Başta Game of Thrones olmak üzere sevilen pek çok dizinin prodüktörü olan Amerikan film şirketi HBO’nun son yapımı Chernobyl bütün dünyada ürpertiyle takip ediliyor. Kısa süre içerisinde IMDB top 250 listesinde zirveye yerleşen beş bölümlük yapım, 26 Nisan 1986’da Ukrayna’nın başkenti Kiev yakınlarında bulunan bir nükleer reaktörde meydana gelen olayın ölümcül sonuçlarını işliyor. Sunuş ve anlatış biçimiyle Chernobyl şimdiden kült yapımlar arasında yerini aldı. Başrollerdeki Jared Harris, Stellan Skarsgård, Emily Watson ve Jessie Buckley ise gerçekten bu övgüye lâyık bir performans sergiliyorlar.
Peki, Çernobil’de ne olmuştu? Sovyetler Birliği’ne bağlı Ukrayna’nın Kiev şehrine 130 kilometre uzaklıkta bulunan RBMK-1000 tipi Çernobil Nükleer Santrali’nin dördüncü reaktöründe gerçekleştirilen bir deney neticesinde şiddetli bir patlama meydana geldi. Deney herhangi bir güç kesintisinin reaktörün çalışma sisteminde yaratacağı etkiyi incelemek üzere planlanmış fakat işler operatörlerin istediği doğrultuda gitmeyince yaşanan patlamayla birlikte Hiroşima’ya atılan atom bombasından kat be kat fazla radyasyon ürünü atmosfere karışmıştı.[1] İlk anda iki, birkaç ay içinde ise 28 kişi doğrudan patlama ve radyasyon yanıkları sonucunda hayatını kaybetse de radyasyonun uzun süreli etkilerinden dolayı bu rakamın yüzbinlere ulaştığı düşünülüyor. Felâketin meydana geldiği reaktörün üç kilometre yakınındaki Pripyat kasabası, olayın ardından tahliye edildi ve hâlâ kimsenin yaşamadığı hayâlet şehir durumunda.
Dizinin alt metninde Soğuk Savaş yıllarını anımsatan klasik ABD tipi göndermeler hissedilse bile enerjide nükleer kullanımının yaratabileceği sorunlara parmak basması bakımından önem taşıyor. Tam da Rusya’nın Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren girdiği bunalımdan sıyrılıp, Ortadoğu ve Avrupa üzerinde nüfuzunu artırdığı dönemde bir Amerikan film şirketinin böyle bir yapımı gösterime koyması elbette rastlantı değildir. ABD’nin yöntemlerini bilenler için bu dizi aslında bir algı çalışması olarak bile görülebilir. Şu gerçeği de hatırlatalım; 2017 yılı verirlerine göre dünyada mevcut 450 nükleer santralin 99’unu topraklarında bulunduran ve toplam enerji üretiminin yüzde 20’sini nükleer enerjiden karşılayarak[2] bu alanda lider konumda olan ABD, hem kendi vatandaşları hem de bütün dünya için büyük bir nükleer tehdit oluşturuyor. Silahlanma konusuna girmeye bile gerek yok. Chernobyl, yaşanan nükleer felâketle ilgili yeni veya bilmediğimiz bir hikâye anlatmıyor aslında. Fakat işçi sınıfının büyük umutlarla kurup yaşattığı Sovyetler sisteminin içten içe nasıl çürüdüğünü, nasıl çöküşe geçtiğini, liyakat sahibi kişiler yerine partizanların yönetimde olmasının nelere sebep olduğunu izleyiciye aktarmada başarılı oluyor. En başta devletin olayı gizlemek için gösterdiği çaba, daha sonrasında felâketin tüm boyutlarıyla ortaya çıkmasıyla birlikte yerini derin bir çaresizliğe ve acımasızlığa bırakıyor.
Türkiye ise Çernobil konusunda her zaman başka bir havada oldu. Yıllar yılı Avrasya bölgesinin yaşamakta olduğu bu büyük âfeti sadece radyasyonlu çay üzerinden tartıştı ülkemiz. Oysa radyasyon yüklü bulutlar sadece çay üretiminin yoğun yapıldığı Karadeniz’i değil belki de ondan daha fazla Trakya ve Marmara başta olmak üzere bütün Anadolu yarımadasını ve hatta Akdeniz’i de ciddi anlamda etkilemişti. YouTube’ta yer alan ve 26 Nisan 1986’daki ilk patlamadan itibaren radyasyon yayılımını gösteren videolarda bu görüntüleri izlemek mümkün. 5 Mayıs 1986’da yayımlanan gazetelerde[3]dönemin Atom Enerjisi Kurumu başkanının, “tehlikenin geçtiğini” açıklaması radyoaktivitenin mantığını bilenler için hiç bir anlam taşımıyordu. TÜİK tarafından yayımlanan 2018 yılı ölüm nedenleri istatistiklerine baktığımızda kansere bağlı ölümde ilk beşin içindeki üç ilin Trakya’da olması tesadüf olmasa gerekiyor.[4] Daha da kötüsü tehlike hâlâ geçmiş değil. Nükleer felâketler etkileri nedeniyle depremler, seller, salgın hastalıklar gibi maalesef bir türlü geçmişte kalmıyor. Kazadan sonra Kasım 1986’da radyoaktif sızmayı engellemek için yapılan beton lahdin otuz yıllık ömrünü tamamlaması nedeniyle 2016 yılında üzerine kurşundan bir örtü yapıldı. Nükleer yakıtın yüzde 95’inin hâlâ santralde bulunması nedeniyle bu önlemin de en fazla yüz yıl işe yarayacağı belirtiliyor. Bütün insanlığın sonu olabilecek yoğunluktaki nükleer madde, beton lahit ve kurşundan kubbenin altında yatıyor.[5] Pripyat’ta yeniden yaşamın başlaması için bilim insanları 900 yıl geçmesi gerektiğini söylüyorlar.
