Hafifçe ve aynı zamanda trompete benzeyen bir güç ile forteleri yükselterek seslendiriyor kadınlar. Bazıları en alt tenorlara kadar inebiliyor. Bir sırrı olmalı bu işin. İşte bu yüzden belki özel bir ismi hak ediyorlar. “Le Mystöre des Voix Bulgares” yani Bulgar seslerinin gizemi.
Kartpostal misali, geleneksel kıyafetleriyle sahnede duran 24 kadın. Beyaz keten elbiselerin üzerindeki sarı renkler, sanki fotoğraf ile oynama yapılmış gibi duruyor. Siyah saçlarının üzerine renkli başörtü atılmış ve kağıttan çiçeklerle süslenmiş.
Sahnede değil de dışarıda bir dükkan camında görseniz turizm için reklam afişi sanabilirsiniz ya da bir başka benzetme ile ‘köylü kadınların korosu seyahate gidiyor’ gibi. Gözlerinizi alamamış bir halde bakmaktasınız, dışarıdaki her şey unutulmuş. Hani konser başlama anlarında içinize acaba cep telefonumu kapatmış mıydım endişesi girer ya, işte andasınız ve o şüphe dahi aklınıza gelmiyor. Sadece kartpostal durmakta karşınızda. Birden gözlerinizi ayıramayarak baktığınız fotoğrafta gizil bir devinim hissedersiniz. Hafifçe gözleri kıpırdandı galiba kadınların, bir şey mi oluyor? Diye sorarken kendinize. Evet işte, çeneler belli belirsiz yukarı kalkar, gözler irileşir, ışıldar ve şarkı söylenmeye başlar. Donar kalırsınız yerinizde.
Sanki insan sesi değil de yabancı hiç bilinmedik bir müzik enstrümanıymış gibi çok nüanslı tınılar çıkartıyorlar. Seslerini birbirlerine katlayıp, ekleyip hiç duyulmamış akorlar oluşturmaktalar. Çığlık atarlar ve o değişik ritimleri yan yana eklerler ve birden bütünleştirirler. O sesler kulaklarınıza geldiği an, şimdiye dek akıllarımıza kazılı olan ‘folklor şarkısı’ klişeleri birden altüst olur yıkılır, gider.
Biri ‘geçmiş dönemlerden kalan arkaik tınıları’ duyduğunu iddia eder, bir başkası ‘Orta Çağ’ın avangart bileşiminde’ ısrar edebilir. Kim bilir daha bir başkası ‘Istıranca dağlarından aşağıya doğru inen keçi sürüsünden etkilenilmiş olan doğa seslerinden türeme, bir taklit kombinasyonu’ olduğunu inatla kabul ettirmeye çalışabilir.
Peki gerçekten var mıdır, Bulgar seslerinin bir gizemi?
Bu farklı sesler ile donanmış kadınların vokal tekniğini duyan opera sanatının batı eğitimi almış şan hocası birden dehşete düşebilir.
Bir anda ‘her şey yanlış’ diyerek haykırır. ‘’Hiçbir nota diyafram ile desteklenmemiş, kadınların sesleri boğazlarının en arkasına kaymış gibi. Timbreleri bazen keskin, bazen de metalimsi. Geçişler sert ve kırıcı geliyor. “Forte söyleyince bile dişlerini birbirlerinden ayırmıyorlar. Ses tellerini zedelemeden nasıl duruyorlar anlamıyorum.’’ Sözleriyle haklı olarak teknik açıklamalı tepkisini ifade edebilir. Ama her şey doğru burada.
Bu 24 kadın eskiden beri yapıldığı gibi yapıyorlar. Esasen biz unutmuştuk bunları. Onlar hep vardı. İşte karşımızdalar ve şarkılarını söylüyorlar.
Şarkı tekniklerinin kökeni Orta Çağ’ın doğusundandır. Bazıları müzikal kökenlerinin Thraker’liler den geldiğini tahmin ediyor. Yani Milattan önceki zamanlarda şimdiki Bulgaristan ve bizim Trakya bölgesinde yaşayan Antik Trak toplumundan günümüze kaldığını iddia ediyorlar.
İlginç ve bir o kadar şaşırtıcı bir tekniktir bu. Şöyle ki; Hafifçe ve aynı zamanda trompete benzeyen bir güç ile forteleri yükselterek seslendiriyor kadınlar. Bazıları en alt tenorlara kadar inebiliyor. Bir başka ilginç olan şey ise; bu kadınların sesi aradan 60 yıl geçmiş olmasına rağmen halen bir genç kızın sesini andırmasıdır. Hiç zedelenmemişler. O kadar taze, o kadar temiz. Bir cam gibi net diyebiliriz. Zaman ve çok çalışma ya da yanlış teknik kullanımı nedeniyle zedelenmiş bazı operacı seslerine benzemiyor. Bir sırrı olmalı bu işin. İşte bu yüzden belki özel bir ismi hak ediyorlar. Le “Mystöre des voix Bulgares” yani Bulgar seslerinin gizemi.
1980’li yıllardan bu yana Bulgar kadın topluluğu etno müzik piyasasında çok sevilir ve çok onore edilir. Her ne kadar seslerinin gizemi ile eski sosyalist kültür yapısından gelmiş oldukları iddiası ile geri duranlar oluyorsa da, dünya çapında sadece şu an duymakta olduğunuz gizemli sesleri ile ayakta durdular yıllar boyunca.
Araştırmacılar ve müzik etnologları için Bulgaristan’ın müzikal kökeni, gizemli hazine adası gibidir. Öyle ki daha oraya varmadan, henüz adayı görmeden heyecanlanırlar. Tarihte 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar görünmez olarak kaldı Bulgar müziği. Pek varlığı bilinmez.
O dönemler Klasik Batı müziği sanatı birçok toplumu ve müziğini etkilemiş olmasına rağmen Bulgar müziğinin yanından usulca geçip gitti. Böylece Bulgar müziği eski arkaik etkilerini kaybetmemiş oldu.
Esasen birçok şeyin bileşimidir bu yerlerin müziği. Yani Istıranca’nın, Pirin’in, Dobruca’nın, Trakya’nın hatta Boğdan’ın, Tuna’nın müziğidir.
Altgriekisch yani Yunan antik ton skalaları, Bizans söyleme yapısı, Türk müziğinin çeyrek tonları, Orta çağdaki çok sesliliği andıran Diatonik sesler, ses yönetimi ve notaya dökülmede o çok zorlanılan Bela Bartok asimetrik ritimleri. İşte tüm bunlar etkendir Bulgar seslerinin gizemine.
Son albümlerinde otantik ve geleneksel parçalar yer almış olsa da, artık duyduklarımız bazen geleneksel, bazen daha az geleneksel ve başka bir yüzyıla ait tınılar değildir. Her ne kadar etno müzik fanlarını inandırmak imkânı yoksa da bazı şarkıları sanki sadece yakın bir dönemin karizmasını yansıtıyor gibi. Hatta bazı şarkılarının açıkça ‘Anglo-Amerikan pop tınılarına’ dayandığını görebiliriz. Bütün bunların yanı sıra folkloristik çerçeveden uzaklaşıp daha fazla avangardistlere yaklaşan eserleri de mevcut.
1980’li yıllardan bu yana Bulgar kadın topluluğu etno müzik piyasasında çok sevilir ve çok sözü edilir. Her ne kadar seslerinin gizemi ile farklı bir kültür yapısından gelmiş oldukları iddiası ile geri duranlar oluyorsa da. Dünya çapında şu an duymakta olduğunuz sır dolu sesleri ile ayakta durdular yıllar boyunca.
Kendi kökenlerini hiç gözden kaçırmadan düzenlenen ‘Messetschinco’ parçası, İvan Spasov tarafından kullanılan atonal armonikler ile farklılaştırılmış özel bir eser. İnce ve birçok başka renklerde sesler barındırır. Tınıların bütünleşmesi müthiş bir şey. Tabi normal olarak ‘yeni müziği’ reddedenlerin bu eseri beğenerek alkışlaması da hayret verici. Bulgar müziğinin gizemi budur işte. Onların müzik tarzları, değişik zamanların ve geleneklerin bir araya gelmesi, bütünleşmesidir. Siz, biz tartışmalarını öne sürmeden, daha doğrusu hiç gözetmeden ‘Bu çağın müziğidir’ ve biliyoruz ki, bu neredeyse imkânsız olan bir mucizedir.
İsviçreli yapımcı Marcel Cellier gruba ‘Bulgar seslerinin gizemi’ adını verir. Yapımcının imzasını taşıyan albüm 1990 yılında ‘Grammy’ ödülünü kazanır. Hal böyle olunca birçok Bulgar besteci grup için özel beste yapmaya başlar, her biri önemli tanınmış bestecilerdir. Bütün dünyadan turne davetleri alırlar. Avrupa, Amerika, Avustralya, İsrail’de en prestijli konser salonlarında şarkı söylerler.
Tabi her görkemli yapının bir durma anı vardır. Bulgar kadın topluluğu halen isim olarak devam etse de yine de 90’lı yıllardaki o muhteşem sesler artık içlerinde yoktur. Emekli olanlar, yaşamdan ayrılanlar olmuştur. Büyü bozulmuştur, ama biliyoruz ki yeni günler, yeni sesler getirecektir, getirmektedir kulaklarımıza. Eski doku daha bir yenilenecek, böylece tadını hiç yitirmeyecek.
İsviçreli müzik yapımcısı Marcel Cellier’in albümü için Grammy almasında solist Yanka Rupkina ve koro şarkılarının başlı başına büyük katkısı vardır. Albümde yer alan Rupkina’nın ‘Kalimankou denkuo’ şarkısı ise özel bir şarkıdır.
Not: Bu yazının devamında, ikinci bölüm olarak Yanka Rupkina ve Trio Bulgarka üçlüsünden söz etmek iyi olacaktır. Kim bilir belki..
Bir Folklor Topluluğunun ‘Oda müziğine’ Dönüşmesi: Yanka Rupkina