in

Bumerang

Merak sanırım iyi ve kötü türü bu kadar keskin olan tek duygu. Merak akrep gibi. Zehirlisi zehirsizi var. Kendine, çevreye, varoluşa, anlama, araştırmaya öğrenmeye yönelik olanı şenlikli, güzel, geliştirici, aydınlatıcı… Fakat kişilere durumlara yönelik merak bana hep merak edeni küçültüyormuş gibi geliyor. Hiç dünya kendi yörüngesinden çıkıp da Merkür, Venüs yörüngesinde nasıl diye bakmaya gidiyor mu? Bu absürt örneği, başkalarına karşı aşırı gereksiz merakın insanın nasıl kendi dengesini bozacağını anlatabilmek için seçtim. Gerçekten de başkasının ne yapıp ettiği ile aşırı ilgilenmek kişinin kendi kozasını boşaltır. Ya da gerçekten kendi anlam kozası boş olduğu için böyle gereksiz bir dışarı çıkma ihtiyacı duymuştur.

Bir zamanlar çok meraklı biri vardı. Bütün taşları kaldırıp durdu. Doğumuma kadar sordu hayat hikâyemi. Yanımdan ayrılıp gittiğinde ölmüş gibi hissettim kendimi.  Hikâyesiz.

Halini hatırını sormak ile ruhunu, varlığını çalmak hal hattını aşmak çok ince bir ayar ister. Gereksiz merak işte bu kişinin hal hattını aşma, varlığının dokumasına, kumaşına zarar vermek demektir.  Güze bir elbise nerden aldın? Peki kumaşı nerden acaba? Kim dokumuş ki bu kumaşı? Dokuyan yaşıyor mu ki? İpliği nerden acaba? Hangi pamuk ovasından? Gitsem o pamuktan bulur muyum? Çok merak eden kişi karşısındakinin ruhunu çalar. Durmadan soru sormak, sora sora bitirmek… Sormak bu yüzden mi acaba bazı yerel kullanımlarda emmek anlamına geliyor… Eme eme bitirmek…

Genel olarak günümüz yaşantısının en büyük sorunu bu: Tek başına ne yapacağını bilememek. Kendi zamanını kendi için anlamlı kılacak bir uğraş bulamamak. Hepimiz sokaktaki satıcıyla meşgulüz çünkü sosyal medya işte o ses: “Nayloncu geldi hanım…” Tam bir şeye konsantre olacakken dıt dıt öten telefonlar… İçinde ayak yoksa ayakkabı ne işe yarar? İçinde hiç ayak olmayacaksa… Aslında dış dünya bir ayakkabı. Öldüğümüzde de başıboş, mahzun, ilk sokakla buluşan o. Ayağımıza (varoluşumuz anlamında) özen göstermeyip durmadan ayakkabılarla ilgilenmek epey bir zaman öldürmektir.

İşte başkaları ile aşırı meşgul olanlar bana bu yüzden kof geliyor. Bir şeyin özü yerine, kabuğu ile kabı ile ilgileniyorlar gibi… Ayak yerine yani yaşayan yerine kabı ile ayakkabı ile…

Kendi güzelliğini, başarısını, yaşam sevgisini içselleştirememek yüzünden, benimseyememiş olmak yüzünden, hep başkaları için yaşamış olmak yüzünden gelişmiş olabilir mi bu merak? Örneğin “başarılı olmalısın, onu geçmelisin.” “Çok güzel olmalısın, ondan daha güzel.” “Çok mutlu olmalısın, ondan daha mutlu.”  Kendini başkalarına göre konumlandırınca, en başarılı, en mutlu, en güzel anlar, yıllar, zamanlar bile yetmiyor. İlle de onunla etkileşim içinde olacak, boy ölçüşecek…

Bazen ölüm yarıda bırakıyor bu yarışan gölgeleri… Biri alıp başını gidiyor… Onunla her konuda yarışan arkadaşlarını öksüz bırakarak…

Bu yüzden “sen sensin, o, o” diye yetiştirmeli çocuklarımızı. Birer yarış küpü olarak değil. Başkalarının çocuklarını da kendi çocukları gibi sevebilen ana babalar olmalı; birer hırs bombasına çevirip gazlayıp yola koyduğumuz çocuklarımız… Kim bilir gün gelir hız tutkularına yavaş gelir bizim de yaşlılığımız. Sevgi, nezaket, alçakgönüllülük, empati… Bunların hepsi kazanmaya, geçmeye en iyisi olmaya odaklanmış bünyelere komik gelir.

Dün bir arkadaşım bizim zamanımızda biz insan olmamızın gereği olduğu için toplum önerisi tablet şeklinde almazdık iyi insan olmamız gerektiğini… Şimdi içselleştirilmeden, marketten terlik alır gibi ediniliyor iyi biri olmak. Geniş bir beğeni kitlesi, pay, hisse, bunu söylüyor. İyi olmak gerekli. Bu yüzden yüzeysel ve aniden bir değişebilirliğe sahip…

Doğal bir bağla gelmiyor.

Güzellik karşısında teşekkürle bakabilen insanı alkışlıyorum. Çünkü kim olduğumuzun belirteci çoğu kez bu. Silik, ezik, belirsiz, bakımsız olmayı insanlar çoğu kez kendileri seçmiyorlar. Ne zaman ki canlı,  mutlu, mutluluk saçan, güzel, güçlü, güvenli, net oluyor o zaman saldırıya açık hale geliyor. Bütün toprak benizli kadınlar, bütün yaralı kadınlar bilir bunu. Depresif, zayıf, gücü kuvveti tükenmiş biri ile herkes baş eder. Merhamet duygularını harekete geçirerek. Önemli olan parlak ve hayat dolu olan karşısındaki tavrımız.

Merak işte kendiyle ilgili değil de başkalarıyla yörünge arayan insanların bu geldiği sonuç. Üzümünü ye bağını sorma. Hayır. Bağcıyla tanışacak, bağcıyı dövecek. Bağı bostanı bozacak. Bende olmayan da ne böyle sende yaşam dolu, kadeh üstünde kelebekler uçuran, mutluluklar saçan.

Nasihat vermeyi hiç sevmem ama birbirimizi insanlık temelinde görmeye başladığımız zaman sadece bizim havuzumuz ve denizin sadece bizim girdiğimiz kısmı değil, bütün sular temizlenecek.

Daha az merak, daha çok çiçek…

Güzel güneşli gülüşler herkese… Hepimizin gülüşlerinin tertemiz birleşip, dünyanın yeniden koca bir günebakan gibi açtığı bir hayat diliyorum hepimize…

Yazımı yıllar önce yazdığım bir şiirimle bitirmek istiyorum.

B UM E R A N G…

Bu merak…

Bu merak…

Bu merak… B UM E R A N G…

Yazan Tersla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Varoluşun Gölgeli Yanı: Mutsuz Olmak

Yazatöl Cemiyeti