İnsanlık tarihi gücü tek elde toplamak isteyen bir çok diktatörün hikayesiyle doludur. Diktatörlerin pek çok ortak özelliği vardır: Muhalefete tahammül edememeleri, basını susturmaları, akademiyi kontrol altına alma çabaları, aileden başlayarak toplumu tek tip bir şablona sıkıştırmak istemeleri, dini ve milliyetçiliği kullanmaları, iç ve dış düşmanlar retoriğine dört elle sarılmaları, insan hakları ihlalleri ve tabii ki hukuku ortadan kaldırarak kendilerini ve çevrelerini yolsuzluklarla zenginleştirmeleri. Bir başka ortak özellikleriyse trajik sonları ve insanlık tarafından sonsuza kadar lanetlenmeleridir.
Adolf Hitler
Büyük sanayi burjuvazisinin ve ordunun da desteğini alan Hitler, Reichstag (Alman parlamento binası) Yangını provokasyonuyla birlikte tüm muhaliflerini temizlemek için istediği bahaneyi elde etti. Muhalif parti ve sendikaların kapatılmasıyla Alman demokrasisinin tabutuna son çivileri de çaktı. Tüm siyasal erkin kendinde toplanmasını sağlayan 1933 parlamento oturumunda Führer ilan edildi. O artık Alman İmparatorluğu’nun tartışılmaz tek lideriydi.
Avrupa çapında Yahudilere karşı bir soykırım kampanyası başlattı. Önce Avusturya’yı sonra Polonya’yı işgal ederek 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın tohumlarını attı. Anti komünizm, anti-semitizm, “Ari ırk”ın yüceltilmesi gibi ideolojik tetikleyicilerinin altında Alman Emperyalizmi’nin doymak bilmez pazar arayışı vardı. Savaş, sonunda milyonlarca insanın hayatını kaybettiği korkunç bir kan banyosuna dönüştü. Sadece Sovyetler Birliği vatandaşı 30 milyon insan Naziler tarafından katledildi. Sovyet Ordusu Berlin’e girdiğinde karısı Eva Braun’la birlikte intihar etti. Nazilerin peşinden sürüklenen Alman Halkı 1945’te uykudan uyandığında, Almanya taş üstünde taş kalmamış bir enkazdan başka bir şey değildi.
Benito Mussolini
Gençliğinde sosyalist olan Mussolini, 1. Dünya Savaşı’ndan bir faşist olarak döndü. Çökmüş bir ekonomi ve siyasal kriz içinde çıkış arayan halk kitlelerini anti komünist bir retorikle etkiledi. Büyük Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak gibi soyut ve boş hayallerle halkı harekete geçirmeyi başardı.
1922 Ekiminde 26 bin taraftarıyla (“Kara Gömlekliler” olarak anılan faşist çapulcular) Napoli’den Roma’ya iktidarı alabilmek amacıyla yürüyüşe geçti. İşçi sınıfının devrimcileşmesinden ve sosyalizmin etkisinin yayılmasından korkan İtalya kralı bu yürüyüşün sonunda Mussolini’yi başbakan ilan etti. Tüm diktatörler gibi önce kendisine muhalif tüm partileri kapattı, medyayı kontrolü altına aldı, sivil toplum örgütlerini ve sendikaları faşistleştirdi. Eğitimi faşist ideolojiye göre şekillendirdi; hedefi tek tip bir toplum yaratmaktı.
Saldırgan dış politikası (1935 Habeşistan İşgali), Hitler’in kuyruğuna takılması (Berlin-Roma Mihveri), savaşın ağır yükünün ezilenler üzerindeki faturası ve tabii ki halk direnişi Mussolini iktidarının sonunu getirdi. 28 Nisan 1945’te komünist partizanlar tarafından İtalya’dan kaçmaya çalışırken yakalandı. O ve beraberindekiler kurşuna dizildi ve cesetleri Milano’da bir benzin istasyonunda baş aşağı sallandırıldı. Halk ölü diktatörün yüzüne tükürüp, cesedini tekmeledi.
