in

Gerçek Sevgi

Hayvanlar çaresiz bir hastalığa yakalandıklarında ölüm bilinçleri olmadığı için ümitsizlik söz konusu değil. Acılarını azaltmamız en büyük iyilik. İnsanlar çaresiz bir hastalığa yakalandıklarında ölünce acılarından kurtulacakları ümitleri var. Acılarını azaltmamız en büyük iyilik.  Yaşama anti-psikiyatri akımının kurucu R.D.Laing’in gözünden bir hastalık olarak bakarsak (Yaşam cinsel yolla bulaşan bir hastalıktır ve ölüm oranı yüzde yüzdür) bu düşünceyi tüm bir yaşam felsefesi olarak da uygulayabiliriz.

Alışkanlıklarımızın ölümcül rehavetinde yaşamlarımızın değişmez olumsuzlukları hep aynı şekilde gidecekmiş gibi büyük bir umutsuzluk içinde, gerçeğin ve sanalın kuşatmasında, mimarinin boğuntusunda, gezilip görülecek, bundan ibaret olmadığının ferahlığına varılabilecek güzel yerlerin de giderek kaybettiğimiz sağlığımızın elvermediği uzaklıkta olması nedeniyle başlayan bir umutsuzluk dizgesi de acı verici çaresiz bir hastalığa benzemiyor mu?

Evet benziyor. Belki daha da beteri. Teşhis için odaklanmayı güçleştirecek geniş bir bölgeye ve epey uzun bir geçmişe sahip olduğu için. Tüm bu karanlık içinde küçük bir ışıltı gördüysen bile ona tutun. İstediğimiz hayatı yaşabiliriz. Ölümün kapısının açık olduğunu gördüysen bir kez imkânın kapısının da açık olduğunu görebilirsin. İmkânsız diye bir şey yok çünkü bize imkânsızmış gibi gelen şeyin bilgisine hepimiz sahibiz; ölümün bilgisine. Öyleyse kara tahta en baştan verilmiş ellerimize. Dilediğimiz gibi doldurmak bizim elimizde. Kimi yerde tekleyen bir kalple, kimi yerde sürüdüğümüz bir bacakla, kimi yerde biriken yaşların ağırlığıyla… Yüzümüze kapanan kapılar kendini içeri kilitleyen kapılara ancak bu şekilde dönüşebilir. Orada,  yenilmemiz için bırakıldığımız yerde dirilmemizle…

Ben yaşarken şimdi burada böyle kırk bir yaşımı gitmeyi beklediğim bir yıla girerken tam da burada şimdi denk geldiğim bu kara parçacığının üstünde kim bilir kaç kuşak aynı sancılarla aynı çıkmazlarla geçip gitti bir iskelete dönüşerek. Onun buradan geçip gittiğini biliyorum. Umutsuz giden her şeyde ve umutlu giden her şeyde. Zaman bir kenarda durup sızlanmam için değil. Her an biricikliğini yeniden keşfetmem için. Hep aynı alışkanlıkların balyozuyla saldıranlara karşı hep yeni hep başka bir sığınak, başka bir koza olmalıyım. Ortaya çıkar çıkmaz çoğaltıp eskitip, yok ettikleri özgünlüğümü koruyabilmek için her an yeniden değişimin karşısında ipte bir cambaz gibi… Kimimiz hayatı esir alır, kimimizi hayat esir alır.  Yapabildiğimiz her şey özümüzden gelen, geçmişten beri hangi kişiyiz; devam eden budur. Bizim ihtiyaçlarımızladır karşımıza çıkan kişiler. Var ettiklerimiz, dikkatimizi çekenler. Bizi bırakanlar için, ondan ayrılmanın hüznüyle değil de yanlış seçim yapmış olmamızın hayal kırıklığından dolayı acı çekiyor olmayalım?

Her şeyi kendimiz planlarız ve gücümüzün yetmediği bir şey yoktur. Ölümümüz dışında. Her an ölümün kara aynasına bakarak günaydın derken başkalarına “gün kara” desek kendimize, bütün hesaplar çözülür. Sorunlar biter, kuşların gökyüzünde kulaç atmaları gibi ne kendinden bir gram eksik, ne bir gram fazla, yeniden, kendimize kör olmadan önceki halimize döneriz. Ben gerçekte kimim? Sızlanıp duran mı? Aslında yaşamla ilgili metot çok basit. Anı anına ne hissediyorsak onu yaşamak. Gerçeğe hakkını gerçek hislerimizle vermek. Böyle böyle devam eden bir koridor, yaşam koridoru oluşur ve kendimizden yeniden doğabiliriz. Bugün bir çocuğun sözleriyle bile yıkılacak bir iç dünya taşıyorsak, bu denli bir ruh algınlığı yaşıyorsak, ertelenmiş yerler var demektir iç dünyamızda sonra telafi ederim derken hiç yaşanmamış boşluklar.

Korkusuz olmak ve sevdiğin şeyleri gözetmek en güzel başlangıç. Beni mutlu eden şeyleri ne kadar araştırabildim? Reçete vermeyi sevmem. Kişisel gelişim zımbırtısına da inanmam. Ama sevgi konusunda yazılmış her şeye inanırım. “Dokuz Numaralı Otobüsle Cennete Yolculuk” ve “Sevgi” kitaplarının yazarı Leo Buscaglia’ya örneğin. Koca koca insanlar olduğumuz halde bizlere hiç umulmayacak işler yaptıran budur çünkü sevgisizlik. Kendi sevgisini kendi başına yaratmayı öğrenebilmiş birisi iseniz (çiçekte, böcekte, teşekkürle) bunu kaybetmemek için sık sık uçmanız gerekiyor. İşte söz konusu sevgiye bir yöntem olarak dikkat çekmek istediğim güçlü bir örnek; “Eğer İbrahim Tanrı’yı sevmeseydi, o imana sahip olmazdı. Kim iman olmaksızın Tanrı’yı severse kendisini yansıtır. Kim Tanrı’yı severse Tanrı’yı yansıtır. (Korku ve Titreme, Soren Kierkegaard)

 

Yazan Tersla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Akira Kurosawa’dan Genç Yönetmenlere Tavsiyeler

Evler