Uzun zamandır böcek göremiyorum, ne kurbağa ne de bir kirpiye rastlayabildim. Olacak iş değil. Buralarda insan dışında bir başka mahluk türünün yaşayabilme potansiyeli olmasını da pek olası göremiyorum. Yalnızca verem olmamız adına ortalıklarda gezinen bir grup bakteri mevcudiyet geliştirebilir belki. Galiba verem oldum, yalnızca tıp bilimi ve pozitivizmi çökertmemek için hastaneye gitmiyorum. Belirtilerin kuvvetlenmesini beklemeyi düşünüyorum. Acaba intihar etmek için hangi belirtinin kuvvetlenmesini bekliyorduk? Bir adam tanıyorum, intiharını sürekli belirsiz bir zamana erteleyen asil bir yılgın. İnsan, bakkalda veresiye viski alabilecek kadar itibarı kalmışsa intiharını bir süre ertelemelidir de. İntihar itibarsız adamların işidir üstelik, yılgınların, veremlilerin, uyumsuzların belki de. Kendi küçük cehenneminin içinde zehirlenenlerin eninde sonunda gerçekleştirmeye koşulsuzca amade oldukları bir yazgıdır intihar. Geçenlerde şarap içebilseydim ne kadar ileri gidebileceğimi görmeye çalışacaktım şüphesiz. Korkunç bir sona razı gelemiyoruz, zihnimiz oldukça ihtiyatlı. Yoksa ölümün kendisi de bir çeşit özgürlük. Cümle kurmak, konuşmak, okumak ve hatta nefes almak şu buhran zamanlarında o kadar yoruyor ki.
Bir doktor olsa diyorum başımda ‘’Lütfen hastayı daha fazla yormayın’’ diyen. Ancak kendimi yine ben yoruyorum, müşahede altında dahi. Aklımın bir köşesinde kendisini kaybetmiş bir cinnetle yüz yüze geliyorum bazen, bazen Novalis’in büyülü düşlerine aldanan bir akıllanmazla. Ah biraz şarap olsaydı şimdi. İmgeler martı gibi sekerdi o zaman aklımda. Kendime ait olmayan bir bilinçsizliği kullandığım hissine kapılıyorum çokluk. Etraflarda kafasını parçalayabileceğim bir koca karı bile yok. Yaşlılardan bazı zamanlar, kendimden ise çoğunlukla nefret ediyorum. Uslanmaz bir kaybeden olmamdan kaynaklı değil tabi, tüm bu mecburiyetler yordu artık. Sonra katlanılmaz hikâyesi insanlığın. Daha bugün sokakta iki ceset görmüştüm, barikatlar kuruluydu; insanlar ölümün ortasında kısılı kalmış gölgeler gibi etrafa kaçışabiliyorlardı. Yerde yatan iki cansızlık. Yanından geçen diğer insanlar onların ölümlerine yaşamlarına olduğundan daha da fazla alışkanlık kazanmış garip bir tavır geliştirmişlerdi. Artık yalnızca izlediklerimiz değil gördüklerimiz de istatistikti. Gerçeğe yaklaşabilirdik ama yine de emin olamazdık. Zaten gerçek diye bir şey de yoktu, ardı arkası kesilmeyen yaklaşımlardı elimizdeki. Yerde iki unutulma uykusu, uyandırılmayı bekleyen iki zamansızlık, savaşın içinde yitip gitmiş iki silüet. Biraz sonra sloganlar atılmaya başlandı, zaman olağan normalliğini kazandı yeniden. Hem video da bitmişti artık, gerisini göremeyecektik. Uzun zamandır böcek göremiyordum, ancak başka şeyler istemesem de sürekli gözümün önünde durmaya devam edecek gibiydi. Kendi yaşantım gibi, bu dayanılmaz haksızlık gibi, çoğu zaman bir şişe şaraptan mahrum kalmak gibi, öylece karşımdaydı hepsi.