Entropi teorisi yani evrenin ve onun içindeki her şeyin daha düzensize doğru hareket ettiği gerçeği; insan olarak bütün deneyimlerimizin, hareketlerimizin, acılarımızın, hazlarımızın mevcut halden daha düzensiz olana doğru bir adım olduğunu açık eder. Buradaki düzensizlik sadece karmaşıklık değildir; aynı zamanda varlığı bir araya getiren şeylerin bir sonraki aşamada tahmin edilemez bir konuma geçmesi, yani varlığın dağılması, bozulması, kendisini var kılan işlevlerin cılızlaşmasıdır.
Bu; yoğunlaşmış bir ilhamın dağılıp bir şiire dönüşmesi, yaşantıyı kuşatan bir fikrin bir romanın bilmem kaç kelimelik dağarcığına dağılması gibidir. En büyük düzensizlik yazıya geçerken gerçekleşir. Daha sonra onları okuyan insanların onu anlamlandırmasıyla bozulma devam eder. Eğer hatırlanacak bir şeyse iyi direnmiş demektir. Ama artık orijiniyle kıyaslanınca saçmasapan bir imaja dönüşmüş, çoğu öznel diyebileceğimiz faktörlerle kirlenmiştir.
Peki bilinç neden bu zorunlu bozulmayı bazen haz bazen acı olarak kavrar. Çünkü o, geleceğin ve geçmişin, şimdi kadar o anda ve mevcut olduğunu kavrayamaz. O yalnızca var olduğu an yok olan şimdi’dedir ve onun bağımlısıdır. Ondan kendiliğini yani kendi oluşunu kendi mevcudiyetini emen bir parazit gibidir. Ait olduğu bedenin bir sperm olarak rahme yerleştiği anın da, o bedenin yaşlanıp öldüğü anın da, şu an kadar var olduğunu, aynı derecede maddi gerçeklik taşıdığını, meselenin yalnızca uzay zamanda farklı konumlanma olduğunu algılayamaz. Bilinç esasen çılgınca bir şey yapıyor ve uzay zamanda farklı anlarda konumlanmış (aynı) bedenin farklı varyasyonlarında -yani bir bakıma farklı maddeler arasında- yer değiştirişin bütün sürecine tek yönlü ve tek anda kalmak şartıyla şahitlik ediyordur. O gözlediği şeyle kendinden geçmiş, başka hiçbir şey görmeyen bir gözlemcidir. Yapışık olduğu bedenle birlikte varlık olmayan’a doğru giderken, ona bu yolda eşlik ederken eğlenmekten geri durmaz. Mutlu ya da mutsuz olur ki bu ikisinin fiziksel açıdan enerjiyi şöyle ya da böyle harcamaktan hiçbir farkı yoktur, beden ve bilinç çürüyordur.
O halde “var olmak nedir, varlığın var olması nasıl bir şeydir” sorusuna verilecek yanıt nedir? Eğer onu apaçık kılmak adına dile dönüştürmeye kalkışırsak ister istemez onun durumunu kipe indirgemek ve onu “orada” kılmak zorunda kalırız. Yani varlığı konumuna denk kılarız ki, varlık sadece konumunda ibaret değildir. Bir fotoğraf bir insanı (her şeyiyle) ne kadar ifade ederse elde edeceğimiz tanım da varlığı -en fazla- o kadar ifade eder. Peki “mükemmel” fotoğraf yani geçmişi, geleceği ve şimdiyi içeren bir söz yok mudur? (Düzensizliğe geçilirken “mükemmel” anların gerçekleştiğini, en iyi canlılığımızdan biliriz) Varlık dile direnir.