“Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkûm oluyorsun. Yalnız olana acımasız davranıyorlar.”
Aldous Huxley’in distopyası F.S 632 (F.S: Ford Sonrası) yılında geçiyor. Burada bahsi geçen Ford, T modeli ve seri üretimi bulmasıyla ünlü Henry Ford’tur. “Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi” de döllenme şeklinde bebekler dünyaya getirilmektedir. Eserde insanların şişe içinde vücut dışı döllenmeyle seri bantta üretilmeleri, Fordizmin biyolojik bir uygulamasıdır. Daha doğmadan kaderleri belli olan bu bebekler sınıflara ayrılmaktadır. Epsilon, Gama, Delta, Alfa gibi isimleri olan sınıflara göre karakter ve kişilik özellikleri daha doğmadan belirleniyor. Örneğin bazı bebekler tropik bölgelerde yaşayacak, bazıları klora ve kurşuna dayanıklı kimya işçileri olacak bazıları ise duyusal film üreticileri olacaklardır. Buradaki amaç ise şöyle tanımlanmaktadır; “Tüm şartlandırılmaların amacı budur: insanlara kaçınılmaz yazgılarını sevdirmek.” Çok katı kast sisteminin geçerli olduğu bu yeni dünya sisteminde sınıflara göre giyim, düşünce, istekler bile farklı olmak zorundadır. Örneğin epsilon alt sınıf olsa bile onlara uykularında bir epsilon oldukları için mutlu olmaları öğütlenmektedir. Aile ve ebeveynlik kavramlarının olmadığı bu ütopyada anne ve baba terimleri müstehcen ve yüz kızartıcı bir davranıştır. Çiftleşme olarak doğum barbarca görülmektedir. Tek eşlilik yoktur ve birden çok kişiyle olunması daha normal görülmektedir. Güçlü duyguların olması istenmemektedir. Bu nedenle de aşk, evlilik gibi kavramlar yoktur bu dünyada. Herkesin herkese ait olduğu, onarım yerine yenisinin satın alındığı bir düzen vardır. Tamamen mal odaklıdır. İnsan da bir mal olarak tasavvur edilmektedir. Anlık zevk görüşü hakimdir. “Bu günün eğlencesini yarına bırakma!” sloganı yaygındır. ‘Gelecek’ ya da ‘geçmiş’ kaygısı olmaksızın şimdide yaşanmaktadır. Herkesin mutlu olduğu bir dünya tasvir edilmektedir. Tabi bu yapay bir mutluluktur. Her şeye devlet karar vermektedir. Mutluluğun tanımını, zamanını bile belirlemektedir. “Mutlu ol.” denmedikçe mutlu olunamamaktadır. Bu da bizim anladığımız mutluluk sayılmaz.Eski dünyadan farklı olarak hasta olmak, yaşlılık, şişmanlama vs. gibi insani özellikler yoktur. Çünkü sürekli olarak bunların engellenmesi için ilaçlar ve uygulama odaları bulunmaktadır. Cesur Yeni Dünya’da edebiyat ve sanat yıkılmıştır. Teknoloji ve sürekli mutluluk gayesi ile unutturulmuştur.
Yeni Dünya Sistemindeki en önemli noktalardan biri ise “Hipnopedya” yani uykuda öğrenme modelidir. Bebeklere uykularında birçok şey öğretilmektedir. Sınıflarının özellikleri, tüketimin önemliliği (bir şey eski veya yıpranmışsa ona yama yapma, at ve yenisini al!) özendirilmektedir. Ayrıca “Herkes herkes içindir” ve “Herkes mutludur.” Bu gibi şeyler uykuda saatlerce öğretilmekte ve bebeklerin bilincine yerleştirilmektedir. Toplum subliminal mesajlar, bilinçaltı telkinleri ve “soma” adı verilen uyuşturucularla düzene uydurulmaktadır. Soma ile hayata ilişkin kaygılar unutulmaktadır. Uyuşturucudan farkı ise size kısa süreli veya bir haftaya kadar uzayacak şekilde tatile çıkmış hissi yaratmaktadır ve hapın etkisi geçtiğinde hasta olmuyor veya kötü hissetmiyorsunuz. Bu haplar yöneticiler tarafından herkese hediye olarak dağıtılmaktadır.
