“Onun için futbol, tam da dediği gibiydi.
“Futbol sahasında güzellik, zaferlerden daha önemlidir.”
Futbol hala içerisinde yaşadığımız ve giderek yalnızlaştığımız dünyamızda, taraftar olarak her birimize çok güçlü aidiyet bağları sunmaya devam ediyor. Bir futbol maçında insanın yaşayabileceği bütün duygulara tanık oluruz. Sevinç, öfke, haksızlık, hayal kırıklığı… Bu insanlık halleri futbolun hayat kadar gerçek olduğunu anlatır bize. Bireysel olarak kazanılan ya da kaybedilen yarışların çok fazla ilgi görmediğini biliyoruz. Futbol kadar, kolektif bir amaç etrafında bu kadar çok sayıda insanı toplayabilen başka bir etkinlik yok. Kolektif spor olarak futbol ve futbolun birer özne olarak tarih sahnesine çıkardığı kişilikler büyük topluluklarca neden seviliyor?
Brezilyalı Socrates’i, 1974 Dünya Kupası’nı kazanan Batı Almanyalı Marksist Paul Breitner’i, Arjantin’li Javier Zanetti’yi, 1980’lerde İngiltere’de maden işçilerinin grevleri sırasında protesto saflarına düzenli olarak katılan eski futbolcu Brian Clough’u diğerlerinden ayıran nedir? Bu futbolcuları özel kılan ise belki de birçok futbolcudan farklı düşünmeleriydi. Hepsinde de aynı ifadeyi görürüz:
“Yaşamanın ve gerçekten başarılı olmanın yolunun kolektif çabadan geçtiğine inandım; herkesin birbiri için çalışmasından, birbirine yardım etmesinden ve günün sonunda payına düşen karşılığı almasından.”
Bugün bir tüketim malzemesi olarak futbolun piyasacı organizasyonunun odaklandığı iki temel mevzu vardır. Yarışmak ve hep kazanan olmak. Yarışmak ve özellikle de kazanmak için daha iyi olmak gerekliliği, acımasız, yok edici ve sömürücü karakteriyle aynı zamanda biz oyun severlere de bu karakterini aşılıyor. Futbolcuların birer marka olarak pazarlandığı bu ortamda, acımasız rekabete dayalı ve süreklileştirilmiş bir başarı hali, futbolun gerek saha içinde gerekse saha dışında kolektif ruhunu zedelemekle kalmayıp futbolun hikayesini de yok ediyor. Özellikle taraftarı müşteri haline getiren ekonomi ve tüketim temelli günümüz futbol anlayışı taraftarların aidiyet bağlarının zayıflatılmasının da önünü açıyor. Henüz saha içinden ya da dışından buna bir itiraz yükselmiş değil. Bunun birçok nedeni olabilir. Tarihsel olarak ülkelerin toplumsal mücadelelerinin söndüğü bir döneme denk gelmemiz dışında, inanılmaz paralar kazanan futbolcu kişiliklerinin şan, şöhret ve para ile kurduğu ilişkilerinin de bunda katkısı var. Bu verili durumun futbol severler tarafından olumlanması da yanında. Oysa ki bizim kişiliksizleştirilmiş futbol hikayelerinden çok futbolun gerçek sahiplerinin hikayelerine ihtiyacımız var. Belki birkaç yazı dizisi olabilecek bu yazılarda sevdiğimiz bu güzel oyuna inandığımız için böylesi iyi hikayelerden bahsetmeye devam edeceğiz. Bu yazımızın konusu, futbolun filozofu Brezilyalı futbolcu Sokrates. 1954 doğumlu futbolcuyu belki bizim kuşağımız hatırlamıyor ama bu sahici insanları anlatmaya ve tanıtmaya devam edeceğiz. Dünyaya başka bir gözle bakan futbolcular dendiğinde akla ilk gelenler arasında oldu hep. Oyunculuğunu ve yeteneğini tartışan neredeyse kimse yoktu döneminde. Yeşil futbol sahaları düşünceleri ile yeteneğinin kesiştiği yerdi. Para için değil, halkı için oynamayı erdem saydı ve bunun için daha iyi oynadı futbolunu. Henüz endüstri haline dönüşmemişti futbol.
Peki, kimdir Brezilyalı futbolcu Sokrates?
Diktatörlüğe karşı direnen, bugün karşımızda modern futbol olarak sunulan amaca yönelik oyuna karşı güzel oyunu sergileyen futbolun filozofuydu Sokrates. 1982 takımını şöyle özetleyecekti:
“Bu takım, hayal gücü, idealizm ve şiirin birleşimi. İnsanlar onların hayallerini yansıttığımız için bizi izlemeye geliyorlar. Futbol sahasında güzellik, zaferlerden daha önemlidir.”
