Küçüksün.
Biri gelip en sevdiğin oyuncağını alıp kaçıyor. Bir diğeri seni arkandan itip kurbağalarla dolu çamurlu bir suya düşürüyor.
Küçüksün. Bilmiyorsun küsmeyi. Kötülüğü ve kurnazlığı. Hiç aklına bile gelmiyor kötülük, hiç ağlamıyorsun. Devam ediyorsun ip atlamaya, kurbağa kuyusuna her düştüğünde yeniden hevesle ayağa kalkıyorsun.
Yıllar yılları kovalıyor. Büyüksün, artık çok büyüksün, ama hâlâ içinde o masum kız çocuğu ve hâlâ dünyaya gülümsüyor.
Dünyayı hevesle seyre dalmışken yine kuyuya düşüveriyorsun. Arkandan iten yine çok sevdiğin, üstüne titrediğin. Küsüyorsun. Öğreniyorsun küsmeyi. Ağlamayı. İçine kapanmayı. Perdelerini dünyaya kapatmayı…
Sonra birden fark ediyorsun. İtenlerin itilmişler olduğunu. Kıranların daha önce bin kez kırıldığını. Sevmeyenlerin sevilmeyenler olduğunu… İncitenlerin, alay edenlerin, seveni kuyulara itenlerin, küskün bir zamanda hapsolmuş çocuklar olduğunu anlıyorsun. Affediyorsun. Devam ediyorsun ip atlamaya… Perdelerini açıyorsun yine yeniden… Kaldığın yerden devam ediyorsun hayata ve her itildiğinde yeniden hevesle ayağa kalkacağına dair kendine söz veriyorsun.
ve fark ediyorsun.. öyle çok itilmiş var ki! öyle uzun yaşasan da, dişini tırnağına geçirip tüm dünyayı iyileştirmeye kalkışsan da yetmez zaman, biliyorsun!
Garip bir döngüyle kötülük kötülüğü üretiyor.
Dün Gain platformunda “Sevinç Vesaire” adında bir kısa film izledim. Şöyle bir diyalog geçti:
– “İyimserlik” kelimesi seyrek kullanıldığı için sözlükten attık ama zıttı olan “kötümserlik” kelimesini kaldırmayı unuttuk. İnsanlar iyimserliğin anlamını unuttu ancak kötümserliği unutmadılar. Ve mutsuz olmaya devam ettiler.
Dediğiniz gibi kötülük döngüsü maalesef çok üretken! Mantar gibi olduğundan hızlıca yayılıyor.