in , ,

Delirene ya da Ölene Kadar Dans: 1518 Yazının Tuhaf Dans Salgını

Beş yüz yıl önce Strazburg’da dünyanın en uzun dans partisi gerçekleşti; bu, bazılarının ölümüne neden olan bir dans ‘vebasıydı’. Peki sebebi neydi? Dönemin resimleri, şiirleri ve müziği bazı ipuçları sağlayabilir.

Salgın, yaz sıcağında birkaç kişinin açık alanda dans etmeleriyle başladı. Kollarını, vücutlarını sallayarak ve kıyafetleri ter içinde ertesi güne kadar dans ettiler. Günler sonra bile, bir şey yiyip içmek için nadiren durarak, yorgunluklarının ve yaralı ayaklarının verdiği acının farkında değilmiş gibi dansa devam ediyorlardı. Yetkililer duruma müdahale edene kadar yüzlerce insan çılgınca dans etmeye başlamıştı bile.

Ama bu 80’lerin ücra bir konaklama yerinde başlayıp çamurlu bir arazide biten partileri gibi değildi. Aslında bu, dünya tarihinin en tuhaf salgın hastalıklarından biriydi. Olay 500 yıl önce, yaz mevsiminde, Fransa’nın Strazburg kentinde yaşandı. 1518’in kavurucu yazında birkaç yüz kişi dans etme dürtüsüne yakalandı. Bu dans, bazıları devrilip oldukları yerde ölerek izleyici kalabalıkları dehşete düşürene kadar devam etti. Peki burada olan neydi?

Fevri ama zeki doktor Paracelsus’un 1530’larda yazdıklarına göre, “Strazburg dans vebası” 1518 Temmuz’unun ortasında, bir kadın evinden çıkıp günler boyunca dans ettiği zaman başladı. Bir hafta içinde düzinelerce insan daha bu karşı koyulamaz dürtüye kapılmıştı.

Şehri yöneten kentli zenginler bundan hoşnut değillerdi. İçlerinden biri, yazar Sebastian Brant, çok satan ahlak dersi kitabı Ship of Fools’a dansın divaneliğinden söz eden bir bölüm koymuştu. Sokaklardaki kaostan ötürü şaşkına düşen Brant ve diğer şehir konseyi üyeleri yerel doktorlara danışmış, onlar da standart tıbbi irfana uygun olarak dansın beyindeki kanın “aşırı ısınmasından” kaynaklandığını söylemişlerdi.

Konsey, uygun gördükleri tedaviyi uygulamaya koydu; daha fazla dans edilmeliydi! Bir açık hava tahıl halini boşalttılar, lonca konaklarına el koydular ve at pazarının yanına bir sahne kurdular. Bu delice hareketliliği sürdürürlerse hastalığı üzerlerinden atacaklarına inanarak çılgın dansçıları bu alanlara taşıdılar. Hatta kentiler kavalcılar, davulcular ve hastaların vücutlarını tutarak düşmelerine engel olarak “korumalar” bile tuttu. Tahıl hali ve at pazarındakiler, yaz güneşinin tam altında Hieronymus Bosh’un çizimlerindeki kadar şeytani ve tuhaf bir görüntü çizer halde dans edip durdu.

Şehir arşivlerindeki bir şiir, sonrasında yaşananları anlatıyor; “Delirmiş insanlar dansa devam etti, ta ki hepsi bayılana ve kimi ölene kadar.” Konsey hata yaptığını anlamıştı. Dansçıların yanmış beyinlerden değil de tanrının gazabından muzdarip olduklarına karar vererek bir zoraki kefaret süreci başlatıp halk arasında müziği ve dansı yasakladılar. En sonunda dansçılar, yakınlardaki Saverne kasabası civarındaki tepelerde bir mağarada bulunan Aziz Vitus tapınağına götürüldü. Burada kanayan ayaklarına kırmızı ayakkabılar giydirilip azizin tahta bir heykeli etrafında döndürüldüler. Şehir tarihi, sonraki haftalarda pek çoğunun delice hareket etmeyi kestiklerini söylüyor. Salgın da böylece sona ermişti.

İnsanlık tarihinin bu tuhaf bölümü cevaplaması zor pek çok soruya neden oluyor. Kentliler neden daha fazla dans etmeyi beyin yanmasına tedavi olarak görmüşlerdi? Dansçılara neden kırmızı ayakkabılar giydirildi? Ve kaç kişi öldü? (Şehrin yakınlarında yaşamış bir yazar, en azından bir süre için günde 15 kişinin öldüğünü tahmin ediyordu ama buna dair herhangi bir kanıt yok.)

Bence bu garip fenomene neyin neden olup olmadığı konusunda daha kesin konuşabiliriz. Yakın zamana kadar en olası görünen sebep ergotizmdi. Bu hastalık, üzerinde nemli çavdarda gelişen ve LSD benzeri bir kimyasal üreten bir çeşit küfün oluştuğu yiyeceklerin tüketilmesinden kaynaklanır. Korkunç sanrılara ve şiddetçi tiklere yol açabilir. Ancak bu hastalığa yakalananların günlerce dans edebilmesi çok da olası değil. Dansçıların din yıkıcı oldukları iddiası da eşit derecede olanaksız. Gözlemciler, bu insanların dans etmek istemediklerini açıkça görebiliyorlardı. Bence en mantıklı açıklama, Strazburg halkının kitlesel psikojenik hastalıktan, eskiden “kitlesel histeri” denen şeyden muzdarip olduklarıydı.

