in

Bir Of Çeksem Takıntılarım Yıkılır

Galiba insanın zihninde davranışlarını ayarlayan bir pergel var. Ne bir şeyin üstüne fazla düşeceksin ne de bırakacaksın. Bu ateş yakabilme becerisi.

Takıntı, saplantı derecesinde bir şey tüm ilginin odağı oluyor seni senden alıyorsa, zihnin o şeye bağlanmış bir köpek gibiyse, dünyanın geri kalanını çoktan unutmuş oluyorsun ve farkında bile olmadan bir iç gerileme yaşıyorsun. Yeni çıkan hiçbir şey ilgini çekmiyor. Yeni insanlar, doğadaki değişim, yen bir film. Tüm renklerin içinden bir renge sımsıkı sarılmak, geri kalan tüm renkleri unutturuyor.

Takıntı ve saplantının nedeni umutsuzluk. Kayıp nesneyi bir daha kaybetmeme isteği. Bir şeyi sımsıkı tuttuğunuzda boşladığınız bir şey mutlaka olur.

Peki günümüzde daha mı çok takıntılıyız peki neden? Bireyselleşme ve yalnızlaşma sınırların keskinliğini beraberinde getirdi ve sanal yabancılaşma amnezileri ile de kendi yarattığımız hapishaneleri kaderimiz sandık.

Takıntılardan kurtulmanın temel yolu yoldur. Evet kelimenin tam anlamıyla yol. Yola çıkmak. Yürümek. Yürürken çünkü takıntı sarmalından, zihnimizin yumağına saplanmış iğnesinden kurtuluruz. Gide gide dökülür kurumlar, kuruntu evreni, zihin yastığının keçeleşmiş pamuğu havalanır. Yürüye yürüye geride bırakma deneyimi kazanırız ve takıntının fiziksel görünümü olan hareketsiz zamanlarımıza dönmek zorunda kaldığımız odalara çekilme vakitlerinde bir hafifleme hissederiz. Her gün çıkarıp baktığımız artık orada yoktur.

Takıntılardan saplantılardan kurtulmanın yolu evrenin genişliğini adımlarımıza yeniden keşfetmektir.

“Kışlada ölü bir zaman, ben bu kadar değilim” diyor ya Edip Cansever şiirinde, “bu kadar olmadığımızı görecek ferah sonsuzluklara ihtiyacımız var.

Her duygunun coğrafi bir alt yapısı var. Sürekli evinin penceresinden binalar ve pencereler gören birinin iç daralması yaşaması doğaldır.  Gökyüzü sonsuzluğunu yahut da denizin uçsuz bucaksızlığını gören insan olmanın büyüklüğünde küçülen,  eriyip giden dertlerini de görecektir.

“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır…” Ne güzel söylüyor türkü. Dağ sınırları ifade ediyor. Engelleri. Sınırlandırılmış olmak dışa doğru gelişecek zihinsel filizleri içe doğru boğuyor. Bu yüzden takıntılardan kurtulmanın yolu söylemek. Şarkıyla, şiirle, resimle, sözcükle… Üretmek… İçerde daralanı, boğulanı dışarı çıkarmak… Bir of çekmekle başlayabiliriz…

Yazan Tersla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Esrarengiz Sanatçı Banksy’yi Çalışırken Gösteren Fotoğraflar Yayımlandı

“Babam 46 Süngü Darbesiyle Öldü, Ailemden 38 Kişi Kurşuna Dizildi, Bu Suç Alevileri Sevmeyenlerin!”