23 Haziran 1975 yılında Kanada’da erkeklerden oluşan seksen kişinin, karısını dövdüğü iddia edilen bir adamı kırbaçlayarak öldürdüğünü biliyor muydunuz?
Devletin dahi zaman zaman ‘’kamu vicdanı’’, ’’milli refleks’’ gibi ifadelerle hukuksuz bir cezalandırma olarak toplumsal şiddeti bir tehdit biçimi olarak kullandığı ‘’linç’’ olgusu üzerinde durulması gereken çok önemli bir konudur. Afrika’da, Asya’da, Ortadoğu’da Latin Amerika’da yaşanan linç olayları zaman zaman karşımıza çıksa da gündemimiz linç kültürünün yansımasını daha çok sosyal medya üzerinden göstermekte bize.
Linç, bir kitlenin, toplumun büyük bir bölümünü temsil ettiği iddiasıyla uyguladığı cezadır. Freud’a göre bu sosyal olayın biyolojik temelli bir açıklaması vardır ve kalabalığın gerçekleştirdiği şiddet eylemlerinin kaynağı sürü içgüdüsünün doğurduğu saldırganlık kökenli şiddettir. İnsanda doğal olarak var olan saldırganlık içgüdüsü, eğer herhangi bir engellemeyle bir şekilde açığa çıkartılmazsa birikime yol açar ve bu enerji birikimi uygun bir zamanda kendini şiddet olarak gösterir. Bu açıklamayla örneğin sosyal medyadaki linç girişiminin bir enerji boşalması yarattığı için kişileri rahatlamaya götüreceğini ve zamanla saldırganlığın söneceğini varsayabilirz. Ancak linç girişimlerini gözlemlediğimizde kitlelerde artan bir saldırganlığı, çığ gibi büyüyen bir öfke oluşumunu farkederiz. Açığa çıkarılan saldırganlığın bir rahatlamaya yol açmadığını hatta saldırganlığın tekrarlanmasını sağladığını ve kişiyi ahlaki engellerden kurtararak şiddeti ileri götürdüğünü söyleyebiliriz.Çünkü lince katılan kişiler kendilerinin yaptığının linç olduğunu kabul etmezler. Eylemleri haklılık duygusuna dayanır ve kitleden aldığı destekle kendilerinde ahlaki bir sorumluluk hissetmezler.
Sıla ve Ahmet Kural Örneği
Bazı sosyal psikologlara göre ise kitleler sadece bir sürü içgüdüsüyle ve tek bir zihin doğrultusunda değil bireylerin teker teker isteklerinin ve düşüncelerinin birleşmesi ile de ortak bir şiddet eyleminde bulunurlar.Lince katılanları şiddete meyilli kılan şey kendi hayatlarıyla ilgili bireysel hayal kırıklıkları, travmaları, kendi zaafları ve zayıflıklarıdır. Örneğin Sıla’nın Ahmet Kural tarafından şiddet görmesi vakasına toplumun gösterdiği tepkiyi değerlendirecek olursak, bazılarının Ahmet Kural’a karşı onun meslek hayatının sonlandırılmasına yönelik başlattıkları linç girişiminin altında başarılı, zenginleşmiş ve popüler bir kimseye duyulan kıskançlık gibi olumsuz hislerin payı da olabilir.Ya da duyarlılıkları aslında magazin figürlerine ve hayatlarına duydukları merakla ilişkili olabilir.Zira Sıla ülkemizde şiddet gören pek çok kadından biridir ancak çoğu zaman etrafımızda eşleri veya sevgilileri tarafından fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan kadınlar için duyduğumuz üzüntü hayatımızda bu kadar yoğun bir yer kaplamaz hatta gerçek bir sosyal ilişki içinde olduğumuz kişilerin aile yaşantılarına müdahale etmekten çekiniriz.
Öyledir ya ‘’ karı-koca arasına girilmez.’’ Karısına şiddet uygulayan bir doktoru Tabibler Odası’na şikayet ederek onun bir süreliğine meslekten men cezası almasını talep etmeyiz. Aslında bu cezalandırma biçimini aklımıza getiren şey söz konusu kişilerin popüler olmalarıdır.Hak etmedikleri halde keyfimize hizmet ettikleri için sahip oldukları şeyler ‘’halk’’(biz) tarafından onlara bahşedilen bir lütuftur. Böylece diğer popüler kimseler için de ilk hatalarında onları alaşağı edecek güce sahip olduğumuza dair bir gözdağı vermiş oluruz (kadir olmak!). Oysa bir doktorun polisin veya öğretmenin şiddete meyilli olması mesleğini yapmasına engel bir boyutta olabilir. Bir oyuncunun saldırgan mizacı onun sanatına katkıda bulunacak bir nitelik dahi olarak yorumlanabilme imkanını barındırırken bir doktorun öfke kontrol sorunu hastalarının canına mal olabilir.
