Fecr-i Ati topluluğunun önde gelen isimlerinden olan Ahmet Haşim’in şiir hayatını iki bölüme ayırabilmek mümkündür. Bunlardan ilk dönemi lirik, ikinci dönemi ise sembolik şiir anlayışıdır. 1921 yılında Göl Saatleri adlı kitabı okuyucuya doğa tasvirlerini sunar ve çocukluğundaki yaşamın resmini çizer. 1926 yılında ise Piyale adlı kitabında oldukça ağır sembollerle oluşturulmuş şiirler görülmektedir. Olgunluk dönemi olarak da adlandırılan bu dönemde Piyale’nin girişinde “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” adlı bölümle şiirle ilgili görüşlerini açık bir ifadeyle sunar. Bu anlamda O Belde her iki dönem için bir köprü görevi görmektedir. Adeta bir tabloyu resmeder gibi bunu şiire yansıtması ve huzurun maviliği ile akşamın kızıllığındaki hüznü bir arada kullanması bu köprüyü daha da somutlaştırmıştır. [1]
O Belde’de baskın olan iki düşünce vardır: yaşanılan dünyadaki hüzne boyun eğmek ve yaratılan ütopyaya sığınmak. Ahmet Haşim’in, daha önce de Servet-i Fünuncular tarafından “melâl” olarak adlandırılan bu duygu içinde olduğu aşikârdır. II. Abdülhamit’in bunaltıcı devrinde bir kurtarıcı yol olarak yeni bir dünya kurgusu yaratan Servet-i Fünuncular Yeni Zelanda’da yaşama fikrine kapılmışlardı. Bu fikrin amacı o dönemde yaşam sevincini kaybetmiş olan yazarların bundan sonraki hayatlarını geçirebilme ve nesillerinin devamını sağlayabilme düşüncesiydi. [2] Fakat ne yazık ki bu kaçış fikri gerçekleşememiş ve onlar için yalnızca bir hayal olmuştur.
Denizlerden
Esen bu ince havâ saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-i şâma bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!
Şiir, güzel bir kadın ve şair arasındaki duygusal bir an ile başlar. Akşamın kızıllığı hüznü temsil etmektedir ve bu duygu yalnızca bir kadın ile paylaşılmaktadır. Kadın figürünün kullanımı benim aklıma sembolizmin dünya edebiyatındaki en büyük temsilcilerinden biri olan Baudelaire’i getirdi. Her iki şairin de çocukluklarında yoğun bir şekilde hissettikleri anne sevgisinin şiirleri üzerindeki etkilerini görebiliriz.
Baudelaire annesine hayran bir çocuktu. Birbirlerine karşı duydukları sevgi bağı farklıdır. Annesine bir mektupta “Hep sende yaşıyordum, yalnız benimdin. Hem bir put, hem bir arkadaştın sen,” [3] satırları annesini içinde ne kadar büyüttüğünü, adeta ulaşılmaz bir varlık olarak gördüğünü belirtir.
Babası öldüğünde henüz altı yaşında olan Baudelaire’in annesi bir askerle evlenir ve Baudelaire yatılı bir okula verilir. Şairin büyük kırılma noktası, annesinin ikinci kez evlenmesiyle birlikte varoluşunda derin bir sarsılmaya neden olur. Daha sonraları bu durumu Baudelaire, “İnsanın benim gibi bir oğlu olursa ikinci kere evlenmez.” [3] diyerek içindeki öfkenin ve kırgınlığın asla kapanamayacağını defalarca mektuplarında vurgulamıştır.
Ahmet Haşim’in babası sert, aksi ve sinirli bir adam; annesi ise sakin ve kırılgan bir yapıya sahiptir. Annesinin vereme yakalanması ve daha sonra vefat etmesi şair için büyük bir yıkım olmuştur. Eserlerinin şekillenmesi bir anlayışa göre şu şekilde belirtilmektedir: “Annesi, Ahmet Haşim’in hem hayatını, hem de sanatını anlamamızı sağlayacak ikinci anahtardır.” [4]
Her iki karaktere de bakıldığında söylenebilir ki “çocuk, babasından göremediği sevgiyi annesinde bulur. Anne, kocasından göremediği ilgiyi çocuğunda bulur. İkisi de birbirleri için birer dayanaktırlar, birer avunma ve umutlanma pınarıdırlar.” [5]
Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ,
Ne de âlâm-i fikre bir mersâ
Olan bu mâi deniz,
Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince tâze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefîl iştihâ, bu kirli nazar,
Bulamaz sende, bende bir ma’nâ,
Ne bu akşamda bir gam-i nermîn
Ne de durgun denizde bir muğber
Lerze-î istitâr ü istiğnâ.
Şair bu satırlarda kendi zamanının insanını yorumlar. “İncelik” kavramının beşer tarafından yalnızca kadınlar için kullanılması bana Ahmet Haşim’in bir eleştiri yaptığını düşündürdü. Hakkı Sühâʹnın ifadesine göre Ahmet Haşim’e karşıdan bakanlar, bu kaba zarfın içinde onunki kadar ince ve duygulu bir ruhun bulunabileceğini ummazlarmış. [6] Haşim, annesinin mizacına daha yakın, kırılgan ve hassas yapıda bir karakterdi. Bu nedenle ona göre yalnızca kadınlar narin olamazdı, erkekler de tam tersi şekilde duygu yoksunu bir budala olamazdı.
