in

Dünyayı Ayakta Tutan Kadınlara

Günlerin; hâlâ ve her şeye rağmen uzayabildiği biraz pusarıklı, biraz da geniş zamanlardır.

Susam Sokaklarının, Atlı Karıncaların, Hayalet Avcılarının, Taş Devirlerinin, He-manlerin, Şirinlerin ve daha birçok güzel çizgi filmin devridir.

Ama tüm bu çizgi filmleri sıkıcı bulan sarışın, yeşil gözlü bir kız çocuğu, Adliye’ye, Yazı İşleri Müdürü olan babasının yanına gelir, okuldan çıktıktan sonra…

Doksanların başıdır. Her şey de biraz el değmemişlik, bozulmamışlık, eksiklik ve imkânsızlık vardır. Sonraların Adalet Sarayları da nasipleniyordur bu yoksunluktan…

Babasının gözetimi ve sağladığı özgürlük altında ders çalışıyordur kız; kimi zaman o an duruşmada olan hâkimlerin odalarına, kıvrak ablaların çalıştığı mahkeme kalemlerine bile otağını kurabiliyordur.

‘Çok meşgul’ büyüklerin yaptığı, o ilk sevip şakalaşma faslını geçtikten sonra, kendi kendine konuşarak, hayalî arkadaşlarıyla söyleşerek ve ucundan kıyısından, yeni yeni meşhur olmaya başlamış pop şarkılar mırıldanarak, önündeki kitaplara, defterlere gömülür.

Yakından bakınca belli olmayan tozların ve envai çeşit dosya kokusunun arasında, mavi düşler ve pembe hayaller kurar. Ama bu düşlerin ve hayallerin içinde, Adliye’de memur ya da müdür olmak yoktur.

Babası “Yoksa benim mesleğimi küçümsüyor musun?” diyerek takılır biricik kızına, arada.

Boş bulduğu duvarların hepsine resim yaptığı için, ressam olmak istiyordur belki ya da iç sesini dinlerse eğer, arkeolog olmayı kafasına koyacaktır küçük hanım…

***

Belki, genç bir kadın, işten çıkmıştır bir yerlerde ve karlı, buzlu ve boğuk sokaklarda arabasını kullanmaya çalışıyordur. Belki o gün bir projeye katılmıştır, öğrencilerinin başlarını okşamıştır ve onlara yoluyla yordamıyla renkleri öğretmeye çalışmıştır. Ve projesi kabul edilmiştir.

Dahası sonraki günlerde bu konuyla alakalı daha çok şey yapacaktır. Bu yüzden mutludur, huzurludur ve biraz da inceden bir sızı duymaktadır. Birkaç gün önce ayağını incitmiştir aksi gibi…

Lif kopma teşhisi konan ve üstüne fazla basmaması gerektiği söylenen ayağını gaz ile fren arasında değiştirip dururken, canının yandığını hissetti. Lakin dayanmaya çalışıyordu, çünkü kutsal bir mesleğe sahipti ve onun işi ayakta durmaktı.

Sisten dolayı görüş alanı iyice daralmıştır, önünde seyreden arabalar yavaşlayıp dörtlülerini yakmıştır, bir saate yakın gidip geldiği yolda araç kullanımı ciddi anlamda zorlaşmıştır.

Üstelik hassasiyetten ve insanlıktan uzak, erkek egemen toplumlarda, bir kadın araç kullanırken görüldüğünde, hâlâ uzaydan gelmiş gibi bakılmaktadır ona. Tabiat halini almış, doğal bir rahatsızlık verilmektedir hiç utanmadan ve empati kurmadan…

Aldırmadı… Arabanın radyosundan gelen dokunaklı nağmeler eşliğinde, pus yüzünden yolunu kaybede kaybede, kimsiz kimsesiz sokaklara gire gire bir bilinmeze doğru yol aldı.

***

Belki bir kadın, evinin kapısından içeriye girmiştir yorgun argın… Kendisini bekleyen evladını hasretle kucaklar, onu öper koklar ve bütün bitkinliğini/stresini unutmaya çalışır.

Akşam dokuzdan sonra yemek mi yiyecektir, etrafında dönüp duran, babasız büyüyen canından parçasına ders mi çalıştıracaktır ya da onunla oyun mu oynayacaktır. Yoksa bunların hepsini (içine yavrusunun okulunun nasıl gittiği konusunu da katarak) bir arada mı yapmaya çalışacaktır.

Örneğin yüksek lisansa çalışacaktır, mutlaka okunması gereken kitaplar yığılıdır masanın üstünde ve 2. baskıya hazırlandığı bildirilen kendi eserine odaklanmalıdır ayrıca…

Bakarsın önümüzdeki günlerde başka bir ilde ‘imza’ yapacaktır. Akşamdan çok yorgun olduğundan ve sabahki trafik yüzünden imza gününe gitmek için bineceği treni kaçırayazacaktır.

Çok sevdiği topuklu ayakkabıları garın duvarlarında, zeminlerinde yankılanırken, avazının çıktığı kadar “Treni durdur!” diye bağıracaktır, daha önceden kompartımanda yerini almış arkadaşına…

Bunları gülerek tahayyül etti. Sokaktan gelen öfkeli köpek seslerine ve araba homurtularına kulak kabarttı.

Günün gerilimini atmak, hayattan haberdar olmak için (arada) sosyal medyaya bakmakta, paylaşımlar yapmakta ve gerekli gördüğü yerlere yorumlar yazmaktadır.

Evladını uyutur, yanında kalan, zamanında kızı iş bulamaz diye üniversite tercih sırasını değiştiren realist annesinin gönlünü alır, görevi ve sorumluluğu olan her şeyi bitirir.

Gabriel Garcia Marquez’in dediği gibi, erkekler tarihi bencillikleri, sertlikleri ve kabalıklarıyla durmadan dünyayı altüst ederken, kadınlar dünyayı ayakta tutuyorlardı.

Geç saatlerde büyük ama tek yastığı boş yatağına girdiğinde aslında ne kadar dayanıklı, ayaklarını yere sağlam basan ve huzurlu olduğunu hissetmektedir.

Gayri ihtiyari kendini uykunun zarif kollarına bırakırken, genç yaşta bir melek olmuş babasının elinden mutlulukla ve güvenle tutmuş, bir Adalet Sarayı’ndan çıkmaktadır.

Hava ne zaman kararmıştır böyle… Şaşırırlar ve baba kız, alt anlamlı cümlelerle, jestlerle, mimiklerle birbirlerine takılırlar.

Sonra, ikisinin aklına da kızın kreşten kovulduğu, kreş görevlilerinin “Bunu alın, yerine on çocuk getirin bedava bakalım, bittik, illallah ettik!” dediği gün geldi. Bir daha bastılar kahkahayı…

Arnavut kaldırımlı yollarda yürümeye başladılar yavaş yavaş… Babası hayatta nasıl bir insan olmak gerektiğini, ahlaklı olmanın inceliklerini, merhametin kararında kullanılması gerektiğini anlattı.

Bir dağ gibi babayı dinlemek, onun yanında yürümek ne güzel şeydi böyle…

Yıldızlar ve yeni on beşlemiş ay, babasına kulak kesilmiş kıza tebessüm etmekte, hatta iyice dikkat etmezsen görülmeyecek bir güzellikte, ona el sallamaktadır.

O küçük kızın yıldızlı düşlerinde, büyüyünce arkeolog olmak, babası gibi zarafet sahibi ve arkadan iş çevirmeyecek uygar bir adam tanımak vardır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Sokak Lambasındaki Sinek

Dorian Gray’in Portresi Üzerine