Soyunma odasında iş kıyafetlerimi çıkardım, vişneçürüğü rengindeki mevsimlik elbisemi elime aldım. Düğmeleri yukardan aşağı aheste aheste ilikleyen elim bir an durdu. “Aaa düğmem kopmuş…” O an orada bulunan temizlik personeli arkadaş,
“Dur bende bir firkete olacaktı…” dedi ve minik nazar boncuklu bir firkete çıkardı. “Görüyor musun hem de en kötü yerdeki düğme kopmuş… Eğil eğil bakayım… Tamam, kız jale, oldu işte, bak bu iyiliğimi de unutma…”
Genelde herkese jale diye hitap eden bu arkadaşıma minnettar kaldım. İğne dışardan hiç gözükmeyecek şekilde kopan düğmenin açığını kapatmıştı…
Ertesi gün vardiyamız denk geldi. Gece birlikte çalışıyorduk. Akşam yemeğine indik. Dün evde kavga vardı dedi. Unutmuşum sana verdiğim o firkete ile bluzumu kapatıyordum. İnsanlığımdan çıkardı beni hayvan herif, ne orospuluğumu koydu ne kahpeliğimi… Neymiş efendim boynum niye o kadar açıkmış. Otobüste ayakta gidenler seyredermiş. Eğilsem göğüslerim görünecekmiş…”
“Hay Allah” dedim, “böyle kötü bir olaya neden olmak istemezdim, gerçekten çok üzgünüm…” Meğer ne çok dolmuş zavallı… Anlattı anlattı… Ona yasaklanan kıyafetlerden, kayınvalidesinin kocana hürmette eksik kalıyorsun diye başlayıp giriştiği kavgalardan… Kocası Muharrem’in hem işe yollarken bu kadar kıskandığından hem de maaş zamanı bütün parasını aldığından… Derken iş yerindeki bir arkadaşa duyduğu kardeşçe sevgiden… Sadece dinliyordum… Bir ara, “peki nerden nereye, Miyase, bu adamı nasıl buldun?” dedim…
Miyase, Iğdır’ın bir köyünden, Muharrem ise İzmir’in bir köyündendi.
“Ablam burada İzmir’in bir köyüne tütüne gidip gelirken tanışmış ablasıyla… O da işte bilirsin, tanıdığın eli yüzü düzgün namuslu bir kız var mı demiş ablama… Ablam beni söylemiş. Ben Iğdır’da köyde yaşıyordum. Pamuğa gidip geliyorduk. Kaşım bıyığım uzamış farkında bile değildim ama inan yediğim önümde yemediğim arkamdaydı, karışanım edenim yoktu… Hele kamyonetin arkasında iş dönüşü söylediğimiz şarkılar aklıma geldikçe ağlayasım geliyor… Neyse ablam, kız kardeşim var ama memlekette, uzak demiş… Düşünmüşler hakikaten de uzak yol, “neyse…” demişler, “bir kumar oynadık sayalım…” Yola çıkmışlar… İşte sonrası malum…
Bir an durdum…”bir kumar oynadık…” Bir ara telefonda konuştuğum, yüz yüze görüşmediğim bir talibim vardı. Tanımıyordum. Kararsızdım. Kendimi çok yalnız hissettiğim bir gün aradım gel görüşelim, ailemle tanış dedim… Çok uzun yoldu. Yola çıkarken o da kararsızmış “olursa olur, olmazsa olmaz, neyse bir kumar oynadık sayalım” demiş yakın çevresindekilere. O sıra bu “bir kumar oynadık sayalım” lafı üzerine epeyce düşündüğümü hatırlıyorum… Geldi, görüştük, ailemle tanıştı. Ama ben onu hiç tanıyamadım. O yaşadığı şehre benden bir haber bekleyeceğini söyleyerek geri döndü. Ben önce kararsız olduğumu sonra da bir daha görüşmek istemediğimi söyledim. Onunla ilgili acaba iyi mi yaptım diye bir şüphe kalmıştı içimde… Ama şimdi bu anda, Miyase’nin “bir kumar oynadık sayalım” diyen kocasını anlattığı bu anda, sanki tüm perde aralanmış ve içimdeki soru işareti kopup giden bir düğme gibi savuşup gitmişti…
Bir sonraki gün lavabonun kenarında gördüm düğmemi, ama almadım. Eteğimi kapatan ama ruhumu aralayan o firkete nedense bana daha sıcak gelmişti. Demek ki bir kumar oynamak gözüyle yapılan evlilikler böyle oluyordu… Kumar devam ediyordu ve yenilmek ağır gelince işin içine hile giriyordu…