İnsanlık tarihi boyunca bireyler birbirlerini kategorize etmeye, ben ve ötekiler ışığında kurdukları birçok sınıflandırma yapmaya meyillidirler. Günümüzde hala devam etmekte olan bu tasnifleme, ben ve öteki nezdinde bireyselleşerek “toplumsal kimlikler” inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu kavramsallaştırma ile beraber de ötekiyi yani etiketlemeyi oluşturmaya başlamaktayız. Bir bireyi gördüğümüz ilk andaki izlenimleri ile kafamızda oluşan şemalarla bireye, varsayılan “toplumsal kimliği”ni atfetmiş oluruz. Fakat aslında bireyin gerçekte sahip olduğu kategoriler ve sıfatlar vardır. Goffman, bunlara ise “fiili kimlik” kavramını kullanmaktadır.
Erving Goffman birbirinden farklı üç damga tipinden bahsetmektedir. İlk olarak 1) bedenin korkunçlukları muhtelif fiziki deformasyonlar. İkinci olarak 2) zayıf irade, baskıya müstahak ya da doğal olmayan tutkular, sapkın ve katı inançlar ve ahlaksızlık olarak algılanan bireysel karakter bozuklukları gelir; örneğin hapis yatmak, bağımlılık, işsizlik, intihara girişim ve radikal siyasi davranışlar vb gibi. Son olarak da 3) ırk, ulus ve din gibi etnolojik damgalar vardır; bunlar, soy bağıyla aktarılabilirlerdir (Goffman, 2014: 33).
Bu tiplerden yola çıkarak damga, doğuştan gelen veya sonradan oluşan durumlardan dolayı meydana gelebilir. Örneğin, burnu olmamak veya fahişe olarak tanınmak gibi görülebilir bir damgaya sahip olmakla birlikte, eşcinsel olduğunu gizleyerek görünmez de kalabilir. Aynı zamanda damga toplumun anlayışla karşılayabileceği bir şey olabilirken (çocuk felci), bir suç işlemiş bireyi utanç kaynağı olarak görmek aynı kategoriye girmemektedir. Sonuç olarak, damganın görünürlüğü veya görünmezliği ile farklı sonuçlar ortaya çıkartabilir.
Ne şekilde olursa olsun damgalı birey, damgaya sahip olmayan yani “normaller” olarak tanımladığımız grupta, kendileriyle aynı statüde yer almamakta, eşit muamele görmemektedir. Bir fiziki engeli bulunan bireyin ‘toplumsal’ kusuru bulunan bir bireye göre bu durumu kontrolü ve idaresi daha kolaydır. Ama sadece “daha kolaydır” demekteyiz, çünkü her ne kadar normaller ötekileştirmeyi de sınıflandırmaya sokmuş olsalar da yine de kendilerine eşit değillerdir.
“Damgalı birey bu duruma nasıl bir tepki verir? Kimi vakalarda, fiziki olarak deformasyona uğramış birinin plastik cerrahi müdahale için bıçak altına yatması, kör birinin gözü için tedavi görmesi, okuma-yazma bilmeyen birinin telafi edici bir eğitim alması, eşcinsel birinin psikoterapi görmesi gibi, söz konusu kişinin, başarısızlığının nesnel temeli addettiği şeyi doğrudan düzeltmeye yeltenmesi mümkündür.” (Goffman, 2014: 38)
Goffman çalışmasında özellikle ‘karma temaslar’ı ele almaya çalışmıştır. Damgalı ve normal insanların aynı sosyal ortamlarda, fiziki olarak birbirleriyle doğrudan temas halinde oldukları durumları gözlemlemektedir. Tek başına bu bile, doğrudan bu temaslardan kaçınabilecekleri şekilde bir düzenlemeye gidebileceklerini göstermektedir. Damgalı birey karşılaşacağı bu karma temaslar sebebiyle olumlu karşılık almaktan yoksun olma şüphesiyle yaşamakta, karşılaştıkları vakit nasıl bir kimlik atfedileceğini düşünmekte, kendini bir ‘sahnede’ymiş gibi düşünüp verdiği izlenimleri gözetim ve denetim altında tutmaktadır. Yerleştirileceği kategoriyi bilememek değildir sadece sorun, yerleştirildiği yer olumlu olsa bile normallerin sahip olduğu damga üzerinden tanımlayacaklarını bilmesinden dolayı, hatta aldığı başarıların bile takdirinin kendi özel durumuyla ilişkilendirilmesi bile bir sorundur. Nitekim tam tersi bir başarısızlık durumu da damgalı bireylerin farklılığına yönelik bir dışa vurumu ifade eder.
Sosyalleşme sürecinin ilk safhası, damgalı bireyin normallerin bakış açısını öğrendiği ve içselleştirdiği safhadır. Aynı zamanda bu safha, damgalı bireyin toplumun kendisine sunduğu benlik imgelerini edindiği ve böyle bir damgaya sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu kavramaya başladığı evredir. Bunu takip eden diğer safha ise, bu damgaya sahip olduğunu artık iyice öğrendiği ve ona sahip olmanın beraberinde getirdiği sonuçları bu kez ayrıntılı biçimde ve netlikle kavradığı safhadır. Ahlaki kariyerin başlangıcındaki bu iki safhanın birbiri arkasına gelmesi ve birbirlerini etkilemesi, daha sonraki gelişimleri belirleyecek olan ve devamında damgalının muhtemel ahlaki kariyer güzergâhlarını ayrıştıracak olan temel örüntüyü teşkil eder. Dört tip temel örüntü ayırt edilebilir:
- Bir damgaya doğuştan sahip olup bu dezavantajlarıyla sosyalleşen ancak bu sırada hiçbir zaman yerine getiremeyecekleri normları da öğrenmeye ve içselleştirmeye devam eden damgalıları kapsar.