Augusto Pinochet
Tarih 11 Eylül 1973, Şili’nin seçilmiş sosyalist lideri Allende tarafından genelkurmay başkanı olarak atanan Pinochet, CIA’in ve Amerikan tekellerinin desteğiyle darbe yaparak iktidara el koydu. Sosyalist başkan Salvador Allende ise darbeye direndi teslim olmaktansa ölmeyi tercih etti. Ülke 1990’a kadar karanlık bir döneme girdi. Binlerce muhalif öldürüldü, yüz binlercesi işkence gördü, siyasi partiler kapatıldı, basın üzerinde mutlak bir denetim kuruldu. 4 kişiden oluşan cunta yönetimi, Allende tarafından kamulaştırılan tüm madenleri ve diğer kaynakları emperyalist tekellerin talanına sundu.
1980’lerde ekonomik gerekçelerle ülkede hoşnutsuzluk arttı. Büyük kitle gösterileri düzenlendi, bazı gösterilere polis ateş açarak yanıt verdi, onlarca eylemciyi öldürdü. Buna rağmen cuntanın baskısı kitle hareketlenmelerini ve muhaliflerin toparlanmalarını durduramadı. Ocak 1987’de sıkıyönetim kaldırıldı, Pinochet bir dönem daha iktidarda kalabilmek için bir halk oylaması düzenledi ancak bu talebi, %56 oyla reddedildi. 1990’a gelindiğinde ise iktidarını sivillere devretmeyi resmen kabul etti. Pinochet sonrası dönemde o ve ailesi için çok sayıda insan hakları ihlali ve yolsuzluk soruşturması açıldı. 1998’de Londra’dayken İspanya’nın talebi sonucu tutuklandı. Sağlık sorunları yüzünden Şili’ye iade edildi ve 10 Aralık 2006’da ev hapsindeyken öldü. Ne trajiktir ki, diktatörün öldüğü 10 Aralık günü, aynı zamanda Dünya İnsan Hakları Günü’dür de. Cesedi yakıldı ve ailesine teslim edildi. Geride tükürülecek bir mezarı bile kalmamıştı. Bugün Şili’de darbe döneminde kaybedilen çocuklarını arayan ve diğer yetkililerden de hesap sorulmasını isteyen çeşitli oluşumlar hala mücadeleye devam ediyorlar.
Jorge Rafael Videla
Arjantin Genelkurmay Başkanı Jorge Rafael Videla, 24 Mart 1976’da yanındaki generallerle birlikte İsabel Peron’u devirip iktidarı ele geçirdiğinde, gelecekte “Kirli Savaş” dönemi olarak da adlandırılacak bir devlet terörüyle on binlerce muhalif Arjantinliyi işkencelerden geçirerek öldürür, demokratik muhalefeti tümüyle ezer ve Arjantin’i 5 yıl süreyle demir yumrukla yönetir.
Cunta tarafından kaybedilen insanlar Desaparecidos olarak adlandırılır. Ford gibi bazı büyük şirketler fabrikalarını işkencecilere açar, işkence görenler tabii ki yine devrimci işçilerdir. İşkencelerde öldürülen insanlar toplu mezarlara gömülür, teşhis edilememeleri için patlayıcılarla tanınmaz hala getirilir ya da uçaklarla Atlas Okyanusu’na atılır. Aradan geçen onca yıla rağmen hala on bin civarında kayıp bulunduğu tahmin edilmektedir.
Çocukları kaybedilen anneler Plaza De Mayo meydanında beyaz başörtüleriyle oturma eylemi başlatırlar. Çoğu uçaklarla Atlantik Okyanusu’na atılan çocuklarını arayan annelerin eylemlerine polis göz yaşartıcı bombalarla saldırır, anneleri yerlerde sürükler. Plaza De Mayo Anneleri de faşist cuntanın şiddetinden nasibini alır. Mayıs Anneleri’nin liderlerinden Azucena Villaflor de Vincenti ve birkaç öncü anne daha gözaltında kaybedilir.
Yine ABD destekli gerçekleşen bu darbeyle Arjantin’in tüm kaynakları emperyalist sömürü ve yağmaya sonuna kadar açılır. Videla ise 2010 yılında insanlığa karşı işlediği suçlardan dolayı tutuklanır ve 7 yıl sonra tutuklu bulunduğu hücresinde doğal yollarla ölür. Aile, Videla’yı doğduğu kentin mezarlığına gömmek istese de kent halkı bunu kabul etmez.
başarılı.. tebrikler
Kaleminize sağlık