in

İnsanlık Tarihinden Kesit: “Kadın Dırıltısı”ndan Ölen Halil Ağa

Tabiattaki her uyumun içinde bir de tezat saklıdır. Birbirine yekpare bütünlük arz eden her unsur, bir yandan da içinde gizlenmiş kendi fıtratı ile öznel nitelikler taşımakta ve bu öznel nitelikler her unsurun bazı noktalarda birbirleriyle çatışmasına yol açmaktadır. Bu tabiatın bereketi ve çeşitliliğinin muazzam bir delilidir. Birbirlerine uyum için yaratılmış olsalar dahi, kendi öznel nitelikleri ile bazı noktalarda uyuşamayan ve insanlığın var oluşundan beri girift bir meseleyi içinde saklayan kadın ve erkek olgusu buna en güzel örneklerden biri sayılabilir. (Ki bu örneği derinlemesine incelemek istersek, Câhiz’in, kadın ve erkek ilişkisi ile kadın ve erkek’in arasında bulunan farkları psikolojik olarak tahlil ettiği; KitâbünNisâ” adlı eserine bakılabilir.)

Kadın, içinde sakladığı fikir hassasiyeti ve birbiriyle her safhada gittikçe örgüleşen düşünce yapısının muhteşemliği ile gelenekte mikrokozmos, makrokozmos olarak nitelendirilen, evren ve insan ilişkisinin en tabî misalidir. Gelenek içinde dairesel olanın her daim feminen olarak nitelendirilmesi, mimari perspektiften bakıldığında, her daim dairesel olan kubbe donanımının gök ile ilişkisindeki enginlik ve kadın kavramının iç dünyasında mevcut derinlik  üzerinden kurulan bir irtibat, irdelenmesi gereken başka bir konudur. Nitekim toprak ve kadın arasında kurulan kadim özleştirme, toprağın derinliği ve bereketi ile kadın kavramı arasında muazzam bir örnek teşkil etmektedir.

Düşünen, düşünceleriyle girift bir sistem teşkil eden kadın kavramının sembolik ifadeleri, tüm hassasiyeti ve inceliği ile geleneğin içinde akışını sürdürürken, sosyal hayatta ise, tüm bu pozitif cinsiyetçiliğin, negatife dönüştüğünü görüyoruz. Kadın kavramının, kısıtlanması ve kısıtlandıkça yaşamının daha iyi bir hal alacağının varsayılması, tüm yanlışlığı ve saçmalığı ile sosyal hayatta hüküm sürmekte ve kalabalıklar ortasında topyekûn yabancılaşan “insan” kendine biçilen manadan dahi uzak kalmaktadır.

Peki düşünen ve düşünceleriyle girift bir sistem teşkil eden kadının, amiyane tabir ile“dırıltısı” nedir ? Kadınların günlük diyalogları içerisinde erkeklerden çok daha fazla kelime kullanmaya meyilli oldukları bilim adamları tarafından ispatlanmıştı. Bu tezi bir safha daha ileriye taşıyalım ve şöyle diyelim; “kadınlar erkeklerden daha geniş bir kelime haznesine sahiptir”. Bu konuda hem fikir olacağımızdan şüphem yok. Düşüncelerin bir şimşek sürati ile gelip geçtiği, incecik bir ağın üzerine kurulmuş izlenimini veren muazzam bir mekanizma misali mütamediyen işleyen bir zihindir kadın zihni. Detaycılık ve meseleleri her zaman başka bir açıdan ele alma kabiliyeti maalesef erkek zihninde mevcut değildir. Bu kadın ve dolayısıyla insanlık için muhteşem bir artı lakin bazı erkekler için ise ölüme sebep olabilecek gizli bir tehlikedir.

Evet, bugün İstanbul, Zeytinburnu ilçesi sınırlarındaki Merkez Efendi Kabristanında bulunan 1260 (miladi olarak;1785) tarihli bir mezar taşı bunun en büyük delilidir. Halil Ağa adlı merhumun mezar taşına, karısı ve annesinin çekişmeleri arasında bezdiğinin bir nişanesi olarak, kendi vasiyeti üzerine “kadın dırıltısından” öldüğü yazılmış. Osmanlı mezar taşlarında, ölüm sebebine, mesleğine yahut bu mezar taşlarında işaret edilen başlık türlerine göre ölünün statüsüne dair bilgi edinebiliyoruz. Bu hususta zengin bir çeşitlilik sunan bu taşlara, bu şekilde işlenmiş nüktelere de rastlayabiliyoruz. Görselimizden okuyabildiğimiz kadarı ile Halil Ağa’nın mezar taşında tam olarak şunlar yazmakta;

“el-Bâki

merhum ve mağfur ilâ rahmeti

Rabbihi’l Gâfur karı (kadın)

dırltısından

vefat eden es-Seyyid Halil

ağa’nın ruhuna Fâtiha.

Sene:1260″

Böyle nüktelere rastlayabildiğimiz Osmanlı dönemi mezar taşlarında, bizzat kendimizin de rastladığı bir mezar taşından bahsetmezsek olmaz. Bursa’da bulunan Üftâde türbesinin haziresinde bir mezar taşı vardır ki isimsizdir ve üzerinde Arapça olarak sadece; “Men mate gariben fe-kad mate şehiden”. (Gurbette ölen şehittir) yazmaktadır. İsmi bile kalmayan ve insanlık denen o genel tabire çoktan erişmiş olan bu merhum bize, bizim de en başta isimsiz olarak sadece bir insan olduğumuzu anlatmaktadır.

Sürekli bir terennüm halinde, doğan ve ölen insanlığın hikayesini söyleyen toprak üzerine dikilen abideler, asırlar geçse de, insanın özünü, yani varoluşu ve son’u bize yansıtmaya devam edecek, insanın gelecek kuşaklara seslenişi olarak şehirler içinden zamana yankılanacaktır.

Ah bir de unutmadan, teknoloji nehri mezar taşlarına da taşmış… Artık mezar taşına kurulacak bir donanım sayesinde, o mezar taşına sahip kişinin hayatta iken oluşturulmuş dijital hatıralarına da ulaşabileceğiz… Bir de ruhumuza ulaşabileceğiz bir donanım kurulsa da, keyifle ölebilsek.

(Kapak görseli temsilidir.)

6 Yorum

Cevap Yazın
  1. Sonu dırdır ve dırıltıya varan tampon bölge görevi görmüş gibi girift bir zeka, bereketli ve derin bir ruhtan dem vurmuş girizgahınız. 7 küsur milyon insanı marstan ve venüsten diyerek ikiye ayırmak hala eski ekolden sayılmıyor demek. Güncelleme istiyoruz bu klişelere artık. Çünkü gerçekten çok sıkıldık.

  2. İnsanlık tarihinin “tradisyonalizm” diye bir gerçeği var iken, eski, yeni diye bir ekolden söz etmek ne kadar sağlıklı. Tradisyon bir bütündür. 🙂

    • “Kadın dırdırı zavallı ve biçare adamı hayatından edivermiş be canım. Anlatmayalım mı şimdi? ” yazısının çok da cinsiyetçi tınlamasın versiyonu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tacize Uğrayan Okul Çağındaki Kız Çocukları Ne Yapmalı?

Müzikal, Felsefi ve Gerçek: Scollo con Cello