Yeni Dünya “Cemaat, Özdeşlik ve İstikrar “ kurallarına dayalı bir sistemdir. Bireyin düşünmesi istenmemektedir. Hatta birey olmak –biri olmak- bile istenmemektedir. Çünkü bu bir istikrarsızlık örneği olarak görülmemektedir. Bireyin değil toplumun ön planda tutulduğu Cesur Yeni Dünya’da, kişinin yalnız ve boş kalmaması için çalışılmaktadır. Çünkü kişi yalnız kaldığında ve yapacak bir işi olmadığında düşünmektedir. Düşünme şüpheye yol açmaktadır. İstikrarı bozabileceğinden, sistem için bir tehdit olarak görülmektedir. Bireyler yalnız bırakılmaz. Birbirlerini de tüketmeleri teşvik edilerek, meşgul edilmelidirler.
Peki Foucault bunun neresinde? Şimdi sizlere kısaca “biyoiktidar” kavramından bahsedip Huxley’in distopyası ile harmanlayarak nacizane yorumalamaya çalışacağım.
Foucault’ya göre “biyoiktidar” bir iktidar teknolojisidir yani bir tek iktidar teknolojisine değişik teknikleri kapsayan bir iktidarın uygulanmasıdır. Bu politik teknolojinin ayırt edici niteliği tüm toplumun, nüfusun kontrol edilmesine izin vermesidir. Biyoiktidar modern ulus devletin ve modern kapitalizmin ortaya çıkışında önemlidir. Terim tam anlamıyla bedenler üzerine kurulan iktidardan bahsetmektedir. Foucault biyoiktidar sayesinde iktidarın yeni bir sürece girdiğini belirtmektedir. Düşünürün disiplin toplumu ve düzenleyici kontroller adını verdiği teknolojiler sayesinde iktidar tek tek bedenlerde var olur, tek tek insanlara hükmeder ve böylece (kabaca söyleyecek olursak) her bireyi bir polis haline getirerek iktidarı dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru yayar. İktidarın kendini rasyonel olarak aklaması, haklı çıkarması gereken bir çağda, biyoiktidar yöntem değiştirmiş ölüm tehdidinin yerine yaşamın korunması ve sürdürülmesine, bedenin düzenlenmesine ve cinsellik nosyonu gibi diğer iktidar teknolojilerinin üretilmesine vurgu yapmaktadır. Sağlığın, kalıtımın, ailenin, “kanın” ve “normalliğin” düzenlenmesi biyoiktidara yönelik doğrudan örneklerdir.
Biyo-iktidar iki ana biçimde gelişmiştir: insan bedenine bir makine gibi yaklaşan birinci biçimi disiplinci bir iktidardır. Amacı bedeni disipline etmek, yeteneklerini geliştirmek ve ekonomik denetim sistemleriyle bütünleştirmektir. İkinci biçimiyse insan bedenine doğal bir tür olarak yaklaşır ve nüfusu düzenleyici bir denetim üzerinde yoğunlaşır. Biyo-iktidar kapitalizmin gelişmesinde olmazsa olmaz bir unsur, olmazsa olmaz bir koşuldur.
Foucault’ya göre beden olayların kaydedildiği (dilin izini sürdüğü, fikirlerin çözündürdüğü) yüzey, tözel bir birlik yanılsamasını benimseyen çözülmüş bir benliğin mekanı ve sürekli dağılan bir hacimdir. Beden iktidar söylemlerinin bir ürünüdür ve özneyi beden olarak dönüştürmek, bedensiz özneler yaratmak amaçlanmıştır. Cinselliğin Tarihi’ne bakıldığında beden, modern öncesi dönemde Hıristiyanlık düşüncesinde baskıcı bir iktidarın denetimi altında işlemiş; modern dönemle birlikte rasyonel bir iktidarın yönetimi altına girmiş ve mevcut iktidarın söylemi haline dönüşmüştür. Bedeni yok etmek, iktidara bir şey kazandırmazken, bedeni kullanmak onun gücünü artırmaktadır. Bu yüzden iktidar, bedeni bir meta haline dönüştürerek onu kullanmayı tercih etmektedir. Bedene hakim olma, beden bilinci, ancak iktidarın bedeni kuşatmasıyla elde edilebilmiştir: jimnastik, idmanlar, kas geliştirme çıplaklık, güzel bedenin yüceltilmesi gibi.
