Gözlerimi bir soluma sesiyle açtım. Daha önce görmediğim ıslak tüylü bir goril bana bakıyordu. Geçmiş tecrübelerim böyle durumlarda hiç hareket etmeden durmak gerektiğiydi. Onun dostluğumu anlayana kadar gözlerime bakmasını sağlamak için hiç kıpırdamadan durdum. Okyanusun sesi ikimizi de içine alıyordu. Ilık yaz rüzgârı… Tam da kahvaltı saatinde bu davetsiz misafir… Belki de kalkıp ikimiz için yiyecek bir şeyler bulmak en iyisiydi. Gözleri hesap sorar gibiydi. Ya da bana öyle geliyordu. Bir an konuşamıyor oluşumuzun bizim için ne kadar iyi bir şey olduğunu fark ettim. Çünkü eğer konuşabilseydi insanı yargılayacak birine benziyordu. Sanki hayatım boyunca yapıp ettiklerim, yapamadıklarım… Ben konuşuyordum. Ama gittikçe içimden konuşmak yüzünden bildiğim sözcükler azalmaya başlamıştı. Daha doğrusu yaşamım değişince dilim de değişmiş, yeni ürettiğim aletlere yeni isimler bulmuş, şehirdekinden farklı yeni zamanlar keşfetmiştim. Şimdi bir goril başucumda beklerken hayatımın gözümün önünden geçmesi hiç de şaşılacak bir şey değildi. Ölmekten, beni hırpalamasından korkmuyordum. Yabancı oluşumuzun ikimizin de içine saldığı korku yüzünden birbirimizi pisipisine öldürebilirdik. Asıl üzücü, can sıkıcı gelen buydu. Çünkü buraya bu yağmur ormanlarına geldiğimden beri yaşamın ne kadar güzel olduğunu keşfetmiş, şehirde bir kayıt memuru olarak geçen yıllarıma yanıp durmuştum. Keşke burada ormanda doğsaymışım ve ormandan hiç çıkmasaymışım dediğim günler çok oldu. Ama şimdi gorilde hiçbir değişiklik olmuyorken, belki de bir kayıt memuru… Hayır hayır… Az sonra sessizce çekilip yoluna gideceğine eminim. Öyle olmasını istiyorum. Lütfen. İnsan dileklerinin gerçekleşmesi konusunda ne kadar sabırsız. İşte başımda bir goril. Her şeyi durdurmuşken… Bilmediğin bir dalga alır seni götürür bazen… Sonunda kurtulma ihtimali vardır. Yine korksan da bir çırpınma, bir mücadele insana güç verir. Ama şimdi burada böyle esir alınmışken… Tek mücadelenin hiç mücadele etmemek olduğunu fark etmişken… Sanırım dayanamayacağım. Kolyemi tutabilsem… Ne zaman kolyemi tutsam bana güç verir. Burada korktuğunda dua okumana gerek yok. Çünkü hayattaki her şey mükemmel bir bütünlük içindedir. Aşkı inanç, sevgi, ölüm, doğum hepsi bütündür. Dağılmamıştır. İnsan yüzünü yıkamak için eğildiğinde suda hepsini görebilir. Gece bile gündüzden ayrılmamıştır. Birinin soyunup ötekine dönüştüğünü nerdeyse kendi gövdende far edersin… Goril düşündüklerimi duyuyor mu acaba… Eğer duyuyorsa… Eğer bilmenden ona ya da ailesine bir zarar verdiysem, şimdi beni bağışlayıp gitmesi lazım… Çünkü ne olduğunu açıkladım az önce… Her şey bir bütün.
