in

‘Etin Cinsel Politikası’ Üzerine

“Biz bütün zulümlerin birbiriyle ilişkili olduğuna İnanıyoruz. Bütün canlılar özgür olana kadar; yani kötü muameleden, aşağılamadan, sömürüden, kirlenmeden ve ticarileşmeden kurtulana kadar hiçbir canlı özgür olmayacak.” – Carol J. Adams

Carol J. Adams; ekofeminist bir teolog, bir aktivist ve hayvan hakları savunucusu bir yazar. Adams, evsizlerden şiddet gören kadınlara kadar tüm hakkı yenen canlıların mutlu yaşamaları için derneklerde çalışmış ve 1975 ile 1990 yıllarını kapsayan 15 yıl boyunca kütüphanelerde tek bir proje için çalışmıştır : Etin Cinsel Politikası. Adams, feminist-vejetaryen kuramı irdelemiş ve kadınlara,hayvanlara yönelik davranışlar arasındaki benzerlikler üzerinde dururken hayvanın tüketim maddesi olarak görülmesi, kadınınsa cinsel nesne haline dönüştürülmesi arasında paralellikler kurmuştur. Etin Cinsel Politikası’nı; kadınları hayvanlaştıran, hayvanları da cinselleştirip dişilleştiren bir tavır ve davranışlar bütünü olarak tanımlar.

Kitabın kapağında bulunan resim feministler tarafından erkeğin pornografide kadın etini parça parça tüketme düşkünlüğünü deşifre etme amaçlı hazırlanmış. Resim Adams’a ’‘Pornography Awareness’ isimli grup tarafından ulaştırılıyor. Resmin adıysa: ‘Break the dull beef habit.’ (Şu ruhsuz et merakından vazgeç).

Etin Cinsel Politikası “Her yıl 31.1 milyar, her gün 85.2 milyon, her saat 35.5 milyon, her dakika 59.170’in anısına” diyerek başlıyor. Bu noktada ise akıllara Isaac Bashevis Singer’in “Hayvanlar söz konusu olduğunda bütün insanlar Nazidir; hayvanlar için bu sonu gelmeyen bir Treblinka’dır” tespiti geliyor.

Kitap incelemesindeyse kitapta bulunan bölümlerden kısa alıntılar yaparak bize ne anlatmaya çalıştığını açıklayacağım. Bu kitap kadınların ve hayvanların ataerkil sistem tarafından bir ‘’birey’’ olmaktan çıkarılarak onları çoğunlukla bir ‘’nesne’’ ye indirgemesine değiniyor. Aynı zamanda kullanılan ve çoğumuzun dilinde olan bazı söylemlerin aslında ne kadar eril ifadeler olduğunu da bize gösteriyor. Ve Adams’ın değindiği önemli noktalardan birisiyse kayıp gönderge ifadesidir.

Adams, şiddet ve tahakkümden beslenen erkek egemen kültürün yeri yurdu olmadığının, zayıf bulduğu her şeyi ve herkesi “erkek” tanımının dışına atarak alt edilecek bir öteki ilan ettiğinin, özneden nesneye indirgediğinin altını çiziyor. Yiyecek/giyecek başka bir şey yokmuşçasına, birtakım canlılara yaşarken kafesi, ölürken ise kan gölünü reva gördüğümüz sürece savaşları ve ayrımcılığı olumlayan eril şiddet kültürünün ve hiyerarşinin aramızdan ayrılmayacağını hatırlatıyor.

Kitapta anlatılan kayıp gönderge ifadesiyse Adams’ın önem verdiği bir kavramdır. Et yiyeni yediği hayvandan, hayvanı da markette satılan biçiminden yalıtan kültürel ve dilsel duvara “Kayıp Gönderge” denir. Hayvanlar kesim aracılığıyla kayıp göndergelere dönüşür ve var oluşları ete indirgendikçe de isimleri ve varlıkları yok olmaya başlar. Tüketiciler hayvanların ölü bedenlerini yemeden önce, hayvanlar dil sayesinde yok edilir. Kültürün getirdiği gastronomik bir dille ‘’et’’ kelimesi durumu daha da anlaşılmaz hale getirmekle birlikte, et dendiğine aklımıza ölü canlılar değil kuzu eti veya dana pirzolası vb. gelir. Yaşayan hayvan da bu yolla kayıp gönderge haline gelir, hayvanı bağımsız bir canlı olarak varlığını unutmamızı sağlar.

Etin Cinsel Politikasında yer verilen diğer bir bölümse ‘’kadınlar ve hayvanlar’’dır. Bu bölümde kadına yönelik şiddet ve erkeğe yönelik şiddetin birbiriyle ilişkili olduğunu savunur çünkü ataerkil değerlerin kayıp gönderge yöntemiyle kurumsallaştığından bahseder. Örneğin pornografinin kölelik gereçleri (tasmalar, zincirler vs) hayvanların zaptını çağrıştırır.

