in ,

Brahms’ın 3. Senfonisi Üzerine Dokunaklı Bir Hikâye

Bir müzik eseri alınacak; en az üç sayfa olacak. Motiflerini, temposunu, nüanslarını düşünerek hikâye yazın…

Yıl 2003, lise 1 bitmiş, müzik tarihi dersi yaz tatili ödevini almışım. Bir hikâye yazılacak ama müzik üzerine. Örneğin uvertür, giriş bölmesi ya da prelüd; mezzo forte  başlamış (orta gürlükte)… Anlat , neye hazırlıyor besteci müziği? Yanlış hatırlamıyorsam; uzunsa, bir bölüm bile yeter demişti hocamız bir senfoninin ya da konçertonun. Çünkü ilgiliyiz edebiyata çok da vakit yok. İyisi mi, betim ne demek bestecilikte, açalım yorumlayalım hissedelim, kendi duygu bankalarımızı havalandıralım diye vermiş işte ödevi. Benim -tabii- romantik bir dönemim. Seçtiğim parça, dönemine göre az sayıda senfoni bestelemiş hatta üstatlarına layık olabilmek için yeterli birikimi elde etmeyi beklemiş, sonuca ulaştığındaysa klasik biçimler içerisinde sürekli gelişen fikirlerini senfoniye uyarlayarak hem bu alanda yepyeni bir soluk yaratmış, hem de bu fikrini doruk noktasına ulaştırmış Brahms’ın 3. Senfonisi’nin meşhur 3. bölümüydü. Tezatlıktır ki; Brahms, döneminde anlatısallık karşıtı saf müziğin öncüsü olarak bilinmekteydi. O notalara sözler, anlamlar yüklemezken ben onun müziğiyle dolmuş, yaşamış belki anılarıma arka fon olarak kaydetmiştim.

Öyle ya gerçekten illa bir hikayesi olmalı mı yazarken bir müziği?

Bu yazıyı okuyan herkes aynı zamanda müziği dinlerken kendince bir ana neden, bir durum, bir anı koyacaktır temaya. Bu tema öyle ki; kısa ama uzun süreli az notalarla, bol çıkış inişlerle, tekrar eden yükseliş ve düşüşlerle, ısrarlar, yalvarmalar, haykırışlar, direnişlerle dolu. Temanın her gelişi aynı fikri hatırlatıyor ama sonlarında sürprizler var.

Şimdi arkanıza yaslanın, kendinize; viyolonselin ilk seslenişinde, aklınıza gelen bir anı ya da durumu ya da monoloğu seçin, içine girin ve dinleyin…

Ortamda yalnız viyolonsel yok. Kalabalık, puslu… Hatta kemanlar sallana sallana “ah” ederek mırıldanıyorlar. Sanki viyolonselin başına bir şey gelmiş. (Mezzo voce) Derdi en çok ondan dinliyoruz. Diğerleri duruma yabancı değil fakat şaşkınlar. Kalpleri çarpıyor, anlam veremiyorlar. Viyolonsel bir nefeste yükseliyor sonra vazgeçiyor. Temanın zirvesine kadar ısrar ediyor ve fakat vazgeçmek zorunda kalıyor. Sarsıyor kendini. İyi yanından bakmaya çalışıyor ama başa çıkamıyor. Kemanlar! İşte onlar da başladı. Üzerinden şaşkınlığını silkeledi ve kabullendi. Israr, tekrar, yükseliş… Komşu evler de telaşta; fagot nasıl yardım edeceğini düşünen yaşlı bir çınar gibi. Viyolonsel kemanın yanı başında “ne olur yapma, geçecek, her şey yoluna girecek” derken dört dönüyor, kendini parçalıyor. Keman zehrini akıttıktan sonra viyolonseli dinliyor (dolce), sakinleşip birbirlerinin gözyaşlarını siliyorlar. “Güneşli günler gelecek.” Oysa beklemedikleri biri var; keman telaşlanıyor, viyolonsel ayağa kalkıyor, keman sağına soluna bakıyor. Klarnet köşe başında eliyle “Gel!” diyor, “beni takip et!”. İzbe bir yere götürüyor onu. İşte orada flüt, tek başına, böğüre böğüre ağlıyor. Dinlemiş olmalı. Artık o da biliyor olanları. “Halbuki” diyor keman, içi acıyor, “o daha çok küçük!

Yıllar yıllar geçiyor. Çocuklar oynuyor, büyüyor, şaşırıyor, alışıyorlar. Eski anılar çıksa da raftan, hayat izin vermiyor, devam ediyor. Yaş aldıkça geceler uzuyor, gündüzün yükü yalnızlığın omzuna kalıyor. Büyükler yaşlanıyor, küçükler büyümüş oluyor. Sıra onlarda. Her ne yaşanmış ve öğrenilmişse onların da başına gelecek. Değişen sadece dekor. Klarnet ve fagot bize bunu anlatmak için geri geldiler.

Birden zaman, nerede olduğunu hatırlamak için durdu (fermata). İşte korno! Büyümüş, yaşına göre olgun, mağrur, sakin… Kaçamıyor içine düştü, epey iyi idare ediyor durumu. Yalnız başa çıkmak zorunda olsa da yeteri kadar deneyim dinlemiş. Hatta yakın arkadaşı obuanın da başına geldiğinde ona öğrendiği gibi destek oluyor. Bu döngü sürüp gidiyor.

Taa ki kıyamet kopana kadar. Hep birlikte birden, hep bir ağızdan ağıtlarını yakıyorlar. Bir kartopuydu oysa ki. Çığ oluyor, yükseliyor. Bu bir isyan… Her kreşendo da (yükselişte) bir nefes alıp, diminuendo da (inişte) veremiyorlar. Göğüsleri kasılıp kalıyor. Bedende bir ağırlık, boğazda bir düğüm, yine de diyorlar; yaşanmışlığın verdiği doyum yine de hafif bir tebessüm bırakıyor dudaklarına.. Sesi en çok çıkan; korkmayanlar oluyor acıdan (vibrato).

Ve son… Her son gibi, alamadığın nefesleri düşünerek verdiğin son nefes gibi. Artık umudun yok olduğu, hiçliğin bile bahsinin anlamsızlaştığı gibi.

Bir nefes daha… Kalp dayanamıyor, monitörden gelen uzun ses…

Ve sonsuz boşluk. O soğuk hastane odasında kimsenin henüz okumadığı dünyanın en güzel hikâyesi yitip gidiyor.

Yazan Windrose

4 Yorum

Cevap Yazın
  1. Harika bir yazı betimlemelerinizi çok sevdim. Böyle çeşitli besteleri yorumlasanız çok güzel olur bence.

  2. Büyük bestecileri çözümlemeye çalışmak bir atomaltı parçacığının evrenin tam olarak neresinde olduğunu tahmin etmeye benziyor. Hisleriniz iyi ama bir dahinin beynine giremeyeceğinizi kabul edin. O dahi brahmssa biraz daha ihtiyatlı olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Düşünceleri Okuyan Teknoloji Bulundu

Anadolu Ermenisi Etnomüzikolog Gomidas Etkinliklerle Anılıyor