in

Bir Sahte-Bilim Olarak Psikanaliz

Freud psikanalize bilimsel inandırıcılık kazandırmak için hayli çaba harcadı. 1914’te, “Psikanaliz Hareketinin Tarihi Üzerine” adlı denemesinde, kendi çalışmasını bilimsel bir “keşif” olarak niteler ve bilim tarihindeki kendi rolünü megalomanyaklık sınırındaki ifadelerle değerlendirir. Viyana Psikiyatri ve Nöroloji Topluluğu’na verdiği “hastalarımın nevrozlarının nedenselliğinde içerilen cinsel etmenler” konulu 1896 tarihli konferansı ile ilgili olarak, sanki nevrozların nöropatolojik hastalıklar oldukları ve “cinsel etmenler”in de (bu terim ne anlama gelirse gelsin) onların nedenleri oldukları apaçıkmış gibi yazar. Burada Freud, Charcot gibi, histerinin nöropatolojik bir hastalık olmadığını daha önce ifade ettiğini unutmuş gibi davranır. Nevrozların hastalık (terimin o günkü kabul edilen anlamında) olduklarına dair hiçbir kanıt ileri sürmediğinden, konferansı buz gibi bir sessizlikle karşılanır. Bu olay Freud’u bilimde büyük bir öncü olduğuna ikna eder: “Anlıyordum ki, bundan böyle, Hebbel’in dediği gibi, ‘dünyayı uykusunda rahatsız eden”lerden biriydim. … Böyle keşiflere zaman zaman eşlik eden yazgıyı kabullenmeye hazırdım.” Denemenin geri kalanında, psikanalizin tıbbî-bilimsel karakterini tekrar tekrar ileri sürer: “Bu eksik anahatlarla, tıbbî psikanaliz ile bilimin diğer alanları arasında gün ışığına çıkmış bağlantıların henüz tahmin bile edilemeyen zenginliğine ilişkin bir fikir vermeye çalıştım.”

Son olarak, 1917 yılında, Freud’un kendini Kopernik ve Darwin ile karşılaştırması ünlüdür. Kopernik dünyanın evrenin merkezi olmadığını ispatlayarak, “insanın narsistliğine ilk darbeyi” indirmişti. Darwin de insanın hayvan olduğunu ispatlayarak ikinci “darbe”yi indirdi ve Freud da “egonun kendi evinin efendisi olmadığını” ispatlayarak üçüncü “darbeyi”.

Freud’un kendine ilişkin olarak çizdiği, dünyayı uykusunda rahatsız eden ve kendini düşünmeyi bir yana bırakmış biri imajı enfes biçimde çarpıtılmış ve kibirlidir. Etkin özne olan insanların yerine geçirilmiş soyut isimler üzerine dayanan kendi icadı, yani psikanaliz sayesinde Freud modernitenin en büyük semantik narkozcularından ve narsisizm pompalayıcılarından biri olmuştur. Bugün hiç kimse Freud’un bireyi sadece kendiyle meşgul olmaya teşvik ettiğinden veya psikanalizin, özellikle de uygulayıcıları ve tutkunları için, dünyadaki narsisizm yekûnunu artırdığından şüphe duyabilir mi?

Sanal varlıklar –“id,” “ego,” “süperego”– yaratarak Freud bizi basit bir gerçeğe yabancılaştırmaktadır ki o da şudur: Akıl hastalıkları, örneğin hasta numarası yapma ve cinayet işleme gibi diğer tıbbîleştirilmiş endojenik (iç kaynaklı) fenomenlerin ait olduğu sınıftan endojenik fenomenlerdir ve örneğin sıtma ve melanom gibi ekzojenik (dış kaynaklı) fenomenlerden kökten biçimde farklıdırlar. Akıl hastalıklarının gizemini açmayı vaadeden Freud, “hastalık”ın “etiyoloji”sini hastanın “bilinçaltı aklı”na yükleyerek gizemi derinleştirmektedir. Bunun sonucu da, edimler ve edimleyenler arasında bir kopmadır, Sartre’ın gayet yerinde ifadesiyle, yalancısız yalanlar yaratılmasıdır.