Geçmiş yüzyıllarda Ren nehrine yakın şehirlerde, yüzlerce veya sadece birkaç insanın katıldığı bir çok dans salgını ortaya çıkmıştı. Tüccarlar, hacılar, askerler gibi nehri kullanan insanlarla beraber haberler ve inanışlarda çevreye yayıldı. Belirli bir fikir, bölgedeki kültürel bilincin içine işlemiş gibi görünüyor; Aziz Vitus’un günahkarları dans etmek ile cezalandırabileceği fikri. Strazburg’dan nehir boyunca en az 300 km uzaklıktaki Köln Katedrali’nde bulunan bir resim laneti dramatize ediyor. Resimde üç kişi, Aziz Vitus imgesinin altında, yüzlerinde deli misali gerçeklikten kopuk ifadelerle keyifsizce dans ediyor.

Böyle doğaüstü şeylere inanmak davranışlarımızda ciddi değişikliklere neden olabilir. Klasik olarak ‘kişinin içine ruh girmesi’ diye adlandırılan durum, kişinin ruhu tanrı veya bir başka ruh tarafından ele geçirilmiş gibi davranmasıdır. Amerikalı antropolog Erika Bourguignon, ruh girmesinin ciddiye alındığı ‘inançlı bir çevrede’ büyümenin insanları normal bilincin kapandığı bir dissosiyatif zihin rahatsızlığına yönlendirebildiğini yazmıştı. Sonra insanlar, içine ruh girmiş birinin hareketleri kültürlerinde nasıl tasvir ediyorlarsa öyle davranmaya başlar. 1700’lerin başında Avrupa manastırlarındaki rahibelerin debelenmelerine, kıvranmalarına, müstehçen hareketler ve tekliflerde bulunmalarına, ağaçlara tırmanıp kedi gibi miyavlamalarına neden olan şey buydu. Davranışları garip görülebilir, fakat rahibeler kendilerini günahları takıntı haline getirmeye teşvik eden ve mistik doğaüstücülüğe batmış topluluklarda yaşıyorlardı. Şeytanın içine girdiğine ikna olanlar, teologların ve cinci hocaların bekledikleri şeyleri yaptıkları dissosiyatif durumlara düşmeye meyilliydi. Bu tip durumlarda bu davranışlar, benzer teolojik korkulara sahip tanıklara da sıçrıyordu.

Bu gözlemler 1518’de Strazburg’da yaşananlara da uyuyor. Aziz Vitus laneti, tam da düşünce yapısı buna yatkın insanları dissosiyatif durumlara itebilecek türden bir doğaüstü inanıştı. Kayıtlar, insanların hemen Aziz Vitus’un öfkesinin bu ızdıraba sebep olduğunu kabul ettiklerini gösteriyor. Salgının başlaması için gereken, bazı inançlı ya da duygusal olarak kırılgan insanların Aziz Vitus’un kendilerini hedef aldığına inanmalarından ibaretti. Eğer dans çılgınlığı gerçekten bir toplu psikojenik hastalıksa neden bu kadar çok insanın bundan etkilendiğini anlayabiliriz; konseyin dans edenleri şehrin en görünür yerlerine toplama kararı, herkesi etkileyecek bir psişik salgını kesinlikle tetikleyebilecek bir şeydi. Görünürlükleri, akılları kendi günahlarına ve kendi sıralarının geleceğine takılmış diğer kentlileri hastalığa yatkın hale getirirdi.

1500’lerin başında Strazburg psikojenik hastalığın bir başka temel koşulunu da sağlıyordu, kayıtlar, hastalığa yatkınlığı artırabilecek pek çok sorundan söz ediyor. Sosyal ve dinsel çatışmalar, korkutucu yeni hastalık çeşitleri, kötü hasatları ve buğday fiyatları genel bir sefalete yol açmıştı. Bir kent tarihçisi, 1571 yılını kısaca ‘kötü bir yıl’ olarak tarif ediyor. Sonraki yaz yetimhaneler, hastaneler ve sığınaklar umutsuz insanlarla dolup taşıyordu. Şehrin düşkünlerinin, tanrının kızgın olduğuna ve Aziz Vitus’un sinsice caddelerini izlediğine inanmaları için ideal koşullar oluşmuştu.

Neyse ki 1518’deki dans salgını türünün Avrupa’daki son örneğiydi. Tüm olasılıklar dahilinde, gelecek salgın ihtimalleri onları ayakta tutan inanç sistemleri ile birlikte güçsüzleşti. Bundan ötürü dans çılgınlığı, kültürel gücün psikolojik dertlerin dışavurumu üzerindeki öneminin altını çiziyor.

Dans salgının 500. yılı Strazburg’da Musée de l’Oeuvre Notre-Dame’de bir sergiyle, bir televizyon belgeselinin yapıma başlamasıyla ve Fransız yazar Jean Teulé’nin bir romanıyla anıldı, hatta kendilerine “1518” ismini veren bir grup DJ tarafından bir tekno partisi düzenlendi. Neden anılmasın ki? Kolektif korkunun etkisi altında beyinlerimizin bizi ne kadar tuhaf uçlara götürebileceğini bundan daha açık gösteren çok az tarihi olay var.

Çeviri Gazetesi

Yazar: John Waller

Çevirmen: Umut Devrim Çelik, Ferhatcan Dumlu

Kaynak: The Guardian

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

AKP Hegemonyasının En İyi Oyun Kurucusu: Bir Acun Ilıcalı Portresi

HDP Seçmeni İstanbul’da Kime Oy Verecek? (Video Anket)