Kitapta ayrımı yapılan dişilleştirilmiş protein ve hayvansallaştırılmış protein kavramları dikkat çekmektedir. azarın hayvan endüstrisinde dişi hayvanın olmazsa olmazlığına yaptığı vurgunun, kitabın feminist tonuna yeni bir pencere kazandırdığını söyleyebiliriz. Hayvanlara yönelik eziyetin çoğu dişi hayvanlara uygulanır. Gün itibariyle çoğu endüstride erkeğe gerek yoktur; ama doğurgan hayvanlar olmadan hayvansal ürünler imkânsızdır! Yumurta için kafese hapsedilmiş tavuklar yeterlidir, süt için sürekli “yapay dölleme” adı altında tecavüz edilerek hamile bırakılacak inekler yeterlidir. Adams, dişi hayvanların hayvan olmalarının üstüne bir de dişi oldukları için iki kat sömürüldüğünün altını çizer, göğüslerindeki sütün yavrularına besin olacağı yerde bize “musluk” olmasını eleştirir. Bir dişiyi alıkoyarak elde edilmiş protein, dişilleştirilmiş proteindir. Proteinin tahıldan alınacağı yerde tahıl yemiş ineğin vücut parçalarından alınması da proteini hayvanlaştırdığımızı gösterir.

Aynı zamanda dikkat çekilen bir diğer noktaysa kullandığımız dildir. Dilimiz yalnızca erkekmerkezci değil, aynı zamanda insanmerkezcidir. “Erkek” sıfatı kullanıldığı zaman, bir önceki cümlede olduğu gibi, hepimiz yalnızca insan olan erkeklerin kast edildiğini varsayarız. “Erkek” ve “kadın” gibi kelimeleri kullanışımıza eşlik eden insanmerkezci mefhumların yanı sıra, “hayvan” kelimesini sanki insanlara da işaret etmiyormuş, sanki biz de hayvan değilmişiz gibi kullanırız. “Hayvan” kelimesi kullanıldığında hakaret olarak ima edilen her şey, insan olan hayvanlar ile insan olmayan hayvanlar arasında oluşturulan ayrımı devam ettirir. Dilimizi, biyolojik benzerliklerimizi kabullenmekten kaçınmak için bu şekilde inşa etmiş durumdayız. Hiçbir zaman yediğimiz şeyler bir kuzu’’nun’’ kafası, tavuğ’’un’’ kanadı olmaz, aksine tavuk kanadı, kuzu pirzolası şeklinde ifade ederek onları tekrar birer canlı olmaktan çıkarırız. Aynı zamanda dikkat etmemiz gereken birkaç şeye de değinmiştir : Evlerini ve yaşamlarını insan olmayan hayvanlarla paylaşan insanlardan bahsederken “sahip” gibi kelimeler kullanmak köleliği çağrıştırır ve bu çağrışımla barışık olmamalıyız. Dost, refakatçi, yoldaş ya da koruyucu gibi kelimeler daha tercih edilesidir. Evcil olmayan hayvanlardan özgür ya da özgürce dolaşan hayvanlar diye söz edebilirsiniz, “vahşi” ya da “yabani” hayvanlar diye değil. Son olarak da hayvanların insanların eylemleri sonucu acı çekmesi ya da ölümünden söz ederken gerçekleri gözler önüne seren acı verici derecede açık kelimeler kullanın. “Ötanazi”, “uyutmak”, “kurban etmek”, “etkisiz hale getirmek” hayvanlar üzerinde araştırma yapanların (ve bazı hayvan ıslahçılarının); “hastayı sürüden ayıklamak”, “hasat etmek”, “terbiye etmek” ve “sürüyü seyreltmek” de avcıların, tuzakçıların ve benzerlerinin en sevdiği ifadelerdir. Bu kelimeler öldürmek anlamına gelir; dolayısıyla öldürmek diyebilirsiniz.

Son olarak günümüzde teknolojinin bu denli ilerlemesiyle ve bizlerin kendini insan olmayan hayvanlardan bu derece üstün görmesi biraz şaşırtıcıdır çünkü bu dünya var olduğundan beri hepimiz varız. Sadece silahımız, gücümüz(kendimizce, bir aslanla karşı karşıya geldiğimizde pek de fiziksel gücümüz olduğu söylenemez tabii elimizde bir alet yoksa) var olduğu için kendimizi bu derece ayırmamız ve hayvanlara bu denli işkencelerle eziyet etmemiz hiç adil değil. Aynı zamanda günümüzde ataerkil sistemin kadınlara olan baskısı ve her şeyi denetleme istediği zaman ona ‘’sahip olabilme’’ düşüncesi sistematik bir şekilde işlendiği için ve bu davranışların çok benzerleri hayvanların üzerinde de kurulduğu için bunu en açık biçimde anlatan kitabın Etin Cinsel Politikası olduğunu düşündük. Yazıyı bitirirken kitaptan en vurucu bölümü paylaşmak isterim:

‘’Her on yedi saniyede bir kadın tecavüze uğruyor. Her bir saniyede yüzlerce hayvan öldürülüyor. “Dayak yiyen kadınlar” gerçekliği her gün yüzümüze çarpılıyor ekranlardan ve gazete sayfalarından. Çiftliklerin esir ettiği, mezbahaların katlettiği hayvanlar “marketteki et”e indirgeniyor günümüzde. Etin hem protein için zorunlu olduğuna hem de gücün kaynağı olduğuna inanmamız için örülen mit, aslında erkeğin potansiyel şiddet eğilimiyle üstünlük kurmasına neden oluyor. Etçilleri yiyen etçiller, kafamızdaki iktidar piramidinde en üste yerleştiriliyor ve bu haliyle gündelik hayatımızın her köşesine sızıyor. Reklamların neredeyse tamamında eti yenen hayvanların kadınsı temsil edilmesi ve erkek zihninde seks yapılacak kadının et veya piliç görüntüsünde olması yapbozu kendiliğinden tamamlıyor.’’

 

Yazan berfin

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Anne Shirley: Kitaptan Sinemaya Tatlı ve Uzun bir Yolculuk

Dilim Beynime Değiyor