Balkonları çocukluğumdan beri çok severim. Balkon, evle evren arasında köprü kuran sihirli bir alan gibi gelir bana. Ne tamamen eve ait ne de tamamen dışarıya. İki tarafa da ait olmayan bağımsız bir bölge. Bu sebeple balkona dair bir şeyler yazmak istedim. Karantina günlerinde, pek çok konuda değerbilmezliğimizle yüzleşiyoruz belki bu sayede balkonun da kıymetini anlayanlar oluyordur.
Balkon etrafı duvarlarla çevrili olmayan, doğrudan dünyayla ve diğer gezegenlerle komşu, vazgeçilmez alanlardandır. Lütfen balkonlarınızın etrafını kapatmayın. Balkonlar, yağmuruyla, karıyla, sıcağıyla, nemiyle balkon gibi kalmalılar bence. Çoğu evde, fazla eşyaların muhafaza edildiği bir depo gibi görülse de balkonların mekânsal işlevini küçümsemeyelim. Aslında istediğiniz her şeyi keyifle yapabilirsiniz bir balkonda.
M C. Escher – Still Life and Street (1937)
Acaba balkon tarihte ilk defa ne zaman, nerede ve ne amaçla kullanıldı diye gelişigüzel bir araştırma yaptım. Bununla ilgili pek bilgi edinemedim. Bunun sebebi iyi bir araştırmacı olmadığımdan da kaynaklanıyor olabilir. Yalnız bu esnada cumbayla karşılaştım. Cumba da sokağa doğru çıkıntısıyla evin göbeği gibi görünmüyor mu? Zaten cumba sözcüğü Latince “gibbus” kökünden türetilmiş ve çıkıntı, kambur demekmiş. Göze sevimli görünen cumbalı kâgir evleri bilirsiniz. Sanıyorum o çıkıntı fikrinin çıkış sebebi, odanın o kısmını duvarlardan kurtarıp daha fazla güneş almasını sağlamak. Mimar olsaydım bu soruları büyük ihtimalle kolaylıkla cevaplıyor olurdum.
Tekrar balkona dönecek olursak, balkon sözcüğü de İtalyanca balcone’dan geliyormuş. Eski Roma’ya bakıldığında, kamusal alanlarda kitlelere söylevlerin verildiği (bu bize bir yerden tanıdık geliyor), duyuruların yapıldığı yerlerin de balkona benzer yapılar olduğunu görüyoruz. Katedrallerde devlet liderlerinin dini ayinleri halktan uzak bir alanda izleyebilmesi için de balkonlar inşa edilmiş. Rönesansla beraber tiyatronun gelişip yaygınlaşmasıyla salona sığmayan izleyiciler için de alternatif olarak düşünülmüş.
Şimdi, yerleşik hayata geçmiş, bilinen en eski medeniyetlere gidelim. Göbeklitepe açığa çıkarılana kadar Çatalhöyük’teki neolitik kent, çağının en eski yerleşim yerlerinden biri olarak biliniyordu. Göbeklitepe, yerleşim yerinden ziyade bir kült merkezi olarak kullanılmış. Bu anıtsal yapıları, henüz tamamen yerleşik hayata geçmemiş son avcı grupların kullandığı tahmin ediliyor. Balkondan söz edebilmemiz için elbette yerleşik hayata geçmiş toplumların mimari yapılarını incelemek gerekir. Çatalhöyük’teki yapılara baktığımızda evlere giriş, direkt damdaki bir açıklıktan aşağıya sarkıtılan bir merdivenle yapılıyor. Evler genellikle bir oda, bir kiler ve çatıdan ibaret. Şehirde yaşayan biri olarak balkondan daha üstün gördüğüm damlarla karşılıyoruz burada. O zamanlarda yaşamış insanların günlük hayatlarının özellikle yaz aylarında damlarda geçtiğini söyleyebiliriz. Damların hala Anadolu’daki köylerde pek çok amaç için kullanıldığını biliyoruz.
Balkondan bahis açıp Çatalhöyük’e nasıl gelebildik bu arada? Yazıyı kurgulamadım tamamen kendiliğinden gelişti. Toparlayacak olursak, şehir insanının bile balkonda sabahlamışlığı olmuştur ancak damda yatmayanlar için bir öneriyle bitiriyorum.
Yakalayacağınız ilk fırsatta bir köye gidin ve mutlaka damda yatmayı deneyimleyin. Geceleri gökyüzü, yıldızlarla dolu bir şöleni sizden esirgemeyecektir.
Hamiş: Damda yatarken mevsimin yaz olduğunu düşünerek ince şeyler örtünmeyin. Zaten büyük ihtimalle ihtiyar ev sakini size yorgan tavsiye edecektir. Bunu deneyimlemiş biri olarak söylüyorum emin olun donmak istemezsiniz.
Kendime dipnot: İlk fırsatta Çatalhöyük’e git.
Balkonlar köpeklere benzer durumsuzdurlar