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz, sessiz
Topluyor bû-yi rûhunu gûyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkûmuz…
Haşim tarafından oluşturulan ütopyanın tıpkı Servet-i Fünûn topluluğunda olduğu gibi bir macera olduğunu daha önce de belirtmiştim. Bu satırlarda şairin hayatını sükûn içinde devam ettirmek istediği yeri tasavvufla somutlaştırabilmek mümkündür. Anne karnına duyulan hasret, bu kurulan ütopya gibidir. Bir kamıştan neye dönüşmek de bununla paraleldir. Haşim, bu dünyadaki kendi varlığıyla bir neye dönüşmüştür ve aslında acı acı inlemektedir. Ancak ve ancak onun lisanını bilenler bu hayali beldenin anahtarlarına sahip olabilir. (Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz.)
O belde?
Durur menâtık-ı dûşîze-yi tahayyülde;
Mâi bir akşam
Eder üstünde dâimâ ârâm;
Eteklerinde deniz
Döker ervâha bir sükûn-ı menâm.
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyâhud yâr;
Dilde tenvîm-i ıstırâbı bilir
Dudaklarındaki giryende bûseler, yâhud,
O gözlerindeki nîlî sükût-ı istifhâm
Onların ruhu, şâm-ı muğberden
Mütekâsif menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı arar;
Şu’le-î bî-ziyâ-yı hüzn-i kamer
Mültecî sanki sâde ellerine
O kadar nâ-tüvân ki, âh, onlar,
Onların hüzn-i lâl ü müştereki,
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…
Bu satırlarda Haşim’in doğa tasvirlerini daha da yoğunlaştırdığı görülmektedir. Oluşturduğu tablo, çocukluk yıllarında annesiyle birlikte Bağdat gecelerinde Dicle kıyılarında geçirdiği vakitle özleşir. Sabah sıcağının ardından gelen akşam serinliğinde gezintilere çıkmaları hem Haşim’i hem de annesini farklı bir bağda birleştirmiştir.
Mehmet Kaplan’a göre Haşimʹin ideal ülkesi, çocukluğunda yaşadığı anların idealize edilmiş bir şekliydi. [1] Şiirinde, hatta hayatında bile annesinden başka bir kadını merkezine alabilmesi mümkün değildi. Bunu Ahmet Haşim’in yarım kalmış aşklarından da anlayabiliriz. Kesin olarak kadınlara karşı olan sevgisinin sürdürülebilir olmamasının nedeni bilinmez fakat Mina Urgan “evlenmeye kalkardı zaman zaman. Sonra da bir bahane uydurup vazgeçerdi.” der. [7]
O belde
Hangi bir kıt’a-yı muhayyelde?
Hangi bir nehr-i dûr ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veya mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-i hulyâ mı?
Bilmem… Yalnız
Bildiğim, sen ve ben ve mâi deniz
Ve bu akşam ki eyliyor tehzîz
Bende evtâr-ı hüzn ü ilhâmı.Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ kalarak
Bu nefy ü hicre, müebbed bu yerde mahkûmuz..
Bu satırlarda hayali kurulan dünyanın gerçek veya hayal olması durumunu şair kendi içinde sorgulamaktadır. Şiirin son satırlarına ve geneline bakıldığında renk olarak maviyi daha çok kullandığı görülmektedir. Bir Günün Sonunda Arzu ve Yollar şiirine bakıldığında renklerin kızıla, hatta kızıl-siyaha doğru gittiği görülür. Çocukluğa ve anneye karşı duyulan özlemin aktarıldığı bu şiirin Haşim’in kendi hayatıyla paralel olarak okunabilir.
KAYNAKÇA
[1] Kaplan, Mehmet (2012). O Belde’nin Tahlili. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2 (3-4) , 231-244.
[2] Türk, Hatem (2014). Bir Servet-i Fünûn Masalı: Yeni Zelanda Fikri ve Anadolu’ya Avdet. Turkish Studies Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3.
[3] Sartre, J. Paul (2017). Baudelaire. 1. Basım. İthaki Yayınları: İstanbul.
[4] Erzen, Melih (2016). Yahyâ Kemâl ve Ahmet Hâşim’de “Anne” İmajı. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi. (35). 55-79.
[5] Bezirci, Âsım (1986). Ahmet Hâşim (Yaşamı‐Kişiliği‐Sanatı‐Seçme Şiirleri), 5. Basım. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
[6] GEZGİN, Hakkı Sühâ (1997). Edebî Portreler. Haz. Beşir Ayvazoğlu. 1. Baskı. İstanbul: Timaş Yayınları.
[7] Urgan, Mîna (1998). Bir Dinozorun Anıları. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Tebrikler. Çok güzel ve etkili bir yazı olmuş.
İyi yoldasın. Yolun açık olsun.
Ben de fakülte son sınıfta iken staja gittiğim Erzurum Atatürk Lisesinde Ahmet Haşim’i anlatmış, O Belde şiirini tahlil etmiştim.