Freud’un incelenmemiş ve hiçbir zaman incelenmeyecek öncülü, nevrozların hastalık olduğu ama diğer hastalıklara benzemediğidir: “Belli hastalıklarda –özel incelemesini yaptığımız nevrozlar da dahil olmak üzere– işler farklıdır. … Ego huzursuz hisseder; kendi evinde, yani zihinde gücünün sınırları ile karşılaşır. Birdenbire, kişinin nereden geldiklerini bilmediği, uzaklaştırmak için bir şey de yapamadığı düşünceler belirir.” Şayet “ego”nun yerine “kişi” sözcüğünü geçirirsek cümle fazla basitleşir. Freud egoyu şeyleştirmek yoluyla böyle bir yorumu engeller: “Ego kendine şöyle söyler: ‘Bu bir hastalık, bir yabancı işgali,’” ve böylece psikiyatrların anlamsız diyerek bir yana bıraktıkları “zihinsel semptomlar”a anlam verdiği için kendisini kutlar:

Böyle şeylerin, dışarıdaki kötü ruhların zihne zorla girmesi anlamına geldiğini psikiyatrinin kabul etmediği doğrudur, ama bunun ötesinde, söyleyebileceği tek şey, bir omuz silkmeyle birlikte şudur: “Yozlaşma, kalıtımsal yatkınlık, ruh geriliği.” Psikanaliz bu tekinsiz bozuklukları açıklamak için yola koyulur, ta ki en nihayetinde egoya seslenebilmesine kadar: “Sana dışarıdan hiçbir şey girmedi; kendi zihin etkinliğinin bir parçası iradenin komutasından ayrıldı. … Söylemek zorundayım ki, suç sende. Cinsel içgüdülerine istediğin gibi davranabileceğini ve onların niyetlerini tamamen görmezden gelebileceğini düşündüğünde, kendi gücünü abartıyordun. Sonuç olarak, isyan ettiler.”

Freud’un açıklaması bayağı retorik örneğidir. Tıp kariyerinin başında –psikanaliz ve onun yalancı/metaforik dili henüz ortada yokken– Freud doğa bilimi ile hikaye anlatma arasındaki farkın gayet bilincindeydi. Histeri Üzerine İncelemeler’de (1893-1895) şunları yazar:

Her zaman psikoterapist değildim. Diğer nöropatologlar gibi ben de lokal teşhis ve elektro-prognoz yöntemlerini kullanma eğitimi aldım; yazdığım vaka geçmişlerinin kısa öyküler gibi okunması gerektiğini ve denilebileceği gibi, ciddi bilim niteliğinden [Wissenschaftlichkeit; bilimsellik] yoksun olmalarını hâlâ garip buluyorum. Belli ki bu durumun sorumlusu benim bir tercihimden ziyade konunun doğası diye düşünerek kendimi teselli etmek zorundayım.

Freud bu satırları yazdığı zaman, yapmak istediği son şey kendisini tıbba bağlayan ve ona profesyonel meşruluk ve itibar sağlayan göbek bağını kesmekti. Edilgen çatı kullanarak kendi “vaka geçmişleri”nin yazarı olduğunu inkâr eder: “Belli ki bu durumun sorumlusu benim bir tercihimden ziyade konunun doğası diye düşünerek kendimi teselli etmek zorundayım.” Mecazi/şaka yollu bir ifadeyle söylenen, ama gerçek/ciddi anlamda kastedilen sözler. Başta retorik olarak kullanılan sözler, sahte-bilim psikanalizin yapı taşları haline geldi.

Freud psikanalizin gerçek bilim olmadığını her zaman biliyordu. Buna itiraz etse de, aklının/bilincinin gerisinde işin aslını biliyordu. “Psikanalizin Bilimi İlgilendiren İddiaları” adlı denemesinde belirttiği gibi, “Psikanalizin yaptığı yorumların, her şeyden önce, bize yabancı gelen bir anlatım yönteminden aşinâ olduğumuz bir yönteme yapılan çeviriler olduklarına işaret edilebilir.”

Bu yazı Aylak Kitap tarafından yayımlanan Thomas Szasz’ın “Yalanlar Bilimi Psikiyatri” adlı kitabından alıntılanmıştır. 

Yazan Hidayet Marsilya

Dünyayı gezmek istediğim zamanlarda Google Earth imdadıma yetişir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yeni Çağın Zorbası: İletişim

Pornonun Hayatımızdaki Yeri Hakkında Bir Anket