in

Dedikodu Üzerine

Dedikodu enteresan bir sözcük. Başka dillerdeki karşılığı böyle midir bilmiyorum. Türkçe de hem bir sözken hem bir eylem olabilen nadir sözcüklerden biri. Hem bir eylem hem değil… Günümüz insanları arasında sağladığı modern bir terapi yöntemi olması bakımından (!) zaman zaman iyi diye de tanımlanan bir durum…

Kötü bir iyilik hali mi demeli?  Peki insanların birbirlerini bu tür bir iyilik hali ile tanımlamalarının ne deni ne acaba?

“Hafızam öyle kötü ki,  insanların ne dediklerini, ne yapıp ettiklerini hatırlayıp da şöyle ağız tadıyla bir dedikodu yapamıyorum…” Dediğinde bir  arkadaşım, ilk kez düşündüm, dedikodudaki haz duygusunu…  Kendini nasıl bir şeyden mahrum hissediyor olmalıydı ki…  İnsan özünde olmayan bir şeyin eksikliğini hissedebilir mi?

Dedikoduyu hiç sevmem, dedikodu yapılan ortamlardan hemen kaçarım… Dedikodu, dümdüz akan, duru bir suyu, tersine akmaya zorlamaktır….  Her şeyden önce içinde bulunulan zamana ihanettir…  Dedikodu yaparken şimdiyi yaşamıyorsundur, eskiyi, geçmişi konuşarak… Ve yaşanmayan şimdiki zaman,  alır mutlaka intikamını… İnsanın kendisi olarak, “şimdi, burada” nın peteğini bal gibi doldurmuyorsa varlığı, bu öncelikle kendine ihanettir…

Başkasını duyumsama sorunu, dedikodu üzerine düşünürken yanıtlanması gereken temel sorunlardan biridir… Başkasını duyumsamak nereye kadar…  Nerede biter bizim sınırımız, nerede başlar başkasının ki… Sonsuzluğun üstüne atılmış yaban bir ağ gibi algılarımız, ne zaman toparlamalı çarçabuk, ne zaman oyalanmalı… Oya oya oyalanmak en güzeli ama kendinde derinleşerek… Başkalarında yüzeyselleşeceğine,  kendinde derinleşmek! Ve her gün uğramak bu derince kazdığın kuyuya… Kendi mezarına… Ölüm çünkü, sadeleşmektir her türlü duygudan; kıskançlık, fesatlık, haset… İnsan başka niçin dedikodu yapar ki… Kendini suçladığı kimi durumları genelleştirerek, normalleştirme arzusuyla başkalarının da öyle olduğunu konuşmak belki işine gelendir… Ama ne kötü ama ne kötü iyileşmek için hastalığı yaymak…

“Ayda bir kez bir cenaze törenine katılmalı herkes…”  Diyordu bir yazar…  Ayda bir kez bir cenaze törenine katılan herkesin dökülür ruhunun ahşap duvar aralarına gizlenmiş tahtakuruları… Dedikodu, tahtakurusuna benzer… İnsanları laflarla içimizde büyüttükçe, ruhumuzun tahtakuruları kanlanır, canlanır… İçimiz kemirilir gizli gizli… Onca lafa rağmen, onca ısırmamıza rağmen, bir türlü tatmin olamadığımız bu dur, içten içe bizi kemiren tahtakuruları isyan eder… Döşeme, kabuk, çatı, kanepe… Yetmez onlara artık… Ne varsa şöyle keyifle oturup kendimizi dinlediğimiz. Yenmiş, bitmiş, içerde dinlenebilecek bir yer kalmamıştır…

İyilik gibi, kötülük de bir özdür. Ölümün yaşamdan bir kesit olduğu gibi, kötülük de yaşamdan bir kesittir. Bütün kötülükler ortak bir öz taşır… Yalan söylemekle birini öldürmek arasındaki fark çoğu zaman bir hiç tir… Biri hakkında kötü konuşmakla onu öldürmek arasındaki fark…  Durgun bir denize taş atmak kadar, masumane görülebilir, kötü konuşmak…  Ancak,  bir tek kendi dalgası ile bulanmaz deniz…

Dedikodunun bir terapi biçimi olduğu, olumlu yanlarından dem vurulduğu zamanlarda kendi kendime eseflendiğim yegane durum, “ben niçin dedikodu yapamıyorum, acaba insanları yeterince önemsemiyor muyum?” Duygusu olmuştur… İnsanlar, insanlar hakkında konuşuyorlar, çünkü birbirlerini önemsiyorlar… Ben hakkında hiçbir şey konuşmadığım birini önemseyemez miyim? Onun halini düşünerek, çok konuşmaya ihtiyaç duymadan arı bir akılla ve berrak bir gönülle bilemez miyim…  Sözcükler, dilimizde biten tüylerdir nihayetinde… Ve bu dilimizde biten tüyler arttıkça, gerçeklik görünmez olabilir, tüyler tutam tutam patavat…

Yalnızca sözler midir dedikodunun malzemeleri?  Kem göz dedikleri şeyden başlar aslında dedikodu… Çoğu zaman bir bakış yaralar, içimizdeki iyilik halini… Gönlü güzel olan güzel görür, güzel konuşur… Dedikodu, parçalanmış bir ruhun, kılıç, kalkan kuşandığı, onarılma ihtiyacıdır, biraz da  yapboz kalkanınıdır…

İnsan yalnızca kendi halini bilebilir. Onlarca kitap okusan da algılayacağın her şey ben süzgecinden geçer… Başkalarını bilmenin tek gereği, insanın içindeki iyilik halkalarını yayma gereğidir… Kendi kendini çoğaltan bir nefes gibi…

 

 

 

Yazan Tersla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Görsel Şiddet

Yeşim Ustaoğlu “Tereddüt” Ya Da Olaylar Nasıl Bu Hale Geldi