Yoksulluk içinde ve bir kütüphanede yaşayan babasının kendisine bu ismi vermesinin dışında diğer erkek kardeşlerine de Antik Yunan şairi Sofocles ve filozof Sostones ismini vermesi, aslında nasıl bir aileden geldiğini anlatıyor bizlere. Bir diğer kardeşi Rai de kendi gibi bir futbolcuydu ve 94 dünya kupasını kazanan takımın da oyuncusuydu. Oğullarına Yunan filozof isimleri verecek kadar felsefeye düşkün bir babaya sahip olan Socrates’i Brezilya futbolunun en özgün kişisi yapan şey, uzun boyuna rağmen ortaya koyduğu estetik futbol değildi. Birçok futbolcunun aksine eğitimine önem verdi, tıp okudu, felsefe üzerine doktora yaptı, sahada yaptıkları ve üstün oyun görüşüyle de futbolun doktoru oldu. Adı, Socrates Brasileiro Sampaio de Souza Vieira de Oliveira ya da kısaca; futbolun Brezilyalı filozofu Socrates.
Profesyonel kariyerini sürdürürken tıp diplomasını almayı başaran deha, futbolu ve konumunu daima insanları bilgilendirmek ve yönlendirmek için kullanmaya çalıştı.
Futbol Kariyeri:
Sokrates hücuma dönük oynuyor ve soğukkanlı oyun tarzıyla dikkat çekiyordu. Özellikle oyunu okuma yeteneği, topuk pasları ve gerilmeden kullandığı penaltı vuruşlarıyla ün yaptı.
Futbol tarihinin en iyi orta saha oyuncularından bir olan Socrates Brezilya milli takımında oynamış ve takımın kaptanlığını da yapmıştır. Profesyonel futbol hayatına 1974 yılında ülkesinin Botafogo takımında başlamıştır. Devamında kariyerinin büyük bölümünü Corinthians (1978-1984) takımında geçirmiş ve burada futbolu ülkedeki mevcut askeri diktatörlüğe meydan okumak için kullanmasıyla meşhur olmuştu. 1979 – 1986 yılları arasında altmış kez milli takıma çağrılmıştır. Socrates 1982 ve 1986 Dünya Kupaları’nda da Brezilya Milli Takımı’nın kaptanıydı. Socrates kariyerinin sonlarında İtalyan kulübü Fiorentina ve Brezilya kulüpleri Flamengo ve Santos’da da oynamıştır. Futbolu bıraktıktan on küsur sene sonra 2004 yılında İngiltere’nin Kuzey İlleri Doğu Futbol Ligi’ndeki Garforth Town Football Club’da bir aylığına futbolcu/antrenör olarak oynamayı kabul etmiştir. 2004’ün Mart ayında Pele kendisini yaşayan en iyi 125 futbolcu arasında göstermiştir.
“Ben futbol oynarken aynı zamanda tıp okuyordum. Herkesten daha çok yenilikçi olmak zorundaydım. Eğer tıp okumamış olsaydım, yetenekleri daha sınırlı bir oyuncu olurdum.”
Tek tipleşmeye doğru evirilen futbolun oyunsuzluğa doğru gittiğini erken fark edenler arasındaydı. Yaratıcılığın azaldığını, çocukların özgürce futbol oynayarak yetişemediğini görmüştü ve çocukların artık futbol oynamayı sahipsiz çayırlarda öğrenemediğini, çünkü sahipsiz arazi kalmadığını vurgularken futbolun geçirdiği dönüşümün kapitalizme içkin olduğunu gösteriyordu.
Dünya kupası sonrası ülkesinde verdiği bir röportajda şunu da demişti:“Savunmacılara çalım atmak diktatörlere çalım atmaktan daha kolay… Siz zoru başaracak, Brezilya’ya demokrasi şampiyonluğunu getireceksiniz.”
Futbolda yaptıklarına gündelik yaşamda da devam etti. Onu emekçi halkın gözünde eşsiz bir kişilik, bir sembol haline getiren ise emekten yana olan karakteriydi. Ülkedeki diktatörlüğe karşı sürdürdüğü cesur mücadelesi onu ‘Corinthianslı Demokrasisi’ hareketinin yeşil sahalardaki öncüsü haline getirdi. ‘Başkanı seçmek istiyorum’ ya da ‘Haklar Şimdi’ derken, boyun eğmek gibi bir eğilim bulunmuyordu kendi lügatında. Futbolun ona kattığı şeyden çok, onun futbol tarihine kattıkları çok daha fazlaydı.