- Bir ailenin veya daha düşük bir raddede komşuluk ilişkilerinin, gençler için himaye edici bir kapsül teşkil etme kapasitesinden ileri gelir. Doğuştan damgalı bir çocuk böyle bir kapsül içerisinde, giren ve çıkan bilginin denetim altına alınması suretiyle korunabilir.
- Hayatının geç bir döneminde damgalanan veya her daim gözden düşürülmeye müsait olduğunu hayatının geç bir döneminde öğrenen biri, sosyalleşmenin üçüncü bir örüntüsünü gözler önüne serer -bu son durumda, yani gözden düşürülmeye müsait olduğunu sonradan öğrendiğinde kişi, geçmişine bakışını köklü biçimde sorgulayabilir; oysa ilk durumda bu söz konusu değildir.
- Normal toplumun mekânsal sınırlarının ister içinde ister dışında olsun; ilkin yabancı bir toplulukta sosyalleşmiş ve sonra etrafındakilerin gerçek ve geçerli addettiği ikinci bir varoluş şeklini öğrenmek zorunda kalanlardır (Goffman, 2014: 66-70).
Buraya kadar genel olarak fiili kimliği gayet aşikar olan damgalı bireylerden yani itibarsızlaştırılmış kişiden söz etmekteydik. Ne var ki, farklılığı hemen belli olmayan, fark edilebilir değil veya bilinmiyorsa, yani damgası henüz meşru bir şekilde alenen bilinmiyor ve gözlemlenemiyor ise bu kişi itibarsızlaştırılmaya müsait bir kişi olarak nitelendirilmektedir. Artık sorun, karma temaslar esnasında ortaya çıkabilecek ya da çıkan gerilimleri idare etmekten çıkmakta, bilgiyi idare etmeye geçmektedir.
Genel olarak bir kişinin damgasının zihnimizde oluşan tasviri hep görünür olması ile ilgilidir. Fakat daha detaylı bakarsak bir kişinin kendisi hakkındaki bilgileri saklama konusunda nasıl becerikli tutumlar sergileyebileceğini görürüz. Goffman, buna “aldatıcı görünüm” kavramını kullanmaktadır. Bu kavramı daha çok itibarsızlaştırmaya müsait kişilerde görmek mümkündür. Aldatıcı görünüm sayesinde geliştirilen birçok strateji bulunmaktadır. Damga haline gelmiş göstergeleri silmek ya da gizlemek, bazı engellerden kaynaklanan güçlükleri azaltmaya yönelik araçları ya da tedavileri reddetmek, gizlemeyi tercih ederken gerektiğinde kimlik değiştirmek ya da saklamak, kılık değiştirmek ve bu kılığı takınırken eğilimlerini, damganı bastırmak, damgalanmış kusurların göstergelerini daha az önem addedilmiş başka bir kusurun göstergesiymiş gibi açıklamak ve çevresini iki gruba bölerek, bir tarafa hiçbir şey söylemediği kişileri alırken diğer bir gruba ise her şeyi söyledikleri ve desteklerini alabilecekleri kişileri koymaktır.
Aslında bakmamız gereken nokta şudur, normal olarak addedilen bir bireyin bile daha sonradan bir damgaya sahip olabileceğidir. Varsayılan ve fiili toplumsal kimlik arasında bir uçurum söz konusu değildir. Buradan hareketle de şuraya çıkıyoruz ki, farklı olanı anlamak için farklı olana bakmak değil, olağan olana bakmamız gerektiğidir. Tespitlerden yola çıkarak baktığımızda, damganın idaresi sadece damgalı bireyle yönelik bir şey olarak ele alınmamalı toplumun genel bir özelliği olarak görmeliyiz. Normalin ve damgalanmış bireylerin rollerinin aynı bütünlükte var olduklarının altını çizmekte fayda vardır. O halde karşımıza yeni bir kavram çıkar: Normal sapkınlar. Damgalanmış bir bireyi eğer sapkın olarak nitelendireceksek, Goffman çizdiği perspektife dayanarak normal bir sapkın olarak nitelendirmemizi söylemektedir.
“Sonuca bağlamak gerekirse damga kavramının, iki sütun hâlinde ayrılmış somut bir bireyler topluluğunun -damgalılar ve normaller- mevcudiyetinden ziyade, en azından bazı ilişkiler çerçevesinde ve hayatın belli dönemlerinde her birimizi iki rolü de oynamaya götüren ve her yerde mevcut bir toplumsal sürecin edimini içerdiğini tekrarlamak isterim. Normal ve damgalı, somut kişiler değillerdir, ikisi de birer bakış açısıdır. Bu bakış açıları, karma temaslar esnasında, layıkıyla yerine getirilmemiş normlar gereğince toplumsal olarak üretilirler. Bir birey daimî sıfatlar tarafından tipleştirilebilir elbette; bulunduğu birçok toplumsal durumda, damgalı rolünü oynamaya zorlanabilir ve bu durumda ondan, bu çalışmada yaptığım gibi, kaderinin onu her şeyiyle normallerin zıddında konumlandırdığı damgalı bir kişi olarak bahsetmek doğaldır. Ne var ki, sahip olduğu bu damgalayıcı nitelikleri, iki rolün doğasını kati surette belirlemez; bu nitelikler sadece, damgalının rollerden birini veya diğerini oynama sıklığını tanımlar. Söz konusu olan, kişilerden ziyade, etkileşim esnasında oynanan roller olduğuna göre, damgalı kişinin belli durumlarda, pek sıklıkla, farklı olana ilişkin normallerin tüm ön yargılarından örnekler sunmasında şaşırtıcı hiçbir şey yoktur.” (Goffman, 2014: 192)