960 yılında ise Kot adının markalaşmasını sağladı. İnce çadır bezinden yapılan jeanler 25 liraya alıcı buluyordu, ithal ürünler ise 150-200 liraya satılıyordu.
Bu arada “jean”in Anadolu kumaşı olduğunu ileri sürenler de oldu. İddiaya göre Amerika’da dimes olarak adlandırılan kumaşın, Anadolu’da minder, döşek yüzü olarak da kullanıldığı 15. yüzyıl metinlerinde de geçer. Nimetî Efendi’nin 1540 yılında yazdığı Farsça-Türkçe sözlüğü Lûgat-i Nimetullah’da bu kumaşın Farsçası “eksûn” Arapçası ise “dimikıy”dı.
Düşük bel, şalvar tarzı, vücudu saracak kadar dar, yırtık gibi şekiller alan, farklı renklerde ve farklı stillerde üretilen kotların, eskimiş görünüme kavuşabilmesi için çoğu marka kumlama yöntemi kullanarak yapay bir eskimişlik görünümü yarattılar. Bu yüzden Türkiye’de 5 bin den fazla tekstil işçisi silikozis hastalığına yakalandı, resmi verilere göre 46 işçi bu hastalık yüzünden hayatını kaybetti. Kamuoyu baskısının da etkisiyle bazı markalar kumlama yöntemini kullanmaktan vazgeçtiklerini açıkladılar.
Her bütçeye uygunluğu, her ortamda giyilebilmesi, moda sektörünün ondan hiçbir zaman vazgeçmemesi ve her türlü estetik beğeniye hitap eden çeşitliliğiyle kot uzun bir süre daha hayatımızdaki varlığını koruyacak gibi görünüyor.
3 Yorum
Cevap Yazın3 Pings & Trackbacks
Pingback:Blue Jean'e Neden Kot Diyoruz? Kota adını veren "Muhteşem Kot"un Hikayesi | gizibu.com
Pingback:Blue Jean'e Neden Kot Diyoruz? Girişimci "Muhteşem Kot"un Hikayesi | gizibu.com
Pingback:Blue Jean'e Neden Kot Diyoruz? İşte Girişimci "Muhteşem Kot"un Hikayesi | gizibu.com