Korkmuyordum korkmuyordum. Tıpkı yüzmeyi tek başıma öğrendiğim gibi inancı da kendi başıma öğrenmiştim. İkisi arasındaki ortak şey korku da olabilecek bir şeyi sevgiye dönüştürmeyi başarmış olmamdı. Eğer suyu sevmeseydim yüzmeyi öğrenemezdim. Yaşlı deniz öğretti bana yüzmeyi. Onun kırış kırış yüzüne ve sabah saatlerindeki o olgun çocuk yüzüne baktım ve yüzmeyi ancak suyu severek öğrenebileceğimi anladım. Su ile savaşarak değil… Deniz öyle büyüktü ki… Yüzmek öyle büyüktü ki… Bir ucunu avuçlayıp severek başladım. Kendimi bırakmayı öğrenemediğim sürece yüzmeyi öğrenemeyeceğimi fark ettim. Su bir göz gibiydi. Ben ona bakarken o da bana bakan. Bir etkileşim istiyordu. Onu hissetmemi istiyordu. Böylece yavaşça kendimi bıraktım. Sırtüstü suyun üstünde durmayı başardım. O an ilk fark ettiğim şey suyun ne hissettiğini anlıyor oluşumdu. Üstünde güneş vardı. Işıl ışıl. Her zerresiyle suyla oynuyordu. Hafif bir rüzgâr vardı. Sonra nefesimi tuttum suyun içine daldım. İçini de öğrenmeliydim. Suyun içinde gözlerimi açtım. Deniz taşları, balıklar, yosunlar… Suyla arkadaş olmuştum. Onu tanımak için gereken sabrı gösterince ondan korkmadığımı fark ettim. Giderek merak etmeye başladım. Onunla ilgili her şeyi, içinde yaşayan her şeyi… Üstünde kalkan gemileri, vapurları, yelkenlileri… Morsları, balinaları, yunusları, ahtapotları… Aşk buydu. Suyu sevdim. Yüzmeyi öğrendim. Sonra yüzmek bana güç verdi. İnsanın bir dostu olduğunu bilmesi, hem de dünyanın dörtte üçünü kaplayan bir dostu olduğunu bilmesi çok güzel bir duyguydu. Giderek bu merakım, okyanuslara olan tutkuya dönüştü… Sonra gökyüzü merakım başladı. Tüm kuşları, bulutları hevesle izler oldum. Gökyüzü ile dost oldum. Tüm dünyanın çevresini kaplayan bir dostu olduğunu bilmesi insanın çok güzel bir duygu… Çocukluğumda da ağaçlara düşkündüm. Ağaçların başında kitap okuyarak geçmişti çocukluğum, ilk gençliğim… Şimdi başımda bu goril beklerken seni de düşünüyorum. Sevdiğim, beni seven tek insanı. Bazen sizin dışınızda bir şeyin sizi ele geçirdiğini hissedersiniz. Bir müddet bu duyguyla mücadele edersiniz. Yenilgi gibidir. Çünkü insanlar arasında hep bir kıyas, yarış görmüşsünüzdür. Bu sıradanlaşma içinde eriyip gitmek demek gibidir birine böylesine kapılmış olmak… Bu yüzden mücadele edersiniz. Ama bir müddet sonra, onun gözlerinde okyanusları, gökyüzünü ve ağaçları gördüğünüzde kendinizi bırakırsınız. Kendinizi bırakmazsanız yüzmeyi öğrenemezsiniz. Yüzmeyi öğrenmek için suyu sevmeniz gerekir. Yaşamak için insanı sevmeniz gerekir… Yeryüzünün dörtte üçünü kaplayan suları, dünyayı çepeçevre saran gökyüzünü ve tüm suların ve göğün ve toprağın derinliğini içinde taşıyan ağaçları gözlerinde gördüğünüz bir dostun varlığından daha güzel ne olabilir. Seven biri gebe biri gibidir. Git goril. İki canlıyım.
İnsan parçalanmış bir kara parçasının üstüne yumurtasını bırakamıyor. Yıllarca yumurtamı nereye bıraktıysam orası yerle yeksan oldu. Sanki bir buzul çatırdadı, ayrıldı, son anda kurtardım hep. Bu duygu giderek beni kimseye ve hiçbir yere güvenemez hale getirdi. Şimdi bu parçalılığı iyileştiren tek şeyin yüzmeyi öğrendiğim o küçük koy olduğunu fark ediyorum. Bir saksıda da olsa tohumum, yaşamak isteyen insan tohumum tutmuş. Şimdi başımda bekleyen bu goril karşısında hareketsiz duruyor ve onun hayatın devam eden bu süreğini anlamasını bekliyorsam o küçük kara parçasında bana güven veren gök, deniz ve ağaçlar yüzünden. Bir şeyin kendiliğinden büyümüş olduğunu ve burada dünyanın bir ucunda iki farklı canlı türünü kurtarmasını bekliyorum.