Cesur Yeni Dünya’da da biyoiktidar örneği görmekteyiz. Geleceğin ütopik toplumunu kurarken ilk neşterini attığı yer “Aile” müessesesidir. Aile, toplumdaki istikrarı, dengeyi bozan en önemli kanserli urlardan biridir. Herkes kendi kafasına göre çocuk yapmakta ve yetiştirmektedir. Dünyada bizim dışımızdaki hiçbir canlı türü bu derece hızlı artmamaktadır ve bu dünyayı yaşanılabilir olmaktan çıkaracak en büyük tehditlerden biridir. Ayrıca iki farklı cins arasındaki tutkulu aşk ilişkileri de istikrarı bozan en önemli etkenlerden biridir. Elinde en ileri teknoloji aygıtları bulundurduğunu varsayan Huxley sorunu kökünden çözmektedir. Çocuk üretimini kadınların ellerinden almakta ve direk devletin kendisine vermektedir. Bu aynı zamanda tüm bir eski ahlak sistemini de çökertmek anlamına gelmektedir. İnsanın doğumundan olgunlaşmasına kadar tüm gelişim evrelerine müdahale edilmektedir. Yukarıda bahsettiğim gibi, insan dünyaya doğarak gelmez. Kendileri için belirlenmiş olan rolleri yerine getirebilmek için şişe içinde, vücut dışı döllenme yoluyla seri olarak üretilmektedir. “Bokanovski” adı verilen bu yöntem sayesinde tek yumurtadan doksan altı ikiz üretilmektedir. Yapay insanların, hayatları da yapay olur. Bir makine gibi sosyal rolleri belirlenir ve sınıflarının dışına çıkamazlar. Bunun çok önemli sonuçları vardır:
Kadınların çocuk doğurması kesin olarak yasaklandığı için – devlet kadınların %70’ini kısır olarak üretir, yumurtalarını kullanmak için izin verdiği kalan % 30 ise daha bebekliğinden başlayan yoğun telkinlerle (artık çocuk doğurmak en büyük ahlaksızlıktır, apaçık pornografidir) ve bir takım araçlarla daha başından engellenmektedir- kadınlar erkeklerle özgürce seks yapabilmektedir. Hatta bu özgürce seksi bizzat devlet desteklemekte hatta birden fazla partneri teşvik etmektedir. Uzun süre tek bir kişiyle ilişkisi olanlar yeni toplumda dışlanmakta ve hor görülmektedir.
Buradan hareketle görmekteyiz ki Huxley iktidarı biyolojik güç olarak görmekte ve bunu Faucault’dan önce keşfetmektedir. Verilen imkanlar ne kadar sınırsız ve mutlu edici gözükse de toplum yapaylandırılmış ve manipüle edici güçlerle toplum yerine kitlelere dönüştürülmüştür. Devlet, bireyleri tahakküm yoluyla kurulmuş deneyimlerin özneleri haline getirip, bilinç yoluyla kendi dayattığı kimliğe bağlar ve bu yolla denetim altına alıp, öznelliğe boyun eğdirir. Bu açıdan iktidar söyleminin öznesi, kendini aşan ve yaratan bir özne değil, söylem alanında dağılan bir öznedir. Foucault söylemin ürettiği bu kimliksiz özneyi şöyle açıklar:
“Söylem, düşünen, bilen ve konuşan bir öznenin görkemli bir biçimde açılmış görünüşü değildir; tam tersine öznenin dağılışının ve kendisiyle birlikte süreksizliğinin belirlenebildiği bir bütündür. O birbirinden ayrı yerler demetinin kendini ortaya koyduğu bir dışsallık alanıdır.”
Cesur Yeni Dünya ve Foucault’yu sayenizde yan yana görebildim. Teşekkürler.
Daha önceki Panopticon gibi düzgün bir inceleme olmuş, elinize sağlık.