“İngiliz futbol kültüründe kalecilerin (bir de sol açıkların!) hafif deli olduğuna inanılır. “Adamın aptalı kaleci olur,” diye bir söz de var. Öyle ya, kim gönüllü yapar bu mesleği? Bir anlık bahtsızlığın ya da tümüyle çaresiz bir golün, sayısız mükemmel kurtarışla kazanılmış alkışları anında unutturuvermesini kim sineye çeker? “Adamın Abdalı Kaleci Olur” – Fatih Uraz (Eski Milli Kaleci)
Hayat karşısında hangimiz golü kalemizde görmedik ki? Bu güzel oyunda daha önce anlatmış olduğumuz forvet mevkiinde oynayan oyuncuların dışında, oyunun hakkını verme sırası şimdi de kalecilerde. Kaleciler üzerine araştırma yaparken, şimdinin modern futbol anlayışında pasör kalecilerin değil de, nerede şimdi eskinin eli belinde oynanan futbol anlayışının kalecileri diye de düşünmeden edemedim. Yanlış zamanların doğru izleyicileri olduğumuza mı yanalım, yoksa bu oyunun gerçek ve güzel hikayelerini öğreniyor oluşumuza mı sevinelim, karar veremedim. Karar sizin, ey okur!
Hangisinden başlayalım ki… Riskli oyun tarzıyla ve akrep vuruşuyla tanıdığımız Kolombiyalı efsane kaleci Rene Higuita mı,
1895- 1900 yılları arasında oynamış ve 1.93 boyu ve yaklaşık 150 kilo ağırlığında olan Sheffield United’ın kalesini koruyan şişman kaleci William Henry Foulke mi, (lakabı da Fatyy),
1937’de Chelsea – Charlton Athketic maçı sis yüzünden 60.dakikada ertelenince, yarım saat boyunca kalesinde unutulan Charlton Athletic’in kalecisi Sam Bartram mı,
en uzun süre gol yememeyi başarabilmiş İtalyan kaleci Dino Zoff mu,
Ya da bugün bile dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kalecisi olarak gösterilen, 50’li yıllardan önce kale çizgilerini terk etmeyen kalecilerin kale çizgisini aşmasının önünü açan SSCB’li yenilikçi kaleci Lev Yaşin mi,
SSCB’nin seksenli yıllardaki bir diğer efsane kalecisi Rinat Dasayev mi,
Liverpool’un şampiyonlukları domine ettiği yıllarda kalesini koruyan ve Afrikalıların aksine beyaz olan Zimbabwe’li bıyıklı kalecisi Bruce Grobbelaar mı,
Ya da1970 dünya kupasında Pele’nin attığı kafa şutunu kurtaran ve sonrasında tarihe “yüzyılın kurtarışı” olarak geçen İngiliz kaleci Gordon Banks’tan mı ve daha nicelerinden mi… Görüldüğü üzere hepsinin ayrı bir hikayesi var ve bu da güzel oyunun hiç bitmeyen hikayelerine daha çok sarılmamıza neden oluyor. Evet, sıra geldi futbolun nam-ı diğer “yalnız adamlarına”.
Çocukluğumuzda, yeri geldi beton yollarda, yeri geldi dikenli, topraklı arsalarda oynadığımız ve kimsenin kaleye geçmeye pek gönüllü olmadığı mahalle maçlarında top oynamayı beceremeyenleri kaleye koyan bir neslin insanlarıyız biz. Bu tutumumuz tek başına her mevki olduğumuz japon kalesi maçları hariçti tabi. Sonuçta bu oyunda gol atmak dururken, golü kim yemek isterdi ki?
Dostoyevski’nin üstüne yazar, Çaykovski’nin üstüne bestekar tanımam’ diyen, Van Basten’den yediği o efsane gol sorulduğunda, “sıfırdan gol atılabileceğini bilmiyordum” cevabını veren SSCB’nin efsanevi kalecisi Rinat Dasayev’e kulak vermeye ne dersiniz. Bakın ne söylemiş:
“Ne kadar iyi, ne kadar büyük kaleci olursan ol ‘yalnızlık’ bizim yazgımız. Çizgide beklemek, tek başınalıktır. Ben bu yalnızlığı bazen içimdeki Çaykovski ile giderirdim. Devamında da ekliyor Tatar kaleci: “Kaleci hassastır. Kırılgandır. Binlerce seyircinin önünde oynasa bile 11 kişilik oyunda yalnızdır.”