Dünyada insan nüfusunda yaşanan astronomik artış, durmaksızın yükselen üretim kapasitesi ve teknolojik ilerlemeler elektrik enerjisine bağımlılığı günden güne artırıyor. Geleneksel kaynakların kıtlığı, rüzgâr ve güneşten elektrik üretiminin kısıtlı imkânlarla mümkün olması ve iklim koşullarında yaşanan bozulmalar ise gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri nükleer enerji yatırımlarına sevk ediyor. Türkiye’nin de son yıllarda bu konuyu gündeme alması, Akkuyu’da nükleer santral inşaatına başlanması nükleer enerjinin bütün boyutlarıyla tartışılmasını gerektiriyor. Çernobil’de ve 2011 yılında Fukuşima’da yaşanan felâketlerin meydana geldikleri ülkeleri de aşan çapta ölümcül tehlikeler yaratması nükleer enerjiye karşı mesafeli durmaya yetip artıyor.
Çok daha yakın bir tehlike ise Türkiye’nin hemen yanı başında Ermenistan’da bulunuyor. Erivan’ın hemen batısında yer alan ve Sovyetler döneminde inşa edilen Metsamor Nükleer Santrali faaliyetine devam ediyor. Çernobil ile aynı teknolojik özelliklere sahip Metsamor, Kars’a 100, Iğdır’a ise 16 kilometre uzaklıkta. Kullanım ömrü yıllar önce dolmasına rağmen hâlen çalışıyor. Konu Türkiye’de zaman zaman gündeme gelse bile şimdilik herhangi bir nükleer felâket yaşanmadığı için pek ilgi çekmiyor. Metsamor’la ilgili en son geçtiğimiz yılın sonlarına doğru HDP’li 30 milletvekili tarafından TBMM’ye bir araştırma önergesi verildi.[6]
Diziye dönersek etkisi hâlâ devam eden büyük bir nükleer felâketi hatırlatması bakımından Chernobyl önemli ve sarsıcı bir etki yarattı. Hiçbir eğlenceli yanı olmamakla birlikte yer yer ürkütücü ve rahatsız edici olan bu yapımın, sekiz yıldır devam eden Game of Thrones masalının ardından adeta bir kâbus gibi insanların üzerine çökmesi, çevreci kurumların yıllardır başaramadığını kısa sürede başaracak mıdır izleyip göreceğiz. İnternet üzerinden yayın yapan küresel video ağları sayesinde bir anda milyarlarca kişiye ulaşan Chernobyl umalım ki nükleer enerjinin tehlikeleri karşısında dünya kamuoyunda bir farkındalık oluştursun.
İlk bölümü 6 Mayıs’ta yayımlanan dizinin 3 Haziran’da beşinci ve son bölümünün ekrana gelmesi beklenirken, Çernobil olayının finalini görmek şu an hayatta olan kimseye kısmet olmayacak. Daha kötüsü özellikle bölgemiz ve bütün dünya için Çernobil’de gömülü olan nükleer enkaz ölümcül bir saatli bomba gibi yüzlerce hatta belki de binlerce yıl boyunca ölümcül bir tehdit olarak var olmayı sürdürecek.[7] Bütün bunlara rağmen, nükleer enerji yatırımlarına devam edilmesi, gelecek kuşaklara kendilerinin sorumlu olmadığı birer felâket piyangosu bırakmaktan başka bir şey değil.
Nükleer enerjinin ekonomik verimliliği kâğıt üzerinde maksimum olsa bile yarattığı potansiyel tehlike ve gelecek kuşaklar için taşıdığı risk hesaba katıldığında başka bir yol bulmanın gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu yolun, bugünkünden ve öncekilerden tamamen farklı özellikte sosyo ekonomik bir düzenden geçtiği açıktır. (VT/AS)
[1] http://www.greenpeace.org/turkey/tr/campaigns/nukleersiz-gelecek/chernobyl/cernobilde-ne-oldu/
[2] https://nukleer.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Dunyada-Nukleer-Guc-Santralleri
[3] “Tehlike Geçti”, Milliyet Gazetesi 5 Mayıs 1986
[4] https://www.haberturk.com/tuik-olum-nedenlerini-acikladi-2476201
[5] https://tr.euronews.com/2016/11/29/cernobil-de-kanayan-nukleer-yarayi-dev-celik-kemerle-kapattik
[6] https://t24.com.tr/haber/hdp-metsamor-nukleer-santrali-sizintisi-icin-meclis-arastirmasi-istedi,769869