İçine girdiğin an hissettiğin iklimleri vardır evlerin. Kimi evler şimdiki zaman evleridir; girer girmez günlük gazete sayfası açılmış gibi hissedersin. “Şimdi burada”sındır. Şimdide olan her şeye açık, korunmasız ve şimdi olacak her şeye karşı savunmada, hazırlıklı, uyanık. Geçmişin kiriyle, geleceğin kaygısıyla kirlenmeyen beyaz yatak çarşaflarının serili gibidir koltuklarda… Geçmişin gönenci, bilgisi ve geleceğin umudu ışıldar ara ara şimdiki zamanlı bu evlerin içinde. Sağlık ve mutluluk bariyerleri ile korunmak kimi zaman kaygılı bir hal alsa da, günler durmadan şimdiki zamanı akıtır durur bu evlerde musluklardan…
Kimi evler geçmiş zaman evleridir. Şimdi ve gelecek kapanmıştır. Durmadan olan biten anlatılır. Dinlenir ve geçmişte yapılan hatalar üzerinden olması gereken durmadan tartışılır durulur. “Şöyle olsaydı böyle olmazdı, böyle olsaydı öyle olmazdı…” Sanki bir tahterevallide asılı kalmış gibidirler böyle evlerin yaşayanları. Salınır dururlar geçmişte. Şimdiki zaman geçip gider evin kedisi gibi. Her şeye rağmen her an buradadır ve dönüp bakılır ona ara ara.
Kimi evler gelecek evleridir. Geçmiş ve şimdi üzerinde duramaz. Kayıp gider. Genelde evin çoğunluğunun çocuklardan ya da gençlerden oluştuğu kalabalık evlerdir bu evler. Hep bir koşturmaca hep varılacak bir yer, hep evin ortasında bir bavul, hep bir yolculuk hazırlığı vardır. Zaman elden ele bir top gibidir, kimin payına daha çok düşerse en çok gelecek onundur. Şimdiden söz eden birine uzaylıymış gibi, geçmişten söz eden birine de geri kafalıymış gibi bakılabilir bu evlerde…
Bazı evler üçünü birden barındırır; üç katlıdırlar… Geçmiş, şimdi, gelecek. Zemin kat, birinci kat, çatı katı… Ölmüş biri vardır bu evlerde, yaşayan birileri vardır ve doğacak birileri. Bir sarmal gibi yükselir iner varoluş. Birbirini anlayan bilge derin ortaklıkları olan, bilgece duyarlıkları olan kişiler çıkabilir böylesi evlerde.
Kimi evlerde bir zaman dışılık vardır. Hiçbir kategoriye girmeyen. Gece konmuş, sabah toplanıp gidecek gibi, eğreti duran, böylece tam yerleşmeyerek, ona bir ada koymaya kalkan zamanı da kandıran. Kendini hayata tam geçirememiş, ya da geçirmekten özellikle kaçınmış kişilerin yaşadığı evler örnek verilebilir böylesi evlere.
Otel odaları, oluş biçimleri, kuruluş amaçları ile tüm zamanlara “eyvallah” diyen evlere örnek verilebilir.
İçlerine bi dünya dolusu güneş dolan ve içlerinde yaşananları durmadan sıfırlayan, bağışlayan kendi oluşlarıyla yıkanan sevecen evler vardır. Çocukluk evleri olabilir böylesi evler. Bir huzur tiryakisiyseniz, tüm ömrünüz orda geçsin istersiniz.
Peki evlere bu rengi veren nedir? Elbette ki içlerinde yaşayan kişiler. Hayat hikayeleri. Hiç yaşamsız evler vardır bir de. İstesen de içinde bir hayat durmaz. Duvarları bombeli gibidir, elini kolunu iter, dayansan düşürür. Soğuk hava depoları gibi. Şimdilerde yapılan gökdelen evler böyle. Yalnızlığın, yabancılığın mimarisi göğe doğru alabildiğine yükselmiş bir yaşam emaresi olmayan evlerde, sanki yalvarır gibi “Allahım sen şu işe bir el at.”
Müstakil evlerimiz ne güzeldi oysa. Toprağın üstünde olduğumuzu, dünyanın üstünde olduğumuzu bilmenin rahatlığıyla güvenle uyurduk. İnsan samimiyetini topraktan alır. İnsani ilişkiler için aynı düzlükte uyanmak her zaman için bir dürüstlük ve kader yoldaşlığı zemini oluşturur. Oysa şimdi bu raflara dizili yaşantımızda etken değil, edilgeniz. Kendimizle tanışık değiliz yabancıyız. Kendine yabancı olan da komşusuyla nasıl tanışacak. Yerden tasarruf etmek için, duvardan, tavandan tasarruf etmek için en başta düşünmüş olabileceğimiz bu mimari bizlere gerçekten tasarruf sağladı mı peki? Hayır, ne yaptığını bilmez çılgınlara döndüğümüz için daha hoyrat davranışlarla ortaya çıktık. Doğayı yok ettik. Güzel zeytin bahçelerinin, incir bahçelerinin, üzüm bağlarının, bin bir türlü sebzenin meyvenin bollukla yetiştiği verimli düzlüklere apartmanlar ektik; apartmanlar çoğaldı; apartman tarlaları, göğe kadar yükseldi; gökdelenler… Gökten tasarruf edebildik mi iklimler değişirken? Evlerimizin iklimleri cinnetle, cinayetle değişirken…
Yazımı Agnes Varda’nın “Yersiz Yurtsuz” filmini ve Necatigil’in aşağıdaki “Evler” şiirini anarak bitirmek istiyorum.
Evler
İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kâgir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.
Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.
Evlerin çoğu eskidi gitti tamir edilemedi
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazıları zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.
Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Dışardan geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü:
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.
Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın
Gözyaşlarıyla beslendi.
Küçükler, büyük adam yerine evlerin kiminde:
Çocukları işe koştu kalabalık aileler.
Okul çağlarının kadersiz yavruları
Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,
Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.
İnsanların kaderi besbelli evlere bağlı:
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadılar
Yeni yeni tüterken ocakların dumanı
“Kadın en büyük kuvvet erkeğinin işinde”
Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı
Evler dilsiz şikâyet kaçmışların peşinde.
Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı;
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar!
Behçet Necatigil