Kamu Vicdanı ve Adalet Duygusu Saçmalığı
İdealizmin bakış açısıyla vicdanın, doğuştan bulunan insan zihninin üzerinde, objektik ilahi bir gücün içimize zerk ettiği soyut bir mahkeme olduğunu düşünsek de o yalnızca toplumsal koşulların ve törelerin eseridir.Toplumsal kurallar ve tabular da toplumsal gerekçelere bağlı olarak zaman içinde değişebilmekte veya esneyebilmektedir.
Afrika’da yaşayan bir topluluk olan Fulalar’ın, yetişkinliğe adım atan ergenler için düzenlediği bir ‘kamçılama yarışması’ bulunur. Gerçek bir erkek olduğunu kanıtlamak isteyen Fulalı gençler, başka kabilelerden yaşıtlarıyla kamçılama yarışmasına katılır. Çocuklar hiçbir şekilde korku ve acı belirtisi göstermemelidir. Yarışmanın sonunda kimin kazandığına, dövüşü izleyen kabile üyeleri karar verir ve bu gayet olağan bir gelenektir. Afrika’da Malavi’nin güneyindeki bazı bölgelerde, kız çocukları geleneksel olarak ergenlik çağına girdiklerinde para karşılığında, cinsel ilişkiden para kazanan biriyle ilişkiye sokulur ve bu da gayet olağan bir durumdur.Bu insanlar elbette cani ve ahlaksız değildir hatta ilkel yaşam, günümüzde kimi çevrelerce ‘’saf iyilik miti’’ ile yüceltilen bir naifliğe sahip, modernizmin bozmadığı bir doğallık ve masumiyet alamet-i farikası olarak görülür.
Vicdan meseleye içerden mi yoksa yukarıdan mı baktığımıza göre de yön değiştirebilmektedir. Örneğin bir Türk olarak her toprakta teşkilatlanıp devlet kurmak,fetihler yapıp, İslamı yaymakla övünüyor ve bu uğurda düşman ve kafirle savaşırken kılıçtan geçirmek ve kelle almak bizi vicdanen hiç rahatsız etmiyor. Oysa özneyi Türk verine başka bir milletle değiştirsek fetih, teşkilatlanma, devlet kurma, savaş gibi kavramlar yerini sömürgecilik, terör, işgal, zulüm gibi kavramlara bırakacaktır.
Vicdan sadece bir toplumdan bir başka topluma göre değil aynı topluluk içindeki insanlarda da aldıkları eğitim, sosyoekonomik durum ,inanç ve mizaç çeşitliliklerine göre şekillenerek farklılaşmaktadır.
Bu durumda hukuki yaptırımı bulunan hiçbir suçun cezası toplum vicdanına bırakılamaz.Topluma zarar veren her eylem ise hukuki bir yaptırımla karşılık bulabilmelidir.Adalet duygusu tabiri de bir saçmalıktır çünkü adalet bir duygu değildir ve tamamiyle rasyonel bir şekilde sağlanabilecek muhasebeye dayanır.Rasyonel hukukun varlığı bundandır ve hukukun objektifliği duyguların işin içine katılmaması ve mantığa dayalı olmasıyla sağlanır.
Sosyal Medya Linci ve Hukuki Sonuçları:
21. yüzylın teknolojik gelişmeleri neticesinde linç olgunun kapsamı genişlemiş ve kavram bir temas ve fiziksel yok etme kastı olmadan gerçekleşen sosyal agresyonu da tanımlar hale gelmiştir. Hatta sosyal medya yoluyla lince katılan kitleler için yeni bir tanımlama ortaya çıkmıştır; E-Mob (E-Güruh)
Kişiler sosyal medyada anonim veya değil, sosyal medyada linç girişimi daha kolay bir şekilde gerçekleştirmektedirler çünkü kişiler, kendisine özellikle de vücut bütünlüğüne kolay kolay zarar gelmeyeceğinin farkındadır. Sosyal medyada linç mağduru kişi psikolojik olarak zarar görebildiği gibi toplum tarafından dışlanabilir hatta bazen maddi anlamda zarar görebilir, işinden olabilir hatta kendisine zarar verebilir ,kişiyi intihara götürecek sonuçlar doğurabilir ki bunun örneklerini zaman zaman karşımıza çıkmaktadır.
Linç Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmamıştır. Bu yüzden linç suçu alternatif normlar yoluyla yargılanır. Linç suçunu kapsadığı kabul edilen maddeler TCK’nın 76., 77., 81., 87. ve 216. maddeleridir. Bunlar, soykırım, insanlığa karşı işlenen suçlar, kasten öldürme, kasten yaralama, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçlarıdır. Sosyal medyada linç suçu da Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmamıştır. Bu yüzden sosyal medyadaki linç de alternatif normlarla yargılanmaktadır. Bunlardan bazıları TCK’nın 84. ve 125. maddelerindeki intihara yönlendirme ve hakaret suçlarıdır.
Görmezden gelinen ve giderek artan bir saldırganlıkla kimi insanların yaşamının merkezine koyduğu için hayati sonuçlar doğurabilen sosyal medya platformu üzerinden yapılan linç girişimleri için önlemler alınmalı,hukuki düzünlemeler yapılmalıdır. Orantılı, kişilik haklarına saldırmayan dijital tartışmaların gerçekleşmesi için sosyal medya kullanımında etik konusuna daha çok değinilmeli ve bu eğitimin çocuklara, kurumlar ve aile ile kazandırılması gerekmektedir.
Elbette Türkiye’de hukuksal olarak revize edilmesi gereken pek çok başka konu daha vardır. Üstelik toplumun, örneğin kadına şiddet, tecavüz, taciz gibi vakalarda sosyal medya üzerinden tepkisini oldukça sert bir biçimde dile getirmesinde cezaların alt sınırdan verilmesi ve halkın hukuk sistemine güveninin sarsılmasının büyük payı vardır. Ancak doğaya ve canlılara zarar veren eylemlerin önüne geçilmesinde öncelikle yapılması gereken, ayıplama -kınama gibi toplumsal yaptırımları aşan ve şiddete varan kitlesel tepkileri örgütlemek değildir. Söz konusu eylemleri yapan kişilerin ıslah olmalarını ve topluma kazandırılmalarını sağlayacak hukuki yaptırımların uygulanması ve eğitimle önleyici tedbirlerin alınması yolunda sivil toplum baskısı oluşturmaktır.Çünkü bir gün her birimiz oldukça muğlak ve esirikli ‘’kamusal vicdanın’’ kurbanı olabiliriz.
kadına şiddet uygulayan birisi tabii ki televizyonlara çıkıp çocuklara örnek olmayacak
internet üzerinden bir insanı linç etmek eğrisini doğrusunu bilmeden tabii ki bir haklılık taşımıyor, ancak bu ahmet kural’ın ilk vakası da değil. yazının belirli bölümlerine katılmakla birlikte mesleğine devam etmesi şiddete meyilliyim ve bakın hala bu toplumun sırtından para kazanıyorum algısı yaratabilir.
Öfke herkeste olan bir duygudur. Hatta bazı ihtiyaçlarımızı karşılamak için itici gücümüzdür. Şiddet ise öfkenin ifadesi olarak ele alırsak zarar verici ve yıkıcı bir güçtür. Erken yaştan itibaren sürekli öğrendiğiniz tanık olduğumuz bir durumdur. Kültürümüzdeki pek çok durum şiddeti över ve besler. Bu yöntemi değiştirebilen, kullanmayan ve öfke duygusunu farklı şekillerde ifade edip isteklerini alabilen insanlar yetiştirmek elimizdedir. Birilerini suçlayıp, yok etmek yerine, şiddet gösterene çevresine zarar vermeyecek yöntemler, gerektiğinde geri çekilme, vazgeçmeyi öğretmemiz gerek. Şiddet karşısında gerçekten sorumluluk alıp yaşamı değiştirmeyi seçmeliyiz. Bir hedefe lanet edip, onu yok edip varabileceğimiz hiçbir yer yok.
O kadar soğukkanlı bir bakışla yazılmış ki adeta kan donduruyor. Elbette linç kötüdür. Yazıda tek katıldığım yer orası. Ama toplumsal riyakarlık? Adamın “zengin, başarılı ve popüler” olmasını kıskanma? Sıradan kadınlara ses çıkarmazken Sıla’ya verilen destek?
İnanmayacaksınız ama Sıla gibi ekonomik yönden güçlü ve kariyer sahibi bir kadın bile susmayı bir an için bile olsa aklından geçirebiliyor. Ve susmamayı tercih ettiğini ifade ediyor. Başvurusu neticesinde somut delillerine rağmen 6 aya kadar verilebilecek uzaklaştırma kararı 3 ay veriliyor. Göz önünde ve avantajlı olduğunu düşündüğümüz bir kadın yasal destekten yararlanamıyor. Düşünün. Adam ise açıklama üstüne açıklama yapıyor ve hepsi birbirinden beter. Yüce gönüllülük gösterisiyle örtülmüş saldırganlık dolu bir beden diliyle. Lince uğramış bir masum gibi durmuyor.
Elbette hukuki olarak cezalandırılmalı, ancak böylesi katmanlı bir meseleyi ele alırken “ama adam işini kaybetti.” noktasına indirgerseniz, şiddetin serinkanlı uşağı olmaya devam edersiniz .
Bu yazıyı yazan arkadaş Ardanın olayına nasıl bakıyor merak ettim. Toplumun gözünün önündeki insanlar örnek alınır ve ödülüyle cezasıyla yspılır, yapılmalı. Adamı övünce sorun yok tepki gösterince mi kıskancız? O zaman bir kıskanç olarak bu yazıyı yazana Ahmet para vermiş. Bence, bu benim düşüncem. Kıskançlık kokuyor ama olsun.