in

Erkeğin Cinsel Doğası ve Şiddet

Üreme Güç ve Servet

Üreme, ilk insansı topluluklardan itibaren  güç ve servetin ödülü ve amacı olmuştur. O zaman üremenin sık sık şiddetin nedeni ve mükâfatı olduğuna da şaşmamak gerekir. Dinlerin cinsellik meselelerine kafayı bu kadar takmasının nedeni muhtemelen budur. Cinsel rekabeti cinayet ve kargaşanın temel nedenlerinden biri olarak kabul ediyorlardı. Hıristiyanlık’ta seks ve günahın neredeyse eşanlamlı hale gelmesi, seksin kendisinin günah olmasından çok, sık sık belaya yol açıyor olmasıyla açıklanabilir.

1790 yılında HMS Bounty gemisinden kaçan dokuz isyancı beraberlerinde altı erkek ve on üç kadın Polinezyalı ile Pitcairn Adası’na çıktı. Bu insanlar, en yakın yerleşim bölgesinden binlerce mil uzakta,  dünyadan saklı bu küçük adada bir hayat kurmaya giriştiler. On sekiz yıl sonra koloni keşfedildiğinde, on kadın ve sadece bir erkek hayatta kalmıştı. Diğer adamlardan biri intihar etmiş, biri ölmüş ve on ikisi ise öldürülmüştü. Hayatta kalan, tümüyle cinsel rekabetin harekete geçirdiği bir şiddet çılgınlığının içinde ayakta kalan tek adamdı. Hemen ardından Hıristiyan olan bu adam ada halkına tek eşliliği salık verdi. 1930’lara dek koloni gelişti, refahı arttı ve düzgün kalıtımsal kayıtlar tutuldu. Bunlara dair incelemeler tek eşlilik reçetesine uyulduğunu gösteriyordu. Ara sıra görülen nadir zina vakaları dışında Pitcairn Adası sakinleri tek eşliydi ve öyle de kaldılar.

Kanun, din ya da yaptırım yoluyla mecbur kılınan tek eşlilik, erkekler arasında cinayete yol açan rekabeti gerçekten de azaltmaktadır. Tacitus’a göre bazı Romalı imparatorları hüsrana uğratan Germen kabileleri, başarılarını kısmen tek eşli bir toplum olmalarına ve dolayısıyla saldırganlık dürtülerini dışarı yöneltebilmelerine atfediyorlardı (Gerçi çok eşli ve başarılı Romalılar için bu açıklama geçerli değildir). Hiçbir erkeğin bir kadından fazla eşi olmasına müsaade edilmiyordu ve böylece hiçbir erkeğin, karısını elde etmek için kendi kabilesinden bir erkeği öldürmesi için teşvik edici bir nedeni olmuyordu. Sosyal olarak dayatılan tek eşliliğin, ele geçirilen esirleri de kapsaması söz konusu değildi. On dokuzuncu yüzyılda Borneo’da, İban adında bir kabile, adadaki kabile savaşlarının hâkimi oldu. Komşularının aksine, İban kabilesi tek eşliydi ve bu da hem savaşanların safında küskün bekârların çoğalmasını engelliyor ve hem de yabancı kabilelerin kızlarının köle olarak ödül verilmesi onları büyük bir cesaretle yiğitçe savaşmaya sevk ediyordu.

Grup İçi Şiddetin Temeli

Bir insansı olmanın miraslarından biri grup içi şiddettir. 1970’lere dek primatologlar, şiddetten arınmış topluluklarda yaşayan barışçıl insansılara dair önyargılarımızı teyit etmekle meşguldu. Primatologlar daha sonra şempanzelerin yaşamının nadir görülen ama daha kötü bir yanını keşfettiler. Bir şempanze “kabilesinin” erkek mensupları, bazen bir diğer kabilenin erkeklerine karşı bir şiddet seferberliği yürüterek, düşmanlarının peşine düşüp onları katlederler. Bu alışkanlık, davetsiz misafirleri kovmakla yetinen birçok hayvanın bölgecilik anlayışından çok farklıdır. Ödül, düşman bölgesini ele geçirmek olabilir, fakat bu denli tehlikeli bir iş için böyle bir ödül yetersiz kalır. Başarılı erkek ittifakını çok daha doyurucu bir ödül beklemektedir: Mağlup olan grubun genç dişileri muzaffer gruba dahil edilir. Eğer savaş, dişi insansılar uğruna erkek insansı grupları arasında yaşanan ve bölgenin amaç değil araç olduğu düşmanlıktan bizlere miras kalmışsa, o halde kabile halkları bölgeden ziyade kadınlar uğruna savaşa gitmektedir.

Antropologlar uzun bir zaman, savaşların özellikle tedarik edilmesi zor olan protein gibi sınırlı miktarda kaynaklar uğruna yapıldığı konusunda ısrarcıydılar. Dolayısıyla, bu geleneksel bakış açısıyla eğitilen Napoleon Chagnon, Yanomamö kabilesini incelemek için 1960’larda Venezüella’ya gidince şaşkınlığa uğradı: “Bu insanlar bana öğretilen ve uğruna savaştıklarına inanmam istenen şeyler, yani kıt kaynaklar uğruna değil kadın uğruna savaşıyorlardı. Ya da en azından ona öyle söylemişlerdi. Chagnon bunlara inandığı için komik duruma düşmüştü. Ya da kendi ifadesiyle, “Mideyi bir savaş nedeni olarak düşünmekte serbestsiniz ama erbezlerini bir savaş nedeni olarak göremezsiniz” diyordu. Chagnon tekrar tekrar Venezüella’ya gitti ve sonunda diğer erkekleri öldüren erkeklerin, sosyal mevkileri ne olursa olsun cinayet işlemeyen erkeklerden daha fazla eşe sahip olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlayan bir dizi ürkütücü veri topladı. Yanomamö’lerde hem savaş ve hem de şiddet esas olarak cinselliğe dairdir. Bir kadının kaçırılması ya da buna benzer bir dürtü ile girişilen bir saldırıya verilen karşılık yüzünden iki komşu köy arasında savaş çıkar ve çatışma her zaman kadınların el değiştirmesiyle sonuçlanır.

Bir köy içerisinde en yaygın görülen şiddet sebebi de cinsel kıskançlığa dayanmaktadır; çok küçük bir köyün, kadınları için baskına uğraması olasıdır ama çok büyük köyler genelde zina yüzünden karışır. Yanomamö’lerde kadınlar, erkek şiddetinin geçer akçesi ve ödülüdür. Şiddete dayalı ölüm Yanomamö toplumunda yaygındır. İnsanların üçte ikisi, kırk yaşına gelene dek yakın bir akrabasını bir cinayete kurban vermiştir. Bunun cinayetin yarattığı acı ve korkuyu körelttiği sanılmasın. Ormandaki yaşamını terk eden Yanomamö’lere göre dış dünyada kronik cinayeti engelleyen yasaların varlığı mucizevidir ve çok arzu edilir.

Cinayet ve Cinsellik

İlkel insanın yaşamındaki olguları sıralarken “sürekli korku ve şiddetli bir ölümle yaşamının son bulması tehlikesinden bahseden Thomas Hobbes abartmıyordu; gerçi cümlesinin ikinci ve daha iyi bilinen bölümünde daha az haklıydı: “ve insanın yaşamı, yalnız, yoksul, berbat, yabani ve kısa.” Artık Chagnon yaygın inanışın -insanlar yalnızca kıt kaynaklar için savaşır- ana fikri ıskaladığına inanmaktadır. Eğer kaynaklar kıtsa, o zaman insanlar bunlar uğruna savaşır. Eğer kıt değilse, savaşmazlar. Şöyle der Chagnon: “Mongongo fındığına sahip olmanın tek anlamı bu yolla kadınlara sahip olmaksa, öyleyse neden mongongo fındığı için savaş verilsin? Neden kadınlar için savaşılmasın?” Chagnon çoğu insan topluluğunun kaynaklarının dibe vurmadığına inanmaktadır. Yanomamö halkı, daha fazla muz ağacı yetiştirmek için ormanın belli kısımlarını daha büyük bahçelere dönüştürebilirdi ama o zaman da çok fazla yiyecekleri olurdu. Yanomamö’ların durumu sıradışı değildir. Ulusal yönetimler kendi kanunlarını bu topluluklara dayatmadan önce yapılan tüm incelemelerde, okuryazar olmayan topluluklarda daima yüksek düzeylerde şiddet unsuru bulgulanmıştır. Yapılan bir incelemeye göre, bu tür topluluklarda erkeklerin dörtte birinin, diğer erkekler tarafından öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Cinayete sevk eden baskın unsur ise cinselliktir.

Batı kültürünün temel efsanesi olan Homeros’un İlyada’sı, Helen adında bir kadının kaçırılması üzerine çıkan bir savaşla başlar. Tarihçiler uzun bir zaman boyunca Helen’in Truva’ya ka çırılışını, Yunanlılarla Truvalılar arasında salt bölgesel bir cepheleşmenin bahanesi olarak addettiler. Fakat bu kadar emin bir biçimde kestirip atabilir miyiz? Belki de Yanomamö’ler, dedikleri gibi gerçekten kadınlar uğruna savaşıyordur. Belki de Homeros’un dediği gibi Agamemnon’un Yunanlıları da kadın uğruna savaşmıştır. îlyada hikâyenin baskın teması olarak Achilles ve Agamemnon arasında bir dalaşma ile başlar. Agamemnon’un, kendi cariyesi Chryseis’i, papaz olan ve Yunanlılara karşı Apollo’nun yardımını sağlayan babasına geri vermek zorunda kaldığından telafi niyetine, Achilles’in Briseis adında bir cariyesine el koymak istemesi bu dalaşın nedeni olarak aktarılır. Bir kadın uğruna çıkan sürtüşmenin neden olduğu birlik içindeki bu nifak, Yunanlıların zaten bir kadın uğruna çıkmış savaşı neredeyse kaybetmesine yol açar. Tarım öncesi toplumlarda, özellikle karmaşa yaşanan dönemlerde, şiddet pekala cinsel başarıya giden bir yol olabilirdi.

Orduları motive etmek için vatanseverlik ya da korku kadar, zaferin beraberinde getireceği kadınlara tecavüz etme fırsatı da sıkça kullanılıyordu. Bunu fark eden generaller, askerlerinin tecavüzlerini görmezden geldiler ve şüphesiz böyle davranmakla oldukça başarılı oldular. Bu yüzyılda bile, donanmadaki kısa izinlerin hayat kadınlarına gitme amacıyla kullanıldığı az çok kabul edilmektedir ve tecavüz hâlâ savaşlara eşlik etmektedir. Batı Pakistan askerlerinin 1971 yılındaki dokuz aylık bir işgal sırasında Doğu Pakistan’da (şimdiki Bangladeş), yaklaşık dört yüz bin kadına tecavüz ettikleri bilinir. 1992 yılında Bosna’da Sırp askerleri için organize edilen tecavüz kamplarına dair raporlar göz ardı edilemeyecek kadar sık geliyordu. Santa Barbara Üniversitesinden antropolog Don Brown orduda geçirdiği günleri hatırlarken erkeklerin gece gündüz cinsellikten konuştuğunu fakat güçten bahsetmediklerini aktarmıştır.

Özetle seks sakin bir dünyada gerçekleşmez. Bir erkeğin rekabetçi, saldırgan olması, rakiplerini uzaklaştırması, kendi köşesi için mücadele etmesi gerekir. Elbette çekici olması da; insanlar dahil birçok türde erkekler genellikle dişilerden daha güçlü olsa da, son tercihi yapan dişilerdir. Erkeklerin kadınlardan daha fazla şiddete meyilli doğasının temeli soyun devamı için gerekli olan cinsellikteki rollerdir. Çok eşlilikten tek eşliliğe geçişte cinsellik temelli saldırganlığın rolünün büyük olduğu söylenebilir.

Bu yazı Matt Ridley’nin ‘’Kızıl Kraliçe-Cinsellik ve İnsan Doğasının Evrimi’’ kitabından derlenmiştir.

Yazan fionamimi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Ursula K. Le Guin: Erkek Olmak Üzerine Düşünceler

Tır Şoförlüğünden Heykeltıraşlığa: Kurumuş Dallara Can Veren Adam