Tarihe “Corintians Demokrasisi olarak kazınacak futbolcuların yönetimde söz sahibi olabilmeleri için hareketin öncüsüydü. Generallere postasını koymaktan çekinmeyen, sol kökenli kulüpler daha teknik, sağcılar ise fiziğe dayalı oynar diyen Arjantinli teknik direktör Cesar Luis Menotti’yi selamlarken Latin Amerika’da diktatörlüklere karşı mücadelede doktor lakaplı Sokrates en başta gelenler arasındaydı. Kulübün yönetiminde, futbolcu, yönetim ve işçilerin eşit oy hakkına sahip olmaları, kontratlar gibi konularda söz sahibi olmanın mücadelesiydi bu. Bugün popüler kültür alanı olan futbolun bir mücadele alanı olduğunu da gösterdi Sokrates ve arkadaşlarının direnişi.
Önce Corinthians’a kulüpte yer alan herkesin söz hakkı olduğu demokratik bir sistem getiren Socrates, sonra cunta dönemi Brezilyasında formasının arkasındaki yazıyla halkı oy kullanmaya çağırdı. G. Almeyra’nın dediği; “Tecrit futbol sayesinde kırılabilir; futbol ile sisteme ve iktidara birçok gizli gol atılabilir” sözünün bizzat karşılığını o vermişti.
Futbolu bıraktıktan sonra tıpla ve felsefeyle aktif olarak ilgilendi, ‘Doktor’ sadece lakabı değildi, köşe yazarlığı yaparken sadece futbolla değil ekonomi ve politikayla ilgili de yazdı, gecekonduların yoksul insanları için adalet çağrısında bulundu. İşte tüm bunlardı onu bambaşka yapan. Zaten göründüğü gibi, sosyalist bir mücadele insanı oldu hep. Futbolu bıraktıktan sonra Brezilya’nın yoksul semtlerinde hiçbir ücret talep etmeden doktorluk yapmıştı. Tıpkı Che Guevera gibi.
Pele’ye karşı Brezilya futbol federasyonuna aday olduğunda bir kez daha anlamıştı kirli futbolun acımasız yüzünü. Kaybettiği seçimin ardından konuştuğundaysa şunu demiştir:” Bu seçimi eğer halk yapsaydı ezici bir çoğunlukla, %95 kazanacağıma emindim. Ama bu tarz seçimlerde kapalı kapılar ardındaki oyunların da farkındayım.” İlginç önerileri vardı futbola dair. Ülke milli takım teknik direktörlerini halk seçmeliydi. Sporcu sağlığı, futbolun kalitesinin yükseltilmesi ve oyuncuların teknik kapasitelerini daha iyi sergileyebilmeleri için futbolcuların fiziksel evrimine yönelik bazı düzenlemeler yapılmasını öneriyordu. Mesela futbolun 11 kişiyle değil 9 kişiyle oynanması gerektiğini söylüyordu.
Sporcu kişilikler için, bilinenin aksine kendisinin sigara ve alkol bağımlısı olması bir diğer özelliğiydi. Buna dair ise şöyle der Sokrates: “13 yaşımdan beri sigara içiyorum. Benim için tek felsefi mesele var o da şu; neden olmadığım biri gibi görüneyim?”
Bandanası (demokrasi ve sosyalizme özlem duyan talepler yazılıydı), sıska görüntüsü ile gözlerden ırak düşmedi, modern futbolun antitezinin en önemli ve uzun bölümünü o yazdı. Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında Galeano şöyle anlatıyordu uzun sıska adamı:
“Macar Puşkaş, Alman Seeler gibi tıknazdı; Hollandalı Cruyff ile Gianni Rivera ise narin yapıdaydılar. Pele, Arjantin’in orta saha oyuncusu, güçlü kuvvetli Nestor Rossi gibi düztabandı. Cooper testinde en olumsuz sonuç alan Brezilyalı Rivelino’yu sahada tutabilmek mümkün değildi; yurttaşı Sokrates ise tıpkı bir turna kuşu gibiydi, uzun bacakları ve çabuk yorulan ayakları vardı, ama topuk paslarını vermede onun üstüne yoktu; istese penaltıları bile topuğuyla atabilirdi.”
Socrates, dünyayı anlamada ve yorumlamada hayata “sol”dan bakan bir futbolcuydu. Fidel Castro, Che Guevera ve John Lennon onun kahramanlarıydı. Futbolun tarihine sosyalizmi katarak futbolu güzel yapan insanlardandı. Sadece alnında taşıdığı bandana değildi onu şimdiki futbolculardan farklı yapan. Onu farklı kılan özgür ve eşitlikçi bir toplum arayışında olmasıydı.
2011 yılında öldüğünde insanlık bir güzel insanı daha yitirmenin acısını yaşadı. Ama biz onu bandanası, sakalları, topuk pasları, güzel futbolu ve demokrasi için verdiği mücadelede hatırlamaya devam edeceğiz. Selam olsun ona ve tarihin bu sayfasında yer alan arkadaşlarına.