Anlıyoruz ki, ne kadar büyük kitlelerin önünde oynasalar bile onların kaderi tek başına bir yaşamdır aslında. 200 bin kişiyle gelmiş geçmiş en çok seyircinin izlediği 1950 Dünya Kupası’nın Maracana Stadı’nda oynanan final maçında, onca seyirciye rağmen sahada iki yalnız adam vardı: Uruguay’ın kalecisi Maspoli ve Brezilyalı file bekçisi Moacir Barbosa. Maçın hikayesine baktığımızda, Brezilya’yı şampiyonluktan eden gol son dakikalarda geldi. Tribünleri derin sessizliğe gömen golden sonra başlama vuruşu için topu filelerin arasından almak zorunda kalan Moacir Barbosa’nın yalnızlık ve hüznü Dassaev’in yukarıdaki sözlerinin haklılığını bir kez daha gösteriyordu. Moacir Barbosa, o günden sonra ölene kadar günah keçisi oldu. Ülke tarihinin en büyük travmasının günah keçisi ilan edilen adam, “Tüm Brezilya’yı ağlatan adam” diye anıldı hayatının geri kalanında. Uğursuz ilan edildi. Öyle ki 1993’te milli takımı ziyaret etmesine kötü şans getirir, diye izin verilmedi.
Kaleci, sadece golü yediğinde yalnız değildir. Takımı gol attığında arkadaşlarının karşı kaledeki gol sevicine kendi kalesinden katılmak zorunda kaldığında da yalnızdır. Kimseye güvenmemesi gerektiğini, bazen takım arkadaşının bile kendi kalesine gol atmasını bilmesinden ileri gelir.
Bir zamanlar amatörce olsa da kaleciliğe gönül vermiş, aynı zamanda da şair olan Sunay Akın’a ait şu sözleri hatırlatalım: “Takım arkadaşlarına 90 dakika boyunca sırtını dönmeyen tek oyuncu kalecidir.” Bu sözler kalecinin kaderini ne de güzel anlatmış, değil mi?
Yeri gelmişken edebiyatçılardan devam edelim. Oyuna sahadaki diğer tüm oyunculardan daha geniş ve farklı bir açıdan bakarken, belki de hayata ve insanlara da farklı açıdan bakmayı öğrendikleri için olsa gerek, birçok edebiyatçının yolu kalecilikten geçmiş. Tıpkı “Yaşama dair ne biliyorsam futbola borçluyum. Çünkü top hep beklemediğim köşeden geldi” diyen Albert Camus gibi. Tıpkı “O (kaleci), yalnız kartal, esrarengiz adam, son kurtarıcıdır” diyen Nabokov gibi.
40 yaşına kadar kalecilik yapan İtalyan kaleci Dino Zoff’tan devam edelim şimdi de. “Kale, evimin kapısı gibiydi. 34 yıl bekledim orayı. Dile kolay. Sahadaki 11 oyuncunun 10’u, oynarken maçtan başka bir şey düşünemez. Çünkü hep oyundadır. Ama kalecinin vakti vardır. Beklerken düşünür. Annemi, babamı, sevgilimi, arkadaşlarımı, karımı, çocuklarımı, çok düşündüm kaledeyken…”
Sahadaki özgürlüğü bir yere kadardır kalecinin. Sınırları belli olan ceza sahası dışına oyun anlayışı gereği çıkamaz, çıkıp da elle oynarsa kızarır. Yani kaleci yasaklıdır bir anlamda. Özgür olduğu bölgenin adı bile ‘ceza’ sahasıdır.
