in

Karanlığın Dansı ‘Butoh’

II. Dünya Savaşı’nın ardından 1950’lerin sonlarında Japonya’da ‘karanlığın dansı’ olarak da bilinen ‘Butoh’, çağdaş dansta farklı bir ifade biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Butoh kelimesinin kökleri olan ‘bu’ dans, ‘toh’ ise adım anlamına gelmektedir. Butoh hem batı hem de Japon kültürüne ait geleneksel dansların dışında farklı bir biçime sahiptir. Tatsumi Hijikata’nın öncüsü olduğu bu avangard dans türü, savaşın getirdiği yıkımın ardından toplumun içinde yaşadığı gerilimi beden aracılığıyla dışa vurmuş, dansın belirsiz karakteri savaşın yıkımından beslenmiştir. Savaş sonrası geleneksel Japon toplumunun sosyal yaşamda taktığı maskeleri ve içinde barındırdığı huzursuzluğu vurgulayan protest bir tavra sahiptir. Japonya’nın sanayi ve teknoloji alanları hızla büyürken güç kazanan eğlence kültürünün yarattığı yanılsamaya tezat bir biçimde çirkinliği benimsemiştir hatta yüceltmiştir.

Sıra dışı avangard tavrıyla dikkat çeken Butoh, 1980’lerde artık Japonya’nın sınırlarını aşmıştır. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin yanı sıra dünyada da giderek yayılmaya başlamıştır. Günümüzde, genellikle Tokyo’da yaşayan çeşitli solo ve grup dansçıları Butoh’a yeni yorumlar katarak bu ekolü devam ettirmekte ya da dönüştürmektedirler. Dünya çapında tanınmış Butoh gruplarının başında Sankai Juku gelmektedir.

Butoh dansçıları idealize ve estetize edilmiş bir insan bedeninin aksine modern dünyanın içinde acı çeken, fani, kırılgan, hastalıklı, ‘etten kemikten’ bir bedeni kendine has bir ifade diliyle izleyiciye sunarlar. Beyaza boyanmış çıplak androjen bedenler, yaşamla ölüm arasında asılı kalmış bir atmosfer yaratan sahne dekorları ve kostümler izleyicinin ilk bakışta dikkatini çeken unsurlardır. Dansçılar, insanın ölüm ya da doğum deneyimlerini anımsatan yoğun kontrollü mikro hareketlerle örülü bir beden dili kullanırlar. Yavaş, alışılmadık, gergin mimik ve jestlere sahip dansçılar an içinde titrek, sakatlanmış, sıkışmış gibidirler. Butoh ilkel, ham ve keskin formlara sahip dili aracılığıyla izleyiciye hem tanıdık hem de sıra dışı ilksel bir deneyim sunmaktadır. Butoh yaşamın özüne anlıkta olsa ulaşma çabasıyla sürrealist yazar ve oyuncu Antonin Artaud’un ‘Vahşet Tiyatrosu” ile de bu açıdan ortak yönler taşımaktadır. Butoh, düşünsel zemininde iyi-kötü, güzel-çirkin gibi kutuplaşmış kavramlar yerine aydınlık ve karanlık gibi yaşamın daha saf hallerini kendine referans almaktadır.

Sahnede sergilenen gerilimli mizansenler hem doğumun hem de ölümün arasında sıkışmış gibilerdir. Dansçılar yere düşüp sürünerek yeniden ayağa kalkarlar. Bu döngüsel dil, varlığın sırrını adeta bir an için açık etmektedir. Dansçıların savunmasız bedenleri kendilerini izleyicinin seyrine teslim ederlerken yaşamın kendisi tarafından şekillenen, yaşayan ve değişen birer heykel gibidirler. Hijikata kendi dansını ifade ederken: “Eserim ne mi? Evet, o ben kendimim. …Size kendi bedenimden başka gösterecek hiçbir şeyim yok” demiştir. Butoh’ta fiziksel ve cinsiyete indirgenmiş bir güzellik yerine insanın bedenine ve bu dünyaya ait temel ifadenin gücü önemsenmektedir. Beden bir imge, özne ya da nesneden çok kendine içkin etselliği aracılığıyla izleyiciye sunulur. Butoh’un öncüsü Hijikata için sahne, üzerinde daimi bir hâkimiyet kuramadığı mamafih terk de edemediği fani bedeninin anımsatmaktadır.

Bir Butoh performansı izlemek için aşağıdaki bağlantıya tıklayınız.

https://www.youtube.com/watch?v=NdwL27NzIVg

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Ölüp Ölüp Dirilmek ya da Cryonics

Venedik Film Festivali Açılışı ‘First Man’ ile Yapacak