Feminist hareketin mücadele zemininin temelini oluşturur kimlik. ‘’Kadın’’ kavramını, toplumsal olgulardan soyutlayarak, cinsiyet(sex) özelinde belirlenen farklılıklara indirgeyen, bu doğrultuda cinsiyet eşitsizliklerine biyolojik temelde argümanlar üretmeye ve bu eşitsizlikleri meşrulaştırmaya çalışan ataerkil bakışa karşı çıkarlar. Kadın ve erkek arasındaki biyolojik temelli cinsiyet (sex) ayrımının karşısına, toplumsal olarak inşa edilen ve her birine farklı davranış biçimleri, kavramlar, kimlikler atayan kadınlık ve erkeklik rolleri arasındaki eşitsizlikleri koyarlar. Bunu da Ann Oakley’nin 1972’de Sex,Gender and Society çalışmasında kavramsallaştırdığı üzere toplumsal cinsiyet(gender) terimiyle açıklarlar.
Kadınların yürüttüğü kimlik mücadelesinin sanata yansıması kaçınılmaz olmuştur. Özellikle 1971 yılı, sanat tarihi içinde kimlik mücadelesi bağlamında kritik bir dönemece işaret eder. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz feminist sanat tarihçisi Linda Nochlin ‘’Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?’’ başlıklı makalesini bu tarihte yayınlar ve sanat çevreleri içindeki hakim ataerkil bakışı sorgular. Makale 1960 sonrası sesini duyurmaya başlayan feminist sanata ivme kazandırarak kadın sanatçıların üretimleri arasında hali hazırda var olan kadın olma/kadınlık halleri gibi konuların daha sık karşımıza çıkmasına vesile olur.
Ürettikleri eserlerde yoğunlaştıkları konular bağlamında feminist sanatı 1960-1980 ve 1980 sonrası şeklinde iki kuşak olarak ele almaktayız. İlk kuşak daha çok kadınlığın ayırıcı yönlerini ortaya koyarken ikinci kuşak sanatçılar kadın kimliğine atfedilen rolleri yapı-sökümcü bir yaklaşım içinde ele alır. Bu yazıda, sözünü ettiğimiz iki kuşak içinde üretimleri olan kadın sanatçılardan iki tanesinin çalışmalarından bahsedeceğim.
İlk kuşak sanatçılar içinde yer alan Judy Chicago, erken dönem eserlerinin bir kısmında ‘’kadın olmanın’’ biyolojik farklılıklarına vurgu yapar. Ataerkil bakışın ‘’kötü, çirkin, mahrem ve saklanılması gereken şeyler’’ olarak tanımladığı vajina, regl dönemi, tampon gibi kadınlara ait simgeleri cesurca sergileyerek tüm bunlara sahip çıkar. Tarihten günümüze olumsuzluk atfedilen kadın kimliğine dair göstergelerin deyim yerindeyse iade-i itibarlarını verir.
Bu enstalasyon çalışmasında ise geçmişten günümüze birçok işe imza atmış kadınların isimleri veya sembolleri vulva formunda tasarlanmış tabaklar, peçete ve işlenmiş masa örtüsüyle birlikte üçgen şeklinde bir masada konumlandırılmıştır. Masada Sappho’dan Gentileschi’ye, Mary Wollstonecraft’tan Virginia Wolf’a 39 kadının isimleri yer almaktadır. Çalışmanın zemininde ise 999 kadının sembolik imzaları bulunmaktadır. Judy Chicago’nun bu eseri, Nochlin’in de makalesinde irdelediği ‘’dahi erkek’’ algısının karşısına tüm bu kadınları yerleştirerek ‘’deha’’ kavramını erkek hegemonyasından söküp alır.
İkinci kuşak feminist sanatçıların üretimlerine baktığımızda ise kadın kimliğine atfedilen rollerin sorgulanmaya dahası yıkılmaya çalışıldığı eserlerle karşılaşırız. Sanatçılar, beyaz, sadık, ölçülü ve anneliğiyle kutsallaştırılan ‘’makul kadın’’ algısının hem ahlaki hem de görsel kodlarını ifşa ederek günümüzde üretilen görsel kimlik politikalarının sorgulandığı imgeleri kendileri üzerinden ortaya koyarlar.
Renee Cox’un kendisini ve iki oğlunu kullandığı bu çalışması bizi sanat tarihinde çok daha gerilere, Edouard Manet’nin 1836 tarihli ‘’Olympia’’ adlı eserine götürmektedir. 19.yy akademikleşmiş Salon beğenisini yerle bir etmiş olan bu eser, özellikle kendilerini Avrupa merkezli ifade biçiminin dışında konumlandıran sanatçılar için ilgi çekici bir alıntı konusu haline gelmiştir. Olympia’nın uygunsuz bir resim olarak adlandırılmasının sebebi ise, Ahu Antmen’in Brion Fer’den alıntılayarak aktardığı üzere, genç modelin çirkin, pis, tuhaf, ‘’işçi sınıfından’’, erkek gibi görülen beden imgesinden kaynaklanıyordu. Ayrıca yardımcısı olarak resmedilen siyahi kadın figürü ise o dönemde genellikle gayrimeşru bir cinsellik çerçevesinde değerlendiriliyordu. Renee Cox ise ‘’Olympia’nın Oğlanları’’ adlı çalışmasıyla tüm bu önyargıları ele almaktadır. Afrikalı-Amerikalı sanatçı, hem siyahi kadın imgesinin hem çıplak kadın imgesinin hem de kutsallaştırılan anne imgesinin görsel kodlarını yıkıma uğratarak kimlik politikalarına adeta meydan okumaktadır.