Yalnızlık kaderleri olduğundan, kimse kademelerine girmez, savunamaz onları. Sahada hiçbir oyuncuyla verkaç da yapamazlar, hatta oyunun heyecanına kapılıp verkaç yapmayı denediklerinde de kalelerinde golü görürler çoğu kez. Ve tüm hayatları üç direk arasında o kadere meydan okumakla geçer. Ve tek bir maç hatta bazen tek bir an tüm hayatlarını kabusa çevirebilir. Tıpkı Moacir Barbosa gibi ya da yaptığı bir faul nedeniyle, parıltılı kariyerinin ve yeteneklerinin üzerine bir lanet gibi çöken Alman kaleci Toni Schumacher gibi..
Penaltı esnasında, ona reva görülen sadece çizgidir. Orada bile prangası vardır aslında. Takımda golcülere güzel isimler bulunurken, Kral, Gladyatör gibi güzellemeler yapılırken, kalecilerin payına düşen ise genelde ‘Kova’ ve ‘Kumbara’ sıfatlarıdır. Futbolun sevilme nedenini, o en büyülü anı, golü engellemeye çalıştıkları için pek çoklarımız tarafından da sevilmez onlar.
Araştırırken tanımış olduğum kaleci Fatih Uraz, İzmir’de oynanan ve 0-0’lık şerefli İngiltere beraberliğiyle biten o maçın da kalesini koruyormuş. O maçta yaptığı bir kurtarış var ki, dünyanın en güzel yedinci kurtarışı olarak anlatıla gelir.
Sonraları kaleci Fatih Uraz’ın yazmış olduğu “Adamın Abdalı Kaleci Olur” adlı kitabının, aşağıda alıntıladığım önsözünde geçen sözleri çok hoşuma gitti.
“Kitabın teknik bölümlerinden ziyade tarihsel kısımlarını hazırlarken büyük keyif aldığımı belirtmeliyim, zira araştırdıkça bilmediğim öylesine çok şey öğrendim ki… Kaleciliğin en renkli ismi Fatty Foulkes’la (Şişman kaleci) tanıştım, Albert Camus ve Nabokov’la yazar-okur ilişkisi içinde değil, üç direk önünde üç eski kaleci olarak buluştum. Kim bilir belki de beni “Dünya üzerinde yapılması en zor şey; iyi bildiğin bir işin gözlerinin önünde yanlış yapılmasına ses çıkarmadan durabilmektir” sözü ateşledi! Zira insan gerçekten bildiği bir işin gözlerinin önünde yanlış yapılmasına müdahale etmeden duramıyor. Nice kaleci pozisyon almasını, nerede çıkılacağını, nerede yatılacağını, nerede ayakta kalınacağını bilmeden kaleyi teslim alıyor; gerisi bilinen hikâye!” Yeryüzünün bütün “yalnız adamalarına” selam ve saygı ile.
Futbolun seyir zevkinin arttırılması için 25 metreden atılan gollerin iki gol sayılmasından, futbolun 10 kişiyle oynanmasına kadar, serbest vuruşlarda barajın kaldırılmasından tutun, korner atışlarının kısa mesafede olmasına kadar birçok önerisi vardır kaleci Fatih Uraz’ın. Bu da detay bir bilgi olarak burada dursun.
Harika bir yazı olmuş. Dasayev çocukluğumuzun kaharamnıydı, tabi Galatasaray’ımızın kalesini koruyan Simoviçten sonra.
Ben de bir Galatasaray’lı olarak Simoviç’ten bahsetmek isterdim aslında, o da benim eksikliğim olsun bu yazı için:) Daha çok eskide kalan, yaptıklarıyla, hissettikleri ve hissettirdikleriyle benim ya da bizlerin ruhuna seslenen hikayeleri hatırlatmak istedim. Kimbilir, belki daha sonraki yazılarda misafirimiz olabilir bu isimler. Teşekkürler…
Olağanüstü güzel bir yazı. Yazarının emeğine sağlık. Büyük bir zevkle okudum ve bazı bölümlerinden yazarın adından bahsederek, hoşgörü ve izinleriyle yakın bir gelecekte yayınlanacak “FUTBOLDA ALTYAPI EĞİTİM VE GELİŞİMİ” adlı kitabım için alıntılar yaptım. Sevgi ve Saygılarımla.
Teşekkürler…