in

Boş Çerçeve

Babaannem, ormandaki tek bir ağaç gibiydi senin annen, der dururdu. Dağın yamacını gösterir, başlardı masalına. Çınar ağacının güçlü dallarından sarkan görkemli yapraklar… Kalın gövdeye yaslanmış gibi görünür, kopkoyu bir yeşile bürünürdü. Dediği ağacı bazen göremezdim. Gözlerimi ovuşturur, tepenin gökyüzüyle birleşen sivri ucuna bakardım çocuk aklımla. Bir varmış bir yokmuş derken… Boş bir çerçeve peydah olurdu gözümün önünde. Çerçevenin içini nasıl dolduracağımı hayal ederdim. Kendimi, dedemle babaannemin arasına koyar, büyütürdüm gitgide. En köşeye, nokta kadar yer kaplayan annemi iliştirirdim, yanına da bir görünüp bir kaybolan babamı.

Masalını anlatırken, ürkek ve yorgun bakışlarını üzerimde gezdirir:
Kaderin başka olsun kızım, derdi, hüzünlü. Sesi burada kesilir, sonunu getiremezdi.

Yıllar sonra bu masalın peşinden gideceğimi, ormanın yolunu tutacağımı nereden bilsin?

Diklemesine gelen güneş ışınlarının altında hâlâ yürüyordum. Evimizden görünen ağaca parmağımı uzatsam dokunacakmışım gibi gelirdi. Hangi dar sapak, hangi kıvrım beni oraya götürürdü? Ormanın içinde dönüp duruyordum. Kime sorsam diye düşünürken, dalların arasından bir karaltı geçer gibi oldu. Sanki kuru yaprakların altından silkinip çıkmıştı karşıma. Koca kafasını ağır ağır sallıyordu. Gülerek baktı bana.
Aradığın ağaç, bu yolun sonunda, dedi.  Kıvrımlardan birini işmar etti.

Korkmuştum. Kaçamak bakışlarla görebildiğim tek şey uzun saçları ve sakallarıydı.

Bensiz kimse giremez bu ormana!…

Bir tuhaflık sezmiştim. Dev boyuyla, her iki yanında sallanan yaba gibi elleri miydi tuhaf olan? Değildi… Ya da yerli yerinde olmayan, ağzı, burnu, gözü müydü? Konuşurken sesini komşu dağlar bile duyardı. Aklı kıt mıydı yoksa? Kötü gidecek bir şeyin habercisi miydi bu adam? Bilemezdim… 

Girerim, dedim. Yana çekildim.
Olmaz, diye gürledi. Kalın kaşlarının altından ışıldayan gözleriyle öyle bir baktı ki… Bir adım dahi atamadım. 

Bu tekinsiz yere kimse gidemezmiş tek başına!…

O önde, ben arkada yürüyorduk. Hızlı adımlarla bastığı yeri inletiyordu adeta. Bilerek yavaşlıyor, arayı açıyordum. Bir yabancıyla yürümek ha!… Beynimin kuytu köşesinde saklanan babaannemin kaşları eğildi. Yetisebilse, beni tuttuğu gibi…

 Anneme götürecek, diyorum ona, sakin ol.  Babaannemin sesi kesilmiyor.
Neden giremezmiş, sorsana.
Burada yaşayanlar bile yalnız gitmez oraya, diye cevaplıyor adam, masalın sonunu bilemezler.

Soluk soluğa tırmanıyorum yokuşu.
Ya sen?
Birden durdu. Merakla bakıyordu bana. Ben de baktım. Hem de uzun uzun… Güneş yanığı karga burnu, tütün rengi sakallarının örttüğü çarpık ağzı…

Bensiz kimse bir şey yapamaz bu ormanda!…

Tuhaflığın nedenini anlamaya başlamıştım.
Babaannemin masalını dinlemeye geldim, dedim.
Etrafına göz gezdirdi:
Masal yok, masal yok! diye bağırdı.
Bense bu masalı bulmakta kararlıydım.

Yüzü bir ölününki gibi donmuştu. Babaannemin yüzü de donardı sık sık. Annem,  ya yemeğin suyuna bakar ya da ocağın ateşini karıştırırdı böyle zamanlarda. Ateş harlandıkca alevlenir, babamın yokluğunun kutsal acısına ortak olurdu.

İlerledikçe ağaçların boyu uzuyor, dalları birbirine dolanıyordu. İstenmeyen misafiri içlerine almanın huzursuzluğuyla geriniyorlardı. Batmaya hazırlanan güneş iç çekerek küçüldü. Çürümüş yapraklardan bastığım yeri göremiyordum. Bazen ayağım bir çukurun içine giriyor, bazen de tümseklere denk gelip tökezliyordum. O ise alışık ayaklarıyla kuş gibi süzülüyordu önümde.

En tepeye çıktım.Yaprakların üzerine oturdum. Boş çerçevenin içinden bakıyordu babaannem. Bir varmış bir yokmuş, diye başladı beni görünce. Çok eski zamanlarda güzeller güzeli bir kadın yaşarmış. Beline kadar inen, sapsarı saçlarını tarar, gözlerini cama dikermiş cuma akşamları. Onun işveli bakışına kavuşmak isteyen kocası, kamyonunu biraz daha hızlı sürermiş. Evine gelmek üzereyken birden freni boşalan nakliye kamyonu devrilince… Sevilesi yolları tükenivermiş. O gün bugündür,  güzeller güzeli kadının;  gözleri bakmaz, saçları taranmaz olmuş.

Dev adam araya girdi. 
Masal bitti, masal bitti! diye bağırdı.
Kolları, bir kuşun kanatları gibi açıldı. Gözden kayboldu.

Koca çınarın gölgesi kararmaya başlamıştı. Dalları kırılmış, kuruyan yaprakları dökülmüştü. Gövdesinden soyulan kabuklar inleyerek sıyrılıyordu. Evimize baktım. Babaannemle dedem, annemin oda kapısının önündeydi. Aman ocağımız sönmesin, diyerek, küçük amcamı zorla içeriye itekliyorlardı.

Boş çerçeveyi bir daha görmedim.

6 Yorum

Cevap Yazın
  1. Türkan bu öykünü çok beğendim.İmgelemeler etkili.Masalsı öykü tadında ve akıcı buldum.İyi gidiyorsun .Yolun açık olsun sevgiler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Güven

Seninle Ya Da Sensiz Olmaktır Benim Zaman Ölçütüm