Yazan biri olarak bende düşünme sistemi tamamen mekânla oluşuyor. Örneğin otururken düşündüğüm şeyler, yattığımda organlara dağılan bir tas suymuşçasına gidiverir. Ama yeniden kalkıp oturduğumda geri gelir. İçinden çıkamadığım herhangi bir konu 6. 7. Kata çıkıp aşağı bakınca ya da gökyüzüne bakınca çözülür; aşağıdayken fark etmediğimin ne olduğunu anlarım, rahatlarım. Kendime ve olaylara karşı gerçekçi bir mesafe hissi kazanırım. Dağ kenarında bir evde yazarken güven duyarım; sanki dağın sahibi benmişim gibi. Ya da dağın çocuğu. Bir insan olarak belki de dağın bende devam ettirdiği kadim birliktelik. Sahilde denizin etkisiyle duygusallığım artar. Derin konular yerine yuvarlarım. Her şeyin bir yolu yordamı çözümü vardır. Bu yüzden düşündüklerimi çok da önemsemem. Eve kadar unuturum. Ama dağ kenarında bir denizse bütün dostlar sürpriz doğum günü için bir araya gelmiş gibidir; sevinç dolu bir mutluluk duyarım. Demlenen, hüzne de dönüşen hakiki bir duyguya, düşünceye yol açan bu zemin sevmem için dizimin dibine oturan bir kediymiş gibi yazıyı buyur eder. Çatı ya da gözetleme kulesi büyük toplumsal olayları anlatmak için harika yerlerdir. Her şeye hâkimiyet duygusu verirler. İniş çıkışlar ise böyle bir yerden sürekli inip çıkmak, şiirin ham maddesi olan melankoliyi sağlar. Yükseklik, inip çıkma, yokuş, merdiven, sanki hayatın olaylar yoluyla yaşanan bütün iniş çıkışlarının tecrübesini sağlıyormuş gibi arı, şiirsel bir düşünme biçimi yaratır. Düzde yürüyüşse her zaman düzyazıdır. Düz bir yolda yürümek her zaman aynı ritimle düşünmektir. Adımlar düşünmeler arasına nokta ya da virgül koyar. Düşünmeye elverişli yürüyüş yolları vardır, düşünmemen için ellerinden geleni yapmışlar diyebileceğiniz yollar vardır. Her yerde şiir yoktur örneğin. Koca bir semtte hiç şiir ruhu olmayabilir. Eğer başka semtlerde yaşadıysanız, oraların alışkanlığı ve güzel hatırası ile yazarsınız yine bu şiirsiz bölgelerde ancak neyin ne olduğunu da bilirsiniz. Bir semtte sadece on- on beş metrelik bir alanda yahut bütün gökyüzünü toplamış gibi bir yoğunluğa sahip bir meydanda şiir olabilir. Deneyimle sabittir. Düşünme coğrafya ile doğrudan ilgilidir benim için. Bin bir çeşit ağacın yer aldığı bir orman beni kendimden geçirir. Düşünme heyecanına yetişemeyen yazma heyecanı ile boğuşurum. Bambaşka birine dönüşürüm. Böyle günlerde ancak birkaç gün sonra gösterir yazı başını.
Yazarken kendimi nasıl biliyorsam, okurken de okuduğum türlerin mekânlarını coğrafyalarını keşfederim. Bir otel odasında yazılmış gibi olanını, yolculuk notları gibi olanını, ev içi romanlarını… Gazete yazıları ve haberler örneğin kesinlikle kuşbakışı yani yüksekte yazılmış gibidirler. Herkesi, her tarafı, olayları aynı anda görenlerin yazdığı bir tür…
“Tanrı’nın dışında bir insanı bir an için bile düşünemiyorum. Çünkü gözü açık bir insan, ne masayı ne sandalyeyi, sadece Tanrı’yı görür. Ama Tanrı bir an bile huzur vermez. O’nun sınırları yoktur ve O, O’nu gören insanların da sınırlarını ortadan kaldırır ve İNSAN ona benzemedikçe O buna son vermez…” Georges Batallie Rahip C. adlı kitabından bu alıntı. Genelde sanatçının, özelde ise hangi türden olursa olsun, bir eser oluşturan yazarın bakışını bundan daha güzel özetleyen bir paragrafla karşılaşmadım. Bakışın sınırlarını ve düşünme biçiminin konumlandırılışını, görebiliyor olmanın huzursuzluğunu, yazma sancısını çok güzel anlatıyor.
Bir sanat eseri biçimini en baştan düşünme biçimi ile yazarın kafasında kendi seçer. Eğer çok enstrüman çalmayı biliyorsanız neyin neye denk geldiğini bildiğiniz için daha kolay yazarsınız. Bu yüzden usta bir yazar bütün türlerde yazabilmeyi bilen biridir. Çünkü en baştan türüyle doğanı bildiği için avantajlıdır. Sinema var çünkü sinemanın konusu olan şey öykünün konusu olan şeyle aynı şey değil. Senaryo yazarlığında tetikleyici olan her zaman görüntü. Tiyatroda insanla ilgili olan, bir hikâye anlatırken canlandırmaya başladığınız, dur gösteriyim şöyle dediğiniz yer… Bir de bakmışsınız ki oynuyorsunuz. Olanları taklit ederek anlatıyorsunuz. Evet bunun bunu sahne oyunu yazarak anlatmak. Tiyatroda düşünce daha çok doğrudan ete kemiğe bürünür haldedir. Sinemadaki dijital mesafe yerine olabilirliğinin her an her yerde niteliğinde oluşundan kaynaklanır bu. Türlere ait bu nitelikler, yapısal özellikler de onların coğrafyası işte. Böylesine kategorize etmek elbette ki öznel bir yaklaşım. Nesnel bir tespite kulak vererek bitireyim yazımı; Charles Baudelaıre, Edebiyat Heveslisi Gençlere Tavsiyeler, adlı kitabından: “Düzenli ama özlü bir besin verimli yazarın ihtiyacı olan tek şeydir. İlham muhakkak ki günün gününe çalışmanın kız kardeşidir. Bu iki tezat, doğayı oluşturan tüm karşıtlıklardan, daha fazla birbirini dışlıyor değildir. Açlık gibi, sindirim gibi